Dijital yerliler ve dijital göçmenlerin kuşak çatışması

Fatma Barbarosoğlu, Z kuşağı tanımlaması üzerinden yürütülen tartışmaların daha verimli bir zeminde yapılması gerektiğini hatırlatıyor.

Fatma Barbarosoğlu / Yeni Şafak

Yeni “duyarlılıklar” ve birbirini dışlayan kuşaklar

I-

Kuşak kavramı son yıllarda her türlü sosyal gerilimi, toplumsal beklentiyi ya da hayal kırıklığını “Z kuşağı” üzerinden analiz etmek üzere sıklıkla kullanılıyor. Sorunları bir paydada bütünleyerek toplumsal tasvir oluşturmanın elbette çok işlevsel bir yanı var ve bu çoğu zaman gerekli. Ancak yeni davranış biçimlerini sadece belli bir kuşağa atfederek analiz yapmak çoğu şeyi görmemizi engelliyor. Z kuşağı tasviri, dijital dünyanın ilk yerlilerinin davranış kodlarının analiz edilmesi açısından önemli şüphesiz.

Dijital kültür, sanal âlem üzerinden yeni bir evren inşa etti ve bu yeni evrenin içine doğanlara “dijital yerliler” adı verildi. Kavramın sahibinin adı pek bilinmese de toplumun neredeyse her kesimi dijital yerli, dijital göçmen kavramlarını “ekran tartışmacıları” vesilesiyle öğrendi. Kavram, eğitimci, fütürist Marc Prensky’e ati. “Dijital yerliler” kavramını yeni teknolojilerle büyüyen kuşak için kullanan Prensky, internet ve web ile yirmili yaşlarından sonra tanışan kuşak için ise “dijital göçmenler” kavramını kullanıyor.

Gözden kaçırmamamız gereken nokta şu, yirmili yaşlarından sonra internet ile tanışanların hepsi teknoloji tabanlı öğrenimin dışında, teknoloji okuryazarlığına uzak oldukları halde bir kısmı kendilerini “içerik malzemesi olarak sunma” konusunda çok istekli ve gayretliler. Özellikle sosyal medya söz konusu olduğunda, okuma yazması olmayan yaşlı bireyler bile “hayatım film” anlayışı ile torunları tarafından kaydedilmiş vidyoları üzerinden göçebe olarak dâhil oldukları ortamın maskotu haline gelme pahasına ya da tam da bu niyetle, “etkileşim” arttırmak üzere “dijital sürü”nün önüne atılıyor.

Sorun şu: Dijital yerliler hayat tecrübesinden ve görgüsünden yoksunlar; dijital göçebeler ise hayat görgüsü ve tecrübelerini dijital evrene aktarırken yerlilerin mihmandarlığında ilerledikleri için performans öznesi olarak etkileşim almak üzere kendilerini, yakınlarını ifşa eden, akletme sıkıntısı yaşayan ergen tavrı gösteriyorlar.

Dijital yerli ve dijital göçmen arasındaki geçişkenliğin negatif görüntüsünü bir örnek üzerinden anlatmak istiyorum:

14 Mayıs 2023 seçimlerinin benim açımdan en önemli “fotoğrafı”, geçmişte “ham çökelek” şarkısı ile ünlenmiş, son zamanlarda sosyal medya fenomeni olma yolunda performans gösteren şarkıcının paylaşımı oldu. Gençler arasında adeta bir akım olarak, oy kullanamasınlar diye ebeveynini, dedesini, amca ve yengesini eve kilitlediğini söyleyenlerin paylaşımlarını taklit etmek pahasına, evinde misafir ettiği amca ve yengesinin oy vermesini engellemek için onlara otobüs bileti almadığı “bilgi”sini paylaştı, sosyal medya hesabından. Özgürlüklerinin kısıtlandığından şikâyetçi bu “özne”nin özel hayatından sunduğu bu bilgi sebebiyle takipçilerinden tepki alması beklenir. Neden beklenir? Voltaire’e ait olduğu söylenen -ait olmadığını söyleyenler de var- şu vecize: “Düşüncelerine katılmıyorum ama senin düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar destekleyeceğim.” Bu cümle özgürlükleri savunan herkesin, daha doğrusu kendisini mağdur hisseden herkesin dilindedir. Sorun şu ki, herkes mağdur olma hakkını kendi tekelinde bulundurmak istiyor. Kapitalist düşüncenin “Kazanan hepsini alır” anlayışı, “Mağdur olan her şeyi yapabilir”e dönüşmüş görünüyor. Kendini mağdur hisseden herkes, her şeyi yapabileceğine kendisini ikna etmiş durumda. Post-truth çağının anahtar kelimesi, hissetmek. “Ben öyle hissettim.”, “Bana öyle geldi.”

II-

Susan Sontag 1965 yılında yayınladığı “Bir Kültür ve Yeni Duyarlılık” adlı denemesinde, Sanayi Devrimi sonrasında edebî sanatsal kültür ile bilimsel kültür arasında bir uçurum meydana geldiği yönündeki tartışmaların bir hayli çoğaldığına dikkat çekiyor (Susan Sontag, Yoruma Karşı, Agora Kitaplığı, s. 386). Sontag’ın bahsettiği, edebî sanatsal kültür ile bilimsel kültür arasındaki uçuruma romanlar evreninde ilk dikkat çekici metin ne diye sorulsa, bendeniz Turgenyev’in Babalar ve Oğullar kitabından özellikle birkaç sahneyi zikretmek isterim.

Romanın zamanı 1859 Mayıs ayında başlar. Yirmi yaşlarında neşeli ve iyi huylu oğul Arkady üniversiteyi bitirdikten sonra babasının çiftliğine döner. Yanında büyük hayranlık duyduğu Bazarov adında bir tıp öğrencisi de vardır. Bazarov, Arkady’nin babasının ve amcasının aristokrat alışkanlıklarını küçümseyen, hiçbir şeye değer vermeyen, nihilist bir gençtir. Bazarov eskiye ait olan her şeyi gülünç bulur ve küçümser. Baba Nikolay ve amca Pavel, Arkady’nin arkadaşının davranışları karşısında kendilerini hakarete uğramış hissederler. Arkady’nin amcası, ilk andan itibaren Bazarov’un hiçbir şeye değer vermeyen tavrından hoşlanmaz. Başlangıçta amcasının bu tavrını yadırgayan Arkady zamanla amcasına hak verir:

“Amcama hak vermeye başlıyorum,” dedi Arkady, “sen Ruslar hakkında kesin olarak kötü düşünüyorsun.”

“Ne önemli bir şey! Rus insanının bir tek şeyi iyidir, kendisi hakkında kötü düşünür. Önemli olan, iki kere ikinin dört etmesi, geri kalan her şey saçma.”

“Doğa da mı saçma?” dedi Arkady, uzaklara, artık iyice tepeye çıkmış olan güneşle güzel ve yumuşak bir biçimde aydınlanan renk renk tarlalara dalgın bir şekilde bakarak.

“Senin anladığın anlamda doğa da saçma. Doğa bir mabet değil, bir atölyedir, insan da orada çalışan bir işçi.” Tam bu anda bir viyolonselin ağır sesleri evden ta onlara kadar geldi. Birisi Schubert’in “Bekleyiş”ini acemice de olsa şevkle çalıyordu ve tatlı bir melodi sanki bal dökülüyormuş gibi yavaş yavaş havaya yayılıyordu.

“Ne bu?” dedi Bazarov hayretle.

“Babam.”

“Baban viyolonsel mi çalıyor?”

“Evet.”

“Kaç yaşında baban?”

“Kırk dört.” Bazarov birden bir kahkaha attı.

“Ne gülüyorsun?”

“Bağışla! Kırk dört yaşında bir adam, pater familias, bilmem ne kazasında viyolonsel çalıyor!” Bazarov kahkahalarla gülmeye devam ediyordu; ancak üstadına karşı ne kadar büyük saygı duyarsa duysun Arkady’nin yüzünde bir tebessüm bile yoktu. (Babalar ve Oğullar, s. 63-64)

Bazarov yıkıcı bir karakterdir ve herkesi yerinden etmekten zevk alır. Misafir olarak bulunduğu evde herkesin hayatına bir şekilde temas eder, köylülerle ve çalışanlarla göz hizasından iletişim kurarak onların sevgisini kazanır. Ancak soyluların hayat tarzından, hiçbir işe yaramayan meşguliyetlerinden hoşlanmaz. Arkadaşının babasının Puşkin okuması hiç hoşuna gitmez mesela. Babaların oğullarının zevkine değil, oğulların babalarının zevkine yön vermesi gerektiğine dair inancını arkadaşının babası üzerinde tatbik etmeye kadar gider. Üç gün önce Arkady’nin babasının elinde Puşkin gördüğü için “Baban iyi bir adam, ama modası geçmiş biri” der Bazarov: “Lütfen ona söyle, bu, hiçbir işe yaramaz. Çocuk değil ki, bu saçmalıkları bıraksın artık. Ya bu devirde romantik olma hevesine ne demeli! İşe yarar bir şey ver ona okumak için.” “Ne versem acaba?” diye sordu Arkady. “Bence Büchner’in Stoff und Kraft’ını vermeli ilk önce.” “Bence de öyle,” dedi Arkady arkadaşının sözünü onaylayarak. “Stoff und Kraft herkesin anlayacağı bir dille yazılmıştır.”

Nikolay Petroviç, oğlu ile misafiri arasında geçen bu konuşmayı duymuştur; duyduklarının içinde bıraktığı kekremsi tadı ağabeyi ile konuşarak gidermeye çalışır: “Bak işte seninle ben geri kalmış adamlar durumuna düşmüşüz, modamız geçmiş. Ne yapalım? Belki de Bazarov haklıdır ama itiraf edeyim bir şey bana acı veriyor: Arkady’le artık sıkı bir arkadaşlık kuracağımızı umut ediyordum, oysa anlaşılan ben geride kalmışım, o ileri gitmiş ve bizim birbirimizi anlamamız mümkün değil.”

“Neden o ileri gitmiş olsun ki? Hem hangi konuda bizden çok farklı olacakmış?” diye sabırsızlıkla haykırdı Pavel Petroviç. “Bütün bunları onun kafasına bu sinyor, o nihilist sokmuş. Bu hekim bozuntusundan nefret ediyorum […]” (Babalar ve Oğullar, s. 67-68)

Ebeveynleri ile arasında uçurum olduğunu düşünen kurmaca kahramanlar, Babalar ve Oğullar romanını okumaya devam ettiler nesiller boyu. Mesela Orhan Pamuk’un Sessiz Evi’nin kahramanı, idealist-sosyalist bir genç kız olan Nilgün, babaannesinin evinde ağabeyi ve kardeşi ile yaz tatilini geçirirken Babalar ve Oğullar romanını elinden hiç düşürmez. Orhan Pamuk, Nilgün’ün, Turgenyev’in hangi kahramanına daha yakın durduğu bilgisini vermese de okuyucu Nilgün’ün babaannesinin evinde kendini Bazarov ile özdeşleştirmekte olduğunu sezecektir. Zaten Pamuk da tıpkı Turgenyev’in Bazarov’u genç yaşta öldürerek hayat tecrübesinin Bazarov üzerindeki yükünü göstermediği gibi Nilgün’ü gençliğinin baharında öldürür.

Günümüzde bazı dijital göçebeler, gençlere kendilerini beğensin, sosyal medyadaki mevcudiyetleri tam anlamıyla tescil edilsin diye kendilerini ihbar ve ifşa ediyor.

Velhasıl, günümüzde kuşak çatışmasından ziyade kuşak karmaşası yaşanıyor. Kuşak karmaşası yaşanan ailelerde durum şu: “Gençler bilseydi, yaşlılar yapabilseydi” atasözü başka bir boyutta varlığını sürdürüyor: Gençler biliyor, yaşlılar onların her dediğini yapıyor.

Ya da gençler ebeveynleri tarafından mahremiyetlerinin sömürülmemesini talep ettiği halde en eğitimli ebeveynler bile küçük çocuklarının, genç evlatlarının bazı hallerini sosyal medya hesabından “paylaşım” aktivitesi altında ifşa etmekten geri durmuyor.

Yorum Analiz Haberleri

İran kendi ipini çekiyor…
Ekran karşısında beyni çürüyen bir nesil...
Mimaride insani saiklerin yerini; kârlılık ve verimlilik aldı...
Siyonist çeteye karşı direnişle geçen bir yıl...
“Devrimci zihniyet ahlâkını kaybederse her şeyini kaybeder”