Filistin Davasına içeriden bir tanıklık: “Diken ve Karanfil”

OSMAN SEVİM

"Allah'ım bizimle onların dikenlerini kır, bayraklarını ayaklarımızın altında çiğnettir, liderlerini kahret, gururlarını kır, devletlerini yok et, verdiğin vaadi gerçekleştir ve halkımızın topraklarına dönme umutlarını gerçek kıl.”  Yahya Sinvar

Bu yazıda, günümüz Filistin İslami direnişinin önde gelen isimlerinden, simalarından biri olan Yahya İbrahim Sinvar’ın cezaevinde kaleme aldığı ve 2004’te bitirdiği; kısa süre önce de Vahdettin İnce tarafından tercüme edilen ve Ekin Yayınevinden çıkan “Diken ve Karanfil” 1 adlı -kısmen anı, kısmen de otobiyografik-eserini değerlendirmeye çalışacağız. Bununla birlikte hem kitabı ve yazarı anlamaya ve anlatmaya çalışacağız hem de yazarın ve eserin doğduğu yerin, zamanın sosyo-psikolojisini, siyasi ve askeri havasını yansıtmaya çalışacağız inşallah.

Amin Maalouf "Uygarlıkların Batışı" adlı eserinde: “Bir edebi eserde en önemli şeyin, yazarın bize aktarmak istediği ileti değil, her okuyucunun kendi bulabileceği entelektüel ve duygusal gıda olduğunu anladım” diyor. İzninizle bu eserde bulduğumuz o entelektüel ve duygusal gıda ile ilgili birkaç satır yazmak istiyorum.

Doğrusu, yazar Yahya Sinvar’ın, soykırımcı ve işgalci Siyonist İsrail devletine karşı Filistinlilerin son kıyamı olan 7 Ekim 2023 “Aksa Tufanı”  öncesinde ve sonrasında üstlendiği rolü ve sorumluluğu düşünüldüğünde bu eser daha da anlamlı bir hal almaktadır. Kitabın takdiminde, Yahya Sinvar’ın Aksa Tufanı kıyamında analiz yeteneği, strateji becerisi ve adanmışlık bilinciyle direnişin adeta trafosu gibi göründüğüne değinilir. Yine Yahya Sinvar’ın; istihbarat ağı, askeri teknoloji ve yetişmiş insan gücü açısından eşsiz olduklarını düşünen, her şeye güç getirebileceklerini vehmeden Siyonistleri bir anda aciz bırakan ve dünyayı da şaşkına çeviren sarsıcı hareketin koordinatörü olma ihtimalinin çok yüksek olduğu da vurgulanır.

Bu esere, yazı yazmayı, tarihe not ve kayıt düşmeyi de direnişe dâhil eden; direnerek yazmayı veya yazarak direnmeyi yaşam tarzı haline getiren, vazife bilen eski siyasi bir mahkûmun dışarıdaki anıları, öz yaşam öyküsü veya 1967’den sonraki Filistin direniş kronolojisi de diyebiliriz.

Yahya İbrahim Sinvar, resmi eğitimini Gazze İslam Üniversitesi, Arap Dili ve Edebiyatı bölümünde almıştır. Ama hayatına yön veren gayri resmi eğitimini ise dışarıda, mücadele alanında, evde, camide, cephede ve en çok da içerde almış biridir..

Barış savunucusu Miko Peled, “Generalin Oğlu” ismini verdiği eserinin bir yerinde İbrani Üniversitesi Harry S. Truman Enstitüsü’nde araştırma görevlisi olan, Filistin sosyal, kültürel ve siyasi tarihi uzmanı Dr. Maya Rosenfeld ve çalışmalarından söz eder. Rosenfeld, 1970 ve 1980'lerde ivme kazanan Filistinli örgüt, hareket ve cezaevlerindeki siyasi mahkûmlar ile ilgili alan araştırması yapmıştır. İçerdeki “Filistinli siyasi mahkûm ve hareketlerin en önemli ayağının eğitim alanı”, olduğunu ve bu konuda hayli ilerlediklerini aktarır. Eğitim programlarının tarih, dil, bilim ve siyaset teorisi çalışmalarından oluştuğunu; mahkûmların kişisel çalışma ve becerilere göre yönlendirildiklerini, içerde ve dışarıdaki güncel meselelerin konuşulduğunu, tayin edilmiş günlük programlar ile İbranice, İsrail tarihi, Siyonizm’in gelişimi ve diğer milli hareketleri incelediklerini2” aktarır. Ayrıca Rosenfeld, Batı Şeria'da veya Gazze şeridinde hapishane deneyimi yaşamamış bir tek aile veya bireyi bulmanın çok zor olduğunu3da yazar. Yahya Sinvar’ın disiplini, siyasi ufku, tarih bilinci, İbraniceye olan vukufiyeti vs. içerde alınan bu kıymetli eğitimin varlığını ve ciddiyetini teyit ediyor sanırım.

Bu eser, iyi eserlerin siyasi mahkûmlar ve politik muhacirler tarafından yazıldığı savını güçlendiren bir eser. Hicret, göç, mahkûmiyet ve benzeri yaratıcı yıkım etkisi gösteren etmenler kaliteli kişi ve eserlerin neşvünema bulmasına olanak sağlar. Haklı, inançlı ve onurlu kişilerin, içinde bulundukları zor koşullara rağmen olup bitenler ile ilgili eser yazmaları kayda değerdir. Zamanın ve mekânın kuşatıcılığına aldırmaksızın özgürlüğe kaçışı kolaylaştıran bu yol, çoğu politik mahkûm ve muhacirin geçtiği bir yoldur, diye düşünüyorum. Stefan Zweig, Satranç isimli eserinde “İnsan [içerde] kendi kendisiyle, kendi bedeniyle ve masa, yatak, pencere, leğen gibi 4-5 dilsiz nesneyle çaresizlik içinde tek başına kalıyordur.  Suskunluğun siyah okyanusundaki cam fanuslu bir dalgıç gibi yaşıyordur insan,  kendisini dış dünyaya bağlayan halattan kopmuş olduğunu ve o sessiz derinlikten hiçbir zaman yukarı çekilmeyeceğini ayrımsayan bir dalgıç gibi hatta!4” diye yazar. Ama Sinvar ve diğer bilinçli mahkûm ve tutsaklar o olumsuz şartlara teslim olmaz, bunu hayatının bir kesiti gibi görür; aklını, sosyal ilişkilerini ve umudunu korur. Zamanını en kıymetli bir şekilde atlatmaya çalışarak yaşar. Kendisi koğuşta, ranzada; kulağı mazgalda olduğu halde gözü, aklı ve kalbi dışarda olanın esir edildiği veya esir alındığı görülmemiştir çünkü.

Sinvar’ın çok küçükken yaşadığı ve tanık olduğu gerçek kişi, olay, an ve mekânları detaylı anlatması ilgi çekicidir… Geçmişe dair ve özellikle de kişilerin terk ettiği veya koparıldığı an, kişi ve mekâna dair mahkûm veya muhacirlerin zihin haritası bir başkadır. Her şeyi ve herkesi olağandışı bir biçimde kayıt altına almışlardır. En son neredeydi, ne yedi, ne içti, neler yaptı, kime ne söyledi. Son bakıştaki o gözler ne konuştu vs. Bir tutsağın hafızasının inanılmaz derecede canlı ve berrak olmasının bir sosyo-psikolojik, bir açıklaması vardır elbet.  Zihin kumbarası canlı, dinamik ve hayatın her karesi itinayla kaydedilmiştir. Bir yolda veya herhangi bir voltada an be an gün be gün geri sarılan bir film şeridi eşliğinde anlatılır her şey... Bir uzuv gibi taşınır hatıralar. Trajik olan ince ince, ilmek ilmek işlenir, kazınır hafızalara. Duygular, düşünceler, diyaloglar, dip dalgası yaratan iç sesler... Ama hiç bitmeyen bir dip dalga daha var. Kurtuluş umudu ve bu umudu besleyen ana kaynak; iman. Geçici olanda oyalanırken, yürek tüm gücüyle esas olana işaret eder. Kurtuluşa!

Gerçekten, geçmiş “zamanın ruhunu, tarihî metinlerden ziyade edebî metinler ve hatıratlar ele verir.”5 Yazar, yaşadığı zamana olan tanıklığını ortaya koyan bu gibi edebî metinlerle hem kendi hayatı hem de zamanın ruhunu bir arada ele alarak” biz sonraki nesillere geçmişe dair kıymetli bir vesika bırakır...

Her ne kadar yazar,  ‘eserinin içerisinde anlatılan olayların gerçek olduğunu ama sadece kendisi ile ilgili olmadığını’  belirtse de aslında, anlattığı her bir olayı veya olayların tamamını ya görmüş ya duymuş ya bir şekilde içinde olmuş veya yönlendirmiş olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü yazarı, yazdığı satır aralarında; direniş safhalarının, saflarının ve önderlerinin ya arkasında ya yanında ya da önünde açıkça görebiliyor ve bulabiliyoruz.

Sinvar’ın ailesi, 1948 felaketi ile Askalan’dan Gazze’ye gelmiştir. O, Han Yunus mülteci kampında 1962’de doğmuştur. (Mülteci kamplar ile ilgili bir detay: Katil Ariel Şaron, 1953 yılında “Unit 101” isimli birliğin başına getirilir. Bu birlik, Filistinli direnişçileri öldürmek ve durdurmak için Gazze’ye gönderilir. Sonra, Şaron: “Eğer mülteci kamplarına karşı harekât yapmazsak, buralar birer katil yuvası olurlar”6 diyor. Diğer deyişle “İsrail’e karşı direnişin merkezleri olurlar”, diyor. Mülteci kampları tüm hareketlerin insan kaynağı olmuştur.) Burada henüz beş yaşında iken 1967’de Siyonizm’in işgal, katliam ve sürgünü ile karşılaşmış, tanışmıştır. Ailesinin hayat hikâyesi, bütün Filistin’in bir izdüşümü ve koyu bir gölgesi gibi. El Fetih, Halk Cephesi, FKÖ ve liderleriyle erken yaşta tanışır. Direnişi bir akıma, bir vakıaya dönüştüren El-Fetih’in ünlü komutanlarından Ebu Ali Şahin ile tanışır. (Ki, Ebu Ali Şahin, Miko Peled’in anlatımıyla Arafat’ın asistanı ve içerde de 20 yıl boyunca direnişçilerin eğitiminden sorumlu kişidir. Gözaltına alınınca, General İzak Rabin bizzat sorgusuna katılır.)7

Kitapta Hamas, İslami Cihad ve diğer Filistin örgütleri ile ilgili yaptığı analizler tartışmalar hala güncelliğini korumaktadır. Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda milliyetçi ve solcu örgütlerin faaliyetleri, 1973 Arap İsrail savaş ve akabinde yakınlaşmaları, Lübnan İşgali yanı sıra 80’lerden sonra alanlara inen İslami direnişin bu mücadele ile ilgili düşünceleri, eylemleri, duruşları, durumları da sorgulanmakta, mercek altına alınmaktadır.1982 Lübnan işgali sonrası uzun bir sessizlik yaşanır. Aralık 1987'de birinci intifada ile silaha sarılan Hamas'ın duruş ve eylemleri de tartışılmaktadır. Yazarın tarihe olan vukufiyeti; tarihi kişilik, toplum ve olaylara bakış açısındaki tutarlılık ve onları tahkiye ederken ki “insaflı inceliği” takdire değerdir.

Sinvar, belli ki direnişin öğretmeni Şeyh Ahmet Yasin (1937-2004), Salah Şahade (1952-2002), Yahya Ayyaş (1966-1996), İmad Akel (1971-1993) ve benzeri direniş komutan ve öncülerinin ya yakınında ya da arkasında durmuş ve birçok eyleme imza atmıştır.  Bunun bedelini de 22 yıl cezaevinde yatarak korkusuzca ödemiştir.

Kitapta, anlatıcı Ahmet yani Yahya Sinvar,1967 sonrasında “ebedi mağlup psikolojisini” yaşayan Filistin halkının siyasi, askeri, kültürel, eğitim ve psikolojik yanını ailesinin fertleri üzerinden yansıtmaya çalışır… Maalouf, ‘Uygarlıkların Batışı’nda bu durumu şöyle anlatır: “5 Haziran 1967 sabahı, Mısır, Suriye ve Ürdün hava kuvvetleri filoları fiilen yok edildi.   …Araplar bu bozguna takılıp kaldılar ve bir daha asla özgüvenlerine kavuşamadılar”.8 “Batılılar bu çatışmaya hemen bir isim koydular: Altı Gün Savaşı. Araplar bu isimlendirmeyi her zaman aşağılayıcı buldular. “Haziran savaşı”, “Altmış Yedi” ya da “Naksa” demeyi tercih ederler. Naksa, bizzat Nasır tarafından kullanılmış ve yaşananların vahametini küçültmeyi amaçlayan bir terimdir: “talihsizlik” veya geçici başarısızlık anlamına gelen bu kelime genellikle sonunda hastanın atlatacağı tahmin edilen bir sağlık bozukluğu için kullanılır.”9 “Bir mağlup için en kötüsü, bozgunun kendisi değil, ondan hareketle ebedi mağlup sendromunu üretmektir. Sonunda tüm insanlıktan nefret etme ve kendi kendini yok etme noktasına gelir.”10

Eserinde oldukça nesnel ve hakkaniyetli bir dil kullanan yazar Sinvar, Filistinli tarafları yargılamaktan çok anlamaya çalışmıştır. Filistinlilerin kendi aralarındaki düşünsel çatışmaları da konu edinmektedir. El-Fetih Hamas ve diğer hareketlerin temsilcileri ile tartışmakta, konuşmakta ve mücadele etmektedir. İşgal sonrası Filistinlilerin işgal edilmiş topraklarda çalışması ve bunun bir tür ihanet olarak görülmesi, sayılması; Kudüs’ün statüsü, hırsız ve işgalci yerleşimci sorunu, mültecilerin geri dönüşü, iki devletli çözüm önerileri, sınırlar; özellikle direnişçilerin işgal kuvvetlerince kaçırılması, sorgulanması, tutuklanması veya öldürülmesi ile ilgili işbirlikçi hainlerin durumu ile ilgili de uzun uzun yazar. Madrid ve Oslo süreçleri, savaş ve barış girişimleri ve tarafların konum alışları da kitapta yer buluyor.

İşgal ve kıyım sonrası hayatta kalanları bekleyen uçsuz bucaksız trajediler, göçler, yoksulluklar, acı ve ıstıraplar, tüm incelik ve işçiliği ile okuyucuya sunulmaktadır. Hafıza capcanlı. Tüm anı ve hatıralar ilk günkü gibi taze. Diyaloglar, dilek ve düşünceler hep olması gereken vakte ve mekâna ayarlı.

SONUÇ YERİNE

Bu eseri vesile kılarak bazı hakları teslim edelim. Nizar Kabbani, Filistinli direnişçiler için şu sözleri yazar: “Bir tek fedai şiir yazabilir /Bizse her ne yazdıysak hep palavra /Asrın gerçek yazarı bir tek odur.”11 Onlar sadece asrın gerçek yazarı değil aynı zamanda asrımızın gerçek kahramanıdırlar da.

Bugün Filistinliler ve kıymetli direnişçilere, yeryüzünü ifsat eden gerçek düşmanların maskelerini sıyırdıkları için vefa borçluyuz. Mahmud Derviş, “Gazze İçin Sessizlik Alışılagelmiş Hüznün Günlüğü” kitabında Gazze’yi şöyle tarif ediyor: “Gazze dünyanın en güzel şehri değil. Denizi, başka Arap şehirlerinin kıyısından daha mavi değil. Portakalları Akdeniz havzasındaki en güzel portakallar değil. Gazze dünyanın en zengin şehri değil. En zarif veya en büyük de değil. Ancak bir vatanın tarihiyle eşit Gazze. Çünkü o düşmanın gözünde en çirkin, en sefil ve en habis. Çünkü o bizim aramızdan düşmanın rahatını kaçırmaya ve huzurunu bozmaya en yetkin o Çünkü o düşmanın kâbusu. Çünkü o mayınlı portakallar, çocukluğu olmayan çocuklar, yaşlılığı olmayan yaşlı adamlar, arzusu olmayan kadınlar demek. Tüm bunlar yüzünden o bizim en güzelimiz, en safımız ve en sevgiye Mazhar olanımız.”12 Bizim için bir okul ve örnek alacağımız bir ekol oldular. Filistin’in ama özellikle de “Gazze’nin tahakküme direnen bir tarihi var. I. Dünya Savaşı’nda da İngilizlerin yaptığı gibi, Büyük İskender’in de Gazze’yi ele geçirmek için acımasız bir muharebe yaptığı söylenir. Uygulanan şiddet, direnişi kısa bir süre bastırabilir fakat ne zamana kadar? Bir çocuk eline taşı alıp mücadeleyi başlatana kadar! Bu tür bir mücadeleyi bugüne kadar herhangi bir işgalci gücün kazandığı ise görülmemiştir.”13 Winston Churchill (1940-1945 ve 1951-1955 dönemi İngiltere Başbakanı), II. Dünya savaşında yararlılık gösteren Kraliyet Hava Kuvvetleri pilotların için “Hiçbir zaman bu kadar çok kişi, bu kadar az insana, bu kadar çok borçlanmamıştır”14 der. Kesintisiz süren işgal ve soykırım karşısında yine kesintisiz bir şekilde ahlaklı mücadele eden Filistinli kardeşlerimiz için de sanırım bu sözü şu şekilde değiştirip kullanabiliriz, yıllardır bu kadar çok kişi yani bütün insanlık, ümmet, bu kadar az insana yani bir avuç Filistinliye, bu kadar çok borçlanmamıştı!

Kenize Mourad, ”Toprağımızın Kokusu” adlı eserinde, Filistinli bir ilkokul öğretmeninden öğrencilerinin durumunu sorduğunu ve karşılığında ‘işgalci Siyonistlere taş atan çocukların daha rahat ve huzurlu uyuduğu’ cevabını aldığını yazar. Yahya Sinvar’ın eserinde, görevini tam tekmil yapmış olmanın o rahatlık ve huzurunu her sayfada görebilirsiniz.

Son söz; tecrübe değerlidir. Ama nesiller arası ‘tecrübe intikali’ daha değerlidir. ‘nesillerin başarısını pozitif yönde etkileyen ve denenmişleri yeniden denemelerini önleyen önemli unsurlardan biri, tecrübe intikalidir’. Çünkü ‘tecrübe, geçmiş ile şimdiki ve gelecek zaman arasında kurulan doğru ilişkinin adıdır. Tecrübe, tekâmül sürecine sürat kazandırır.’

Bu gibi kıymetli eserlerin yazılması, yayınlanması ve yayılması dileğiyle.

 

1- Yahya Sinvar, Diken Ve Karanfil, (Çev. Vahdettin İnce, Ekin Yayınları, İstanbul 2024)

2- Miko Peled, Generalin Oğlu, (Çev. Zeynep Alp, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2022)s. 232.

3- MikoPeled, age,s. 278.

4- Stefan Zweıg,Satranç, (çev. Ayça Sabuncuoğlu, Can yayınları, İstanbul 1997)s. 41.

5- Fatma Barbarosoğlu, https://www.yenisafak.com/yazarlar/fatma-barbarosoglu,erişim tarihi, 14.05.2024

6- Miko Peled, Gazze’de Kazanmak, Haksöz Dergisi, Sayı 216.

7- Miko Peled, Generalin Oğlu, (Çev. Zeynep Alp, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2022)s. 280.

8- Amin Maalouf, Uygarlıkların Batışı (çev. Ali Berktay, YKY, İstanbul 2019) s. 74

9- Amin Maalouf, age. s.75

10- Amin Maalouf, age. s.80

11- Nizar Kabbani, Kelimelere Benzemeyen Kelimeler (Çev. Mehmet Şayir, Hece Yayınları, 2018)

12- Mehmet Akif Ersoy, Tünel, Gazze’de Yaşamak, Kapı Yayınları, İstanbul 2017, s. 224-225

13- Miko Peled, Gazze’de Kazanmak, Haksöz Dergisi, Sayı 216.

14- Amin Maalouf, Uygarlıkların Batışı (çev. Ali Berktay, YKY, İstanbul 2019) s. 74