Başbakan, benzetilmekten hiç hoşlanmadığını gizlemediği Obama’ya bir de “abi nasihati”nde bulunmuş: “dik dur ama diklenme” demiş. Anlaşılan, şu uluslararası konjonktürde Erdoğan ile Obama’nın tamamen karşıt tavırlar alması gerekiyor. Çünkü Erdoğan, kendisi, “dik durması” gereken yerlerde öyle görünmüyor, ama “diklenmediği” bir konu da yok –muhatabı “toplum” olduğunda.
Şu Obama bağlamında da diklenmiş, “Benzeteceksen Kanuni’ye, Yavuz’a benzet” mealinde, kime benzetilmesinin uygun olacağına dair küçük bir liste de vermişti.
Geçenlerde Ankara’da bir Alevi mitingi oldu, kimine göre elli, kimine göre yüz bin kişi toplandı ve hükümetten hak talep etti. İlke olarak “hak talep etme” mitinglerine taraftarımdır; Alevilerin de hak talep etmeye bir hayli hakları olduğunu biliyorum. Ancak yüzyıllarca Sünniler’den çekmiş Aleviler, bu tarihî mirastan gözlerini ve akıllarını başka yere çevirip bugün yaşanan dünyanın sorunlarını daha iyi görme çabasına girmeyebiliyorlar. Sünniler’le kozlarını paylaşma davasında uzun vadede hepimizi tutsaklığa mahkûm eden anti-demokratik güçlerle birlikte bulunmaktan rahatsız olmayabiliyorlar –burada bayağı ileri gidenleri de var.
AKP cenahından kimileri, ortada çok somut bir Alevi “facia”sı olmadığı için, bu mitingi yapay olarak, hükümeti yıpratmak için düzenlenmiş bir olay gibi gördü, bir “provokasyon” olduğunu düşündü. Öyle ya, şöyle yüz adam ölür falan, miting yaparsın. Böyle bir durum yok. Tabii CHP’nin varoluş tarzı, böyle düşünmeye gerekçe hazırlıyor.
Neyse, ben şimdi Başbakan’ın “Obama”lıktan hoşlanmama hikâyesine döneyim. Bizim gazete bu tepkisinden ötürü kendisinin “beyaz adam” sendromunu tesbit etmişti. Yukarıda değindiğim gibi, Erdoğan’ın benzetilmekten hoşnutsuz olmayacağını belirttiği tarihî kişiliklerden biri de Yavuz’du –Yavuz Sultan Selim.
Yavuz Sultan Selim İran seferine çıktığında, otuz bin Alevi’yi öldürtmüştü. Bu olayın gerçekleştiği dönemde veya onunla ilgili uzantılarda bir “genosid” tartışması da olmadığı için, resmî ve tabiî saygıdeğer tarihyazımcılarımız “otuz bin değildi, iki yüzdü”, “onlar da bizi vuracaktı”, “arkamızdan vuruyorlardı” dememiş, bu olguyu neredeyse kıvançla yazmışlardır.
Bu “kahraman” işleri de zaten çoğu zaman böyledir: birinin kahramanı, öbürünün katilidir. Hem bu durumda, Vecdi Gönül’ün kahramanları, Bahaettin Şakir, Dr. Nazım vb. gibi Ermeni kesmiş değil, Alevi kesmiş bir “kahraman”dan söz ediyoruz.
Aradaki bağlantının –varsa- tamamen rastlantısal olduğunu düşünüyorum. Yani, Erdoğan, “Ben Yavuz’un torunuyum” dediği için Aleviler miting yapmadı. Ama kendini Yavuz’la akraba hissetmekte bu kadar hevesli olan bir iktidar varsa, Aleviler’in de öyle bir iktidardan gocunmaları doğal değil mi?
Obama ne kendisi, ne de Amerika’ya getirilmiş ataları, herhangi bir kıyımın sorumlusu. Ama biri seni ona benzetti diye bir hiddet, bir hiddet. Ya kime benzetilmek istiyorsun? Yavuz Sultan Selim’e! Senin resmî tarihçilerin ve onların yazdığı tarihin resmî papağanları bunlara önem vermiyor, ama adamın elinde, her yerinde, Alevi kanı var.
İnsanlara karşı duyarlı olmayı öğrenebilecek misiniz? Ne zaman öğreneceksiniz?
İnsanlara karşı duyarlı olmak bir “etiket” meselesi değildir. Elinize eldiven giyer gibi duyarlık giyemezsiniz ve frak giymemekle de duyarlı olmazsınız. Bunları yapmakla, olsa olsa, kendi aranızdaki (yani, “giyenler” ve “giymeyenler”) ve insan yüreğinin sıcaklığının uzağındaki kavganızın “zorunlu hareketleri”ni yerine getirirsiniz. “Bugün için azınlıklardan herhangi bir rahatsızlık bizim makamımıza intikal etmiş değildir” tarzında münkabız lakırdılarla, o mütehakkim surat ifadeleriyle, insan sevgisine, insan sıcaklığına sokulamazsınız. Zaten kendinizin de öyle bir niyetiniz yok, belli.
TARAF