Başbakan Erdoğan, İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres’e Gazze’de öldürülen çocuklarla ilgili olarak “Siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” dediğinde dünyanın büyük bir çoğunluğu tarafından desteklenmişti.
Türkiye ile İsrail’in ilişkileri çok zor düzelecek biçimde bozulmuştu ama Erdoğan’ın benimsediği “hakkaniyetli” davranış, sahipsiz insanlara sahip çıkışı, güçlüye karşı güçsüzü savunması, insanın ve insanlığın ortak çıkarını her türlü kaygının ötesinde bir vicdanla koruması saygıyla karşılanmıştı.
Özellikle Ortadoğu’nun ezilen insanları, İsrail’in “ölçü tanımaz” gaddarlığı karşısında böyle yürekli bir sesin çıkmasını büyük bir sevinçle selamlamışlar, bütün bölge Erdoğan’ın resimleriyle donanmıştı.
İsrail’in “sağcı” hükümetinin ve düzeysiz dışişleri bakanının şımarık saldırganlığından bunalan Batı da, bu sözleri haklı bulmuştu.
Erdoğan, o davranışıyla kendine “bir ölçü ve standart” koymuştu.
Bu ölçü, geleneksel “devlet çıkarı” kavramını aşan, “insanı” ve o “insanın hayatını” bütün çıkarların önüne koyan bir ölçüydü.
Herkesin herkesten sorumlu olduğu 21. yüzyılın ahlakına uygundu ve o ahlak için de çok iyi bir örnekti.
Böyle bir ahlak anlayışı adına yaptığı çıkışın iki ülkenin ilişkilerini bozması, herkesin o ahlakın değerini anlaması nedeniyle hemen hemen hiç eleştirilmedi, eleştirmek isteyenler de bu “ahlak” anlayışına karşı ortaya koyacakları bir başka ölçü bulamadıkları için susmak zorunda kaldılar.
Erdoğan, bir dünya lideri gibi davranmıştı.
Ama liderler, kendileri için böyle bir ölçü ortaya koydukları zaman, aynı zamanda bir söz de vermiş olurlar.
Her zaman o ölçüye sadık kalacaklarına dair bir sözdür bu.
Erdoğan, Davos’ta verdiği sözü daha sonra tutmakta zorlandı.
Darfur’da hiç sesi çıkmadı, Mısır’da tepki vermekte gecikti, Libya’da Kaddafi’ye karşı ayaklananların korunmasını tasvip etmeyen bir davranış sergiledi.
En son da Suriye’de iyice sıkıştı.
Beşir Esad, muhaliflerini öldürüyor.
Tanklarını sokağa çıkardı.
Erdoğan’dan Davos’taki gibi sert bir tepki gelmiyor.
Suriye’nin ve Esad’ın herkes için büyük bir önemi var.
Suriye’deki diktatörlüğün yıkılmasının Ortadoğu’daki dengeleri değiştireceğinden korkan bütün ülkeler başta Amerika olmak üzere meseleyi sessizce halletmeye çalışıyorlar.
Türkiye devletinin ise daha da özel çıkarları var Esad’ın liderliği sürdürmesinde.
Suriye’nin Kürtlere “vatandaşlık hakkı” vermesini ve Suriye kökenli PKK militanlarının ülkelerine dönmesini istiyorlar, bunu da Esad’la sağlayacaklarını düşünüyorlar.
Erdoğan, “Devletimin çıkarı gereği ağırdan alıyorum ve diğer devlet başkanlarıyla yaptığım görüşmelerle meselenin çözümüne katkıda bulunuyorum” diyebilir.
Ama bu, sorunlu bir açıklama olur.
Eğer Suriye’deki muhaliflerin diktatörün askerleri ve tankları tarafından öldürülmesine “sessiz ve gürültüsüz” bir diplomasiyle karşı çıkacaksak, bu “sessizlik” sırasında o insanların daha da fazla kırılmasına göz yumacaksak, neden Erdoğan Davos’ta İsrail’e o kadar açık biçimde ve o kadar sert bir üslupla karşı çıktı?
Eğer Türkiye’nin çıkarları “başka topraklarda öldürülen insanlardan” daha önemliyse, neden İsrail’le Türkiye’yi savaşın kıyısına getiren Mavi Marmara’nın denize açılmasına ses çıkarmadı?
Biz, yeni çağın “insanı en öne koyan” ahlakına sahip çıkmanın Türkiye’nin ve bütün insanlığın ortak çıkarına olduğunu düşünerek mi bir dış politika saptıyoruz yoksa öldürülen insanlara hiç aldırmadan, eski usul, “devletin kısa vadeli çıkarlarını” her şeyden daha önemli görerek mi dış politika saptıyoruz?
Yirminci yüzyılın “devlet çıkarı” anlayışıyla hareket ediyorsak neden Gazze’deki insanlar için İsrail’le savaşın eşiğine geldik, yok eğer 21. yüzyılın ahlakıyla “insanın ortak çıkarı her devletin de ortak çıkarıdır” anlayışıyla hareket ediyorsak neden Suriye’deki kanlı kıyım karşısında aynı sarsıcı üslubu kullanmıyoruz?
İnsanların öldürüldüğü iki durumda iki ayrı tavır sergilediğinizde bir açıklama yapmalısınız.
Aksi takdirde, bu “çifte standart” ciddi kuşkular yaratır.
Erdoğan’ın ve Türkiye’nin “bütün ezilen insanları” savunan, bunun bütün dünyanın dolayısıyla da Türkiye’nin çıkarına olduğuna inanan bir ölçüsü ve dış politikası olduğuna inanmak istiyorum doğrusu.
Dün akşamüstü Erdoğan’ın yaptığı “uyarıcı” ama “ılımlı” açıklama bu umudumu besliyor.
Ama katliamdan, öldürülen insanlardan hiç söz etmemesi, bu ölümlerin derhal durdurulması için güçlü bir çağrıda bulunmaması, “one minute”ın Arapçasını henüz keşfedememesi de “ölçülerin” sağlamlığı konusundaki kuşkuları gidermeye pek yetmiyor.
ahmetaltan111@gmail.com
TARAF