Ali Karahasanoğlu, Yeni Akit Gazetesinde yayınlanan makalesinde CHP’deki gelişmeleri yorumladı:
“Koltuğa yapıştı, artık kalkmaz” dediler.
“Demokrasi kültürü yok, seçilemeyince sonucu kabullenip gitmez” dediler.
“Başarılı olunca koltuğa oturmak ne kadar hak ise, başarısız olunca da koltuğu bırakmak o kadar görevdir” dediler.
Daha başka ne sözlerle, dindar siyasetçileri tahkir ettiler.. Hedef gösterdiler, iftiralar eşliğinde saldırdılar..
En baştaki hedef Tayyip Erdoğan idi.
Tayyip Erdoğan 14-28 Mayıs günlerinde, seçmenin önüne konulan sandıktan başarılı çıktı ve koltukta oturmaya hak kazandı.
Peki, ya 14 ve 28 Mayıs tarihli sandık sonuçlarında başarısız olanlar..
Onlar, daha önce partilerini seçimlerden mutlak başarı ile çıkarma sözü vererek oturdukları koltukları terkettiler mi?
Terketmeyi boşverin terketmeye niyet ettiler mi?
Terketme niyetini de boşverin..
Başarısız olanlar, sanki başkaları imiş gibi, kendi koltuklarını daha da muhkemleştirmeye, bulundukları makamdan asla ayrılmayacaklarını herkese göstermek için günah keçileri bulup, onları tasfiyeye başladılar..
CHP yönetiminin, seçimde öncelikle kendileri başarısız olduğu halde, partide hoşlarına gitmeyen kişileri koltuklarından kaldırma operasyonları şuna benziyor.
Farz edelim, Tayyip Erdoğan seçimi kaybetmiş olsun.
Olması gereken ne?
Cumhurbaşkanlığı koltuğunu kazanan adaya bırakması..
Erdoğan seçimi kaybetseydi, ardından “ben kaybetmedim ki” diyerek, şu kadroyu bu kadroyu tasfiyeye kalksa, Cumhurbaşkanlığı koltuğunu terketmese..
Bu; kabul edilebilir bir uygulama olabilir mi?
Tayyip Erdoğan için, “kaybetse bile koltuğu bırakmayabilir” eleştirisi yapanlar..
Seçimden başarısız çıktıkları halde, koltukları terketmiyorlar.. Cumhurbaşkanı adayı olan Kılıçdaroğlu, genel başkanlık koltuğunu bırakmıyor. Cumhurbaşkanı yardımcısı adayı olarak seçime giren Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş ve diğer 5 partinin liderleri bulundukları koltukları bırakmıyorlar..
“Çıkmışsın yenmiş, çıkmışsın yenmiş” gerçeğini uzun uzun anlatmaya gerek yok.
“Başarılı çıkmazsan, koltuğa oturamazsın.”
Bundan daha doğal ne olabilir..
Ama demokrasi dedikleri sistemin bir gereği de, başarısızlık halinde parti içindeki koltuğunuzu da, bırakmanız..
Bunlar koltuğu bırakmadıkları gibi, çevrelerinde kendilerine muhalif gördükleri ne kadar isim varsa, hepsini kapının önüne koyuyorlar.
Dersiniz ki, seçimden başarılı çıkmışlar ve “biz kendi ekibimizle çalışırız” kararı vermişler..
CHP’de MYK’nın istifa alındı..
Yeni isimler belirlenirken, başarısız Kılıçdaroğlu’na daha güçlü itaat edecekler seçildi..
Hani “biat kültüründen gelenler” diye başlayan ifadelerle dindar siyasileri tahkir etmeye kalkışıyorlardı ya..
Şimdi “biat kültürü”nün kendi içindeki ilkelerini bile ortadan kaldırarak, “öl de, öleyim” mantığı ile hareket edenleri kilit noktalara getiriyorlar.
Sadece parti yönetimi değil.
Partiyi destekleyen medya organlarında da, benzer operasyonlar yapıldı, yapılmaya devam ediliyor..
Şu sebeple, bu sebeple, Cumhuriyet gazetesinde genel yayın yönetmeni (Tuncay Mollaveisoğlu) yollandı..
Yetinilmedi..
Yazarlar da (Hem de, düne kadar bilim adamı diye taltif ettikleri Barış Doster) yollanmaya başlandı..
Sanırsınız ki, CHP’de seçime girip başarısız olan, Kılıçdaroğlu değil, MYK üyeleri..
Sanırsınız ki, Kemal Kılıçdaroğlu’nu % 60 oy ile kazanacağını iddia eden sadece Tuncay Mollaveisoğlu ile Barış Doster..
Aslında bunların hepsini bir kenara itecek bir gelişme daha yaşandı, CHP ve medyasında.
Milli Görüş çizgisinden gelip, Maliye Bakanlığı, Başbakan Yardımcılığı koltuklarına oturduktan sonra, çok daha büyük makamlara gelmesi gerekirken, CHP’de milletvekilliği ile yetinen, 14 Mayıs seçimlerinde ise aday bile gösterilmeyen Abdüllatif Şener, Kılıçdaroğlu’na oy vermediğini ilan etti.
Sonrasında açıkladığı hepten garabet: “CHP’den haftalar önce istifa ettim.”
Maliye Bakanı olan Berat Albayrak, bakanlık görevinden istifa ettiğinde, “Bazı medya organları, 6 saattir, istifayı yazamadılar, haberleştiremediler” diyerek ortalığı birbirine katanlar, şimdi kendi partilerinin bir milletvekilinin istifasını, CHP genel merkezindeki uçan kuştan haberleri olduğu halde, yazamadılar..
Sustular.. Sessiz kaldılar.. Üç maymunu oynadılar..
En sonunda Abdüllatif Şener kendisi istifa ettiğini açıkladı..
Ama... “Tahammülsüzlük” derseniz..
“Basın özgürlüğü” derseniz, “farklı düşüncelere saygı” derseniz..
Mangalda kül bırakmayanlar.
Şimdi gerçek yüzlerini ispatlama sürecindeler.
Buyrun soldan çarklı medyada, bu riyakârların hepsini test edelim..
Tayyip Erdoğan’a çakıyor diye, seçim öncesinde hemen her gün Halk tv’ye çıkarılan.. Sözcü gazetesinde manşetlere ismi yazılan Abdüllatif Şener..
CHP’den istifa ettiğini açıkladığı an itibari ile.
Hodri meydan..
Görelim bakalım, bugünden sonra, Halk tv’ye çıkabilecek mi?
Nasreddin Hoca’nın fıkrasındaki gibi, takdirler, beğeniler, televizyon ekranında saatlerce konuşturmalar, Abdüllatif Şener’in şahsının bilgisi için miymiş?
Yoksa, CHP’ye payandalık yaptığı, Erdoğan’a eski bir AK Partili olduğu halde hakaretler savurduğu için mi?
Şener’in bilgisine, düşüncelerine saygı sebebi ile Halk tv’ye çıkarılıyordu ise, bugünden sonra da o ekranlarda kendisini görmemiz lazım..
Ki, basın özgürlüğü kapsamında, Abdüllatif Şener CHP milletvekili olduğu dönemde, Akit tv’de Kırmızı Masa programında Muharrem Coşkun’un konuğu oldu, görüşlerini izleyicilere uzun uzun anlattı..
Bugünden itibaren, bakalım Abdüllatif Şener’in kapısına bir tane sol medyadan isim uğrayacak mı?
Bakalım takdir Nasreddin Hoca’nın kavuğuna mıydı, yoksa şahsına mı?
Derseniz ki, “Boşverin, Şener’in Halk tv’ye çağrılmasını.. Şimdiden Şener’e bel altı vuruşlar başladı bile..”
Cevabım, “Siz de haklısınız” olur.