Bütün bir topluma magazin kültürü ve perspektifini kimlik edinerek hayatını ikame etmesi durumunda başının ağrımayacağını dikte etmeyi meslek edinmiş çokbilmiş tiplerle kuşatıldı etrafımız. O kadar çokbilmiş ve derinden derine tecrübe etmişler ki; her durumda ve her zaman haklılar, hiç yanılmıyorlar çünkü her dönemin yükselen değerleri ve kadroları adına konuşuyorlar. Ancak bireysel ve toplumsal olarak kafamızı sürekli duvara çarpmak istemiyorsak, aynı delikten defalarca ısırılmak istemiyorsak, unutup yanılıp tarihin tekerrür etmesine katkı sağlayan basit bir malzeme olmak istemiyorsak bu karanlık kuşatmayı makul ve mutedil imkânlarla aşmak zorundayız.
Birkaç gün önce AK Parti’nin Edirne kongresinde konuşan Binali Yıldırım “şöyle bir geriye doğru dönüp baktığımız zaman” diyerek devam ettiği cümlesi üzerinde ciddiyetle durmak lazım. Çünkü önemli konuşmalara kulak kesilmesi gerekenler boş verdiğinde o seslerin bastırılması için seferber olanlar hem tarihi yaşanmışlıkları çarpıtma hem de temel hak ve özgürlüklerin engellenmesi yolunda ciddi mevziler kazanmış oluyorlar. Şimdi bakanlık, başbakanlık ve Meclis başkanlığı yapmış Binali Yıldırım’ın Edirne’deki konuşmasında geçen ilgili birkaç cümleye bir bakalım: “Şöyle bir geriye doğru dönüp baktığımız zaman, en önce daha iktidarımızın ilk yıllarında darbe ve vesayet heveslileri meydanlardaydı. Hatırlayın, Balyozlar, Ergenekonlar... Bunlar yalan mıydı, elbette bunlar vardı. Daha sonra 2007'de Türkiye'nin en büyük partisine 363 milletvekili ile cumhurbaşkanını seçtirmediler. Eski vesayet alışkanlıkları, maalesef bizim iktidarımızda da tekrar hortladı.”
FETÖ’den Önce Asrı Saadet’i mi Yaşıyorduk?
Türkiye’de askeri darbelerin 15 Temmuz 2016’da FETÖ ile başladığı, FETÖ ordu ve yargıya sızıp ele geçirinceye değin ülkenin hiçbir sorunu olmadığı masalı pek bi revaçta hatta çok makbul. Bu şehir efsanelerine inanacak olursak ülke ve toplumun FETÖ ile başlamayan ve FETÖ ile bitmeyen hemen hiçbir sorunu yok. Koskoca bir ülkenin askeri vesayet, yolsuzluk ve yasaklarla dolu tarihini yeniden yapılandırıp “FETÖ bütün kötülüklerin anasıdır” klişesine sığdıracaklar neredeyse. Evet, iktidar da bu kolay ve ucuz yöntemi kurtuluş yolu sayıp sarılınca her şey yolunda gidecek sanıldı.
Oysa biraz dikkat edilirse Binali Yıldırım neredeyse mütemadiyen Ergenekon-Balyoz sürecini hatırlatan beyanatlar veriyor. Mesela Cumhuriyet Gazetesi yazarı Mehmet Ali Güller’in arşivine yansıyan birkaç örneği biz de buraya alalım ki, meselenin AK Parti cenahında değil ama Ergenekon-Balyoz cenahında ne derece önemsendiğine dair bir vesika olsun.
Binali Yıldırım 9 Ekim 2016’da “Ergenekon ve Balyoz sapına kadar gerçekti”, 23 Ekim 2016’da “Ergenekon ve Balyoz vardı, FETÖ’cüler sulandırdı”, 14 Temmuz 2017’de “Ergenekon ve Balyoz yalan değildi, meşru hükümete ve milli iradeye karşı darbe girişimiydi”, 16 Ağustos 2017’de “Darbeciler, Ergenekoncular, Balyozcular sırasını savdı, görevi FETÖ’cülere devretti” ve 26 Şubat 2018’de “Önce Balyozcular, Ergenekoncular, onları defettik” şeklinde bazı cümleleri tarihe geçmiş. Bu cümleleri Mehmet Ali Güller gibi isimler otomatik olarak “FETÖ kumpasını savunma” biçiminde yaftalamak için hazır bekliyorlar zaten. Çünkü Fetö ve kumpas deyince akan sular duruyormuş gibi gözüküyor, muhataplarda hiçbir meseleyi konuşup tartışma cesareti kalmıyormuş gibi gözüküyor. Ama sadece “mış gibi” gözüküyor, “mış gibi” işitiliyor. Oysa sadece AK Parti tabanı değil toplumun kahir ekseriyeti bu dönemde tartışıp gündem etmeyi çok faydalı gibi görmese de Ergenekon-Balyoz sürecine ilişkin görüşünü de öfkesini de diri tutuyor. Pragmatik gerekçelerle de olsa öncelik-sonralık ayrımı halen taban ve tavanda birbirine yakın düzeyde seyrediyor.
“En Sinsi, En Komplocu” Kamuflajı
İlginç olan hususlardan biri de artık kendi çapında bir Amiral Gemisine dönen Hürriyet’in kaptan köşküne oturan Ahmet Hakan’ın Binali Yıldırım’ı tekzip etmek üzere çok acelesi ve keskin tutumunda kendisini göstermekteydi. Ahmet Hakan “Evet, Ergenekon-Balyoz yalandı” diyerek esasen Binali Yıldırım’a değil esasen bütün Türkiye’ye ayar vermeye kalkıyordu. Hep o bildik plak devreye sokuluyor, kulakları tırmalayan nakaratlar okunarak bütün sorunlar sihirli bir cümleyle çözülüyordu güya: “FETÖ yeryüzünün en planlı, en sinsi, en komplocu….” Ne büyük bir ikna yöntemi, bütün muhalif söylemleri susturan harika bir ispat yöntemi filan mı diyecek bunu okuyanlar?
Sokakların terörize edildiği bir dönemden geçiyoruz, bu süreç oyun veya algı operasyonu değil maalesef. Siyasetçi ve gazetecilerin üzerine salınan çeteler vasıtasıyla eski dönemdeki gibi “alaca kuşak karanlığında bir Türkiye” sürecini hızlandıran resmi ve gayrı resmi, açık veya örtülü kimi aktörler durumdan vazife çıkarıyorlar. İktidar partisinin il kongreleri yapılırken infaz düzenlemesiyle kimi cezaevinden çıkmış organize suç örgütü liderleri de şehir şehir gezerek eski bağlantıları canlandırıyor, tahkim ve modifiye ediyor. Hukuk devleti söylemini boşa çıkaracak kadar lakayıt ve çelişkili icraatlar sergilenirken iktidarda bir iç çekişme, statükoyu muhafaza etmek üzere milliyetçi söylem ve örgütlere yaslanma gibi tuhaf ötesi bir dizi aymazca hareketler görülüyor. Askeri teknolojiye, sağlık ve eğitime, ulaşım ve sanayiye yapılan yatırımları açık ve net olarak halkın anlayacağı dilde izah edecek temsilcilerin yokluğu kronik muhalefetin yalan ve çarpıtmayla gündemi belirlemesine yol açıyor.
Fabrika ayarlarına dönmek yerine “Maocu Fabrikatör”ü her gece kanal kanal gezdirip toplumu kazanacağını var sayan korkunç bir akıl tutulmasıyla karşı karşıyayız. Beka kaygısında yaşanan aşırı yorumlar milliyetçi-devletçi refleksi hormonlu olarak büyüttü ve ne yazık ki sorunların kaynağı da, kamuoyunda rahatsızlık yaratan kadroları da görünmez kıldı. Sıkıntılar aşılamayacak gibi değil ama önce sıkıntının ve sıkıntılı kadroların varlığını kabul edip toplumun beklentilerine hızlı ve köklü cevap verileceğine ilişkin sağlam adımlar atmak şartıyla.
Yeni Akit