Diktatörleri Desteklemek Antiemperyalizm Değil

Indefensible, üç tür “sözde antiemperyalist” tipolojisi belirliyor: tüm savaşların ABD’nin veya Batı’nın hatası olduğunu düşünenler, Rusya’nın yaptığı her şeye mazeret uyduranlar ve ne zaman eleştirilseler antiemperyalizm ardına saklanan tiranlar.

Meredith Tax’ın makalesini Mepa News’ten Serap Şen çevirdi:

Bugünün küreselleşmiş dünyasında “emperyalizm” ne anlama geliyor? Vietnam Savaşı’ndan bu yana, kendisine antiemperyalist diyen birçoklarının sabit pozisyonu, ABD veya onun Batılı müttefikleri tarafından yapılan her şeye karşı çıkmak oldu. Peki ama, ekonomik hakimiyetin ulusal hükümetlerin değil, esas bağlılığı herhangi bir ülkeden ziyade kendi offshore banka hesabına olan akla hayale sığmaz ölçüde zengin adamlardan oluşan küresel bir neoliberal elitin elinde olduğu bir zamanda, eski anti-sömürgeci ikilik – “Batı ve geri kalanlar” – hala işe yarıyor mu?

Neoliberalizm – bazen “piyasa köktenciliği” olarak da adlandırılır – bir emperyalizm biçimi olarak görülebilir. Bunun karşısına ise, tarihi sınırlarda duvarların olduğu ve tarifelerin geçerli olduğu zamanlara geri almak isteyen, diyelim ki Donald Trump veya Victor Orban’ın daha eski moda milliyetçiliği konabilir.

Hindistan’da yaşayan Sri Lankalı bir aktivist olan ve son kitabı Indefensible: Democracy, Counter-Revolution, and the Rhetoric of Anti-Imperialism (Savunulamaz: Demokrasi, Karşı-Devrim ve Antiemperyalizm Söylemi) (Haymarket Books, 2018) bu gibi soruların sorulmasına neden olan Rohini Hensman’ın pozisyonu kabaca bu. Kendisi bir yandan da, bugün antiemperyalistlerin Rus, İran, BAE ve Suudi ekonomik anlaşmalarına ve askeri maceralarına dikkat kesilmesi gerektiğini vurguluyor.

Indefensible, dış politika ve insan hakları ile ilgilenen tüm solcular için önemli bir kitap. Neden bu kadar çok solcunun diktatörlerle saflaştığını soran Hensman, Stalinist geleneklerle ve ABD hariç herkesi ipten alan bir antiemperyalizm versiyonu ile hesaplaşmamız için ihtiyaç duyduğumuz parçaları bir araya getiriyor.

Hensman kitapta, hammaddelerin sömürgelerden zorla elde edildiği klasik emperyalizm ile üretimin ulusal devletten bağını kopardığı ve şirketlerin, bunun kendi ülkesindeki işçilere etkisi ne olursa olsun, işleri emek maliyetleri en düşük neredeyse oraya gönderdiği günümüzün küreselleşmiş ekonomisini birbirinden ayırıyor.

“Üretkenliğin başarının anahtarı olduğu küreselleşmiş bir dünya ekonomisinde, militarizm ekonomik güce bir mâni haline gelmiştir,” diyor. Bu, ABD için özellikle doğru. Bu konuda Chalmers Johnson’ın argümanlarını takip ederek, ABD’deki delicesine orantısız savunma bütçelerinin toplumsal mahrumiyete ve demokrasi açıklarına yol açtığını vurguluyor.

“Sözde Antiemperyalistler”

Hensman siyasi duruşu konusunda açık: antiemperyalistler bir ülkenin diğeri tarafından ezilmesine karşı durmalıdır. Sosyalistler, demokratik devrimlerle dayanışma göstermelidir, onları ezmek isteyen karşı devrimcilerle değil. Küresel Güney’deki halklar demokrasi istiyoruz dediklerinde, sanki Avrupa ve Kuzey Amerika’daki halkların sahip olduğu ifade ve toplanma özgürlüğü haklarını başka hiç kimse arzu edemezmiş gibi, Batı tarafından manipüle edildikleri düşünülmek yerine, kendi sözlerine itibar edilmeli.

Indefensible, üç tür “sözde antiemperyalist” tipolojisi belirliyor: tüm savaşların ABD’nin veya Batı’nın hatası olduğunu düşünenler, Rusya’nın yaptığı her şeye mazeret uyduran yeni-Stalinistler ve ne zaman eleştirilseler antiemperyalizm dilinin ardına saklanan gerçek tiranlar. Ardından bu matrisi Rusya ve Ukrayna, Bosna ve Kosova, İran, Irak ve Suriye’ye uyguluyor. Suriye hariç tümü tek bir bölümde inceleniyor, Suriye ise biri Esad hükümetine, diğer ise iç savaşa odaklanan iki bölümde.

Her bir çatışma örneğinde, Batı’nın, özellikle de ABD’nin rolünün ve gücünün abartılmasına karşı çıkıyor; bu argüman kritik önemde, eski Sovyetler Birliği tarafından uygulanan tahakküm biçimine tuttuğu ışık da öyle.

Sosyalizm ve Demokrasi

Ona göre Sovyetler Birliği asla sosyalist olmadı çünkü gerçek sosyalizm demokrasiye dayanır. SSCB’nin kendi halkına diktatörce muamelesi, Kronstadt ayaklanmasını bastırışından en başından belliydi. Baskıcı milliyetler politikası ise Stalin tarafından, SSCB’nin bağımsız milletlerden ziyade boyun eğdirilmiş cumhuriyetler federasyonu olması gerektiğinde ısrar ettiği ta 1922’de uygulamaya konmuştu. O dönem itibariyle, SSCB’nin komşu ülkelerine muamelesi ABD’ninki kadar emperyalistti, kaynaklara el konmasına dayalı ekonomik ilişkiler ile siyasi kabadayılığın aynı karışımını kullanıyordu.

Hensman, Enternasyonal Sosyalist Örgüt’ün SSCB’yi herhangi bir türde sosyalist olmaktan ziyade “devlet kapitalisti” gören analizini takip ediyor. Ayrıca, bireysel haklar ile kapitalizmi karşılıklı bağımlı gören Marksist “burjuva demokratik” devrimler kavramlaştırmasını da eleştiriyor. Demokrasi ile ayrılmaz şekilde bağlı olmaktan fersah fersah uzak olan kapitalizmin, diktatörlerle hiçbir sorunu olmadığını kerelerce kanıtlamış olduğunu savunuyor. Bu sebeple, devlet kapitalizmi ile özel kapitalist sistemler arasındaki farka yoğunlaşmaktansa, sol demokratik haklara yoğunlaşmalı çünkü işçiler kendilerini sömüren ve ezenlere karşı mücadele verme alanına yalnızca demokratik devletlerde sahip.

Yorum Analiz Haberleri

Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!
İşgal edilen zihinler
AK Parti ve MHP’nin gençlik teşkilatları Filistin davasının neresinde?
Metalaşan değerler ve ahlaki çözülme