Günümüz toplumunu bilginin yayılma hızı ve kullanım şekli üzerinden anlamaya çalışanlar, “dijital toplum” kavramını kullanıyorlar. İleri teknolojinin hâkimiyetiyle internet ve mobil cihazların yaşam tarzlarını belirlediği dijital toplumda mekân ve zaman bağlamında sınırlar oldukça esnek; görme ve gösterilme alanı fazlasıyla şeffaftır. Özellikle sosyal medya kullanımında, gündelik yaşam pratiklerine yer vererek var olmaya çalışan bireyler, mahremiyet algısını iğdiş edip erozyona uğratmakta, hızla yozlaştırmaktadırlar.
Mahremiyet; “mahrum”, “hürmet”, “muharrem”, “tahrim” gibi kelimelerle aynı kökten türemiş olan “haram” kelimesinden gelir. “Yasaklamak, men etmek, mahrum etmek, el sürmemek ve herhangi bir şeye dokunmamak” demektir. İslam’da; “haram, haram kılmak ve haram kılınmış” anlamlarını taşır. Ayrıca “Allah’ın yasakladığı, haram kıldığı ve evlenilmesi yasak olan kişileri” tanımlar. Sözlüklerde ise “gizleme, koruma, göstermeme, kişiye özel, bir şeyin gizli yönü, kişinin özel yaşamına ilişkin gizlilik” anlamlarına karşılık gelmektedir.
Bu anlamlardan hareketle mahremiyet; samimi, içli dışlı, herkes tarafından bilinmemesi gereken, gizli olanı ifade etmektedir. Yani gizli aile hayatı, kadının çizdiği koruma alanı, bir kişiye veya eşyaya izinsiz bakış ve saklı kalması gereken şeydir. Kurallarını ve sınırlarını bireyin kendisinin belirlediği; istediği zaman ve mekânda, istediği kişilerle ilişkisini sürdürdüğü yaşam alanıdır. Denetim ve gözetimden uzak, bireye ait özel alan; Müslümanlar için ise Allah’ı göz ardı etmeden yaşanılan mahrem alandır.
Bununla birlikte toplumların mahremiyet algısı farklıdır. Örneğin Hilmi Yavuz: “Mahremiyetin sınırı, görmek mi, dokunmak mı?” sorusunu sorar ve Doğu kültüründe mahremiyetin “görünmezlik”, Batı kültüründe ise “dokunulmazlık” olduğunu söyler. Batılı insan için bedeninin mahremiyeti; onun kamusal alanda dokunulmaz olmasıdır. Mahremiyetin ihlali anlamında taciz, bedene dokunmakla gerçekleşir. Doğu toplumlarında ise mahremiyet, görme duyusuyla başlar. İslam “gözlerin haramdan sakındırılmasını” emretmiştir. Yani mahremiyet; mahrem olanın bakışlardan saklanması, mahrem olana bakışın kapalı tutulmasıdır.
Fakat küresel köyümüzde birey merkezli anlayışlar yaygınlaştı ve mahremiyet olgusu da değişti. Bu değişimi sokakta ve sosyal medyada dindar/muhafazakâr kimselerde de görebiliyoruz artık. Temelde gizlilik esasına dayalı olan mahremiyetin dindarlık boyutuyla olan ilişkisi sosyal medya paylaşımlarına yansıyor. Her türlü kullanıcı tipi bulunan bu mecrada, mahremiyet hassasiyeti yüksek olması beklenen insanların paylaşımları, nasıl bir sorunla yüzleşmemiz gerektiğini bizlere gösteriyor.
İnsanların toplumsal olarak farklı konumları, gündelik yaşamda farklı pratikleri olsa da sosyal medya bu farklılıkları eşitliyor. Dijitalleşmenin getirdiği görme ve gösterme özelliği ile farklı yaşam tarzlarına sahip insanların benzer eylem ve pratiklerle bir araya geldikleri görülüyor. Görme ve göstermenin getirdiği bu normalleşme dindar kimliği dönüştürdüğü gibi mahremiyet anlayışlarını da değiştiriyor.
Mahremiyetin tarihsel dönüşümü
Mahremiyet fıtri bir ihtiyaçtan neşet etmektedir. İnsan fıtratına muhalif olmayan dini buyruklar da izzetli bir toplum inşasını hedef edinmişlerdir. Beraber yaşama ve birlikte hareket etmenin gerektiği ortamlarda sosyal kontrolün güçlü olması, bireyin kendisine verilen rolü ve görevi yerine getirmesi, kendisinden daha çok diğer fertleri düşünerek hareket etmesi ve tabi ki her şeyi gören bir yaratıcının varlığına iman, mahremiyeti bir farkındalık düzeyine ulaştırmıştır.
Modern toplumlarda ise kentleşme ve sanayileşmenin etkisiyle özel/kamusal alan ayrımı ortaya çıkmıştır. Buna göre mahremiyet kamusal denetimden uzak özel alanı temsil ederken; devlet ve işveren karşısında yalnız kalma ihtiyacına dönüşmüştür. Bu doğrultuda modern toplumlarda iş dünyasının yoğun temposu ve devlet yapısının getirdiği katı kurallar bireyin kendisiyle baş başa kalıp dinlenebileceği özel bir alan gereksinimi doğurmuştur. Başka bir ifadeyle dayatmıştır. Sonrasında hızla gelişen yeni iletişim araçları ve teknoloji ile birlikte özel ve kamusal alan ayrımı da ortadan kalkmış, esnek bir görünüm oluşmuştur. Dijital toplumun unsuru, yeni iletişim araçlarının bilinçsizce kullanımı “özel ve gizlilik” esasına dayalı mahremiyet alanını yozlaştırmıştır.
Bu değişimi inceleyen sosyologlardan Giddens mahremiyeti; “bireyler arasında gerçekleşen iletişim” olarak ele alır. Mahremiyet, “diğer bireyin özelliklerini bilerek kendi özelliklerini ortaya koymaktır.” Ona göre eşitlik düzleminde, bireyin duygusal yakınlık kurduğu kişiler ile olan iletişimi mahremiyet alanını belirlemektedir. O, mahremiyetin dönüşümünü modern toplum ve sonrasındaki, kimlik ve cinsiyet rollerinin değişimi üzerinden yorumlamaktadır.
Foucault ise mahremiyetin dönüşümünü iktidar zemininde değerlendirir. Panoptikon modelinde olduğu gibi iktidarlar toplum ve bireyleri, zamansal ve mekânsal olarak denetim ve gözetim altında tutarlar. İktidar ilk zamanlarda gözetim şeklini somut ve sert bir şekilde uygularken; yeni medya ve iletişim araçları sayesinde soyut, yumuşak ve görünmeyen ama daha kolay ve sıkı bir şekilde yapmaya başlamıştır. Bu, bireylerin medyayı gönüllü olarak kullanması sayesindedir. Yeni medyada bulunma isteği gözetlenme durumunu kolaylaştırmakla kalmamış, normalleştirmiştir. Bireyler yeni medyada hem takip eden hem de takip edilen olarak, gözetimin bir taraftan öznesi diğer taraftan nesnesidirler. Birey üretici, gözlemci, takipçi ve denetleyici olarak üstlendiği rollerle gözetleyen ve gözetlenendir. Sınırlar esnek, görmek ve görülmek normaldir. Mahremiyet alanı bilerek ve isteyerek gösterilen, izin alınmadan girilebilen bir alana dönüşmüştür. Bu durumun “… Henüz ergenlik çağına gelmemiş olanlar yanınıza gelmek için sizden izin alsın…” (Nur/58) buyruğuna teslim olanlar arasında normalleşmesi ise anlaşılır bir durum değildir.
Bauman, panoptikon sonrası gözetimi, “akışkan gözetim” olarak ifade eder. Her şeyin esnekleşerek belirsizleştiği dijital toplum, akışkan gözetim toplumudur. Bu gözetim, dijital teknolojik ürünler ve sanal güvenlik kontrolün sağlanması ile gerçekleşir. Hayatın ayrılmaz parçası haline gelen kredi kartları, güvenlik kameraları, bilgisayar ve mobil cihazlar gözetim şeklini akışkan hale getirmiştir.
Mahremiyetin bu dönüşümündeki ana rol ise bireyin bilerek ve isteyerek özel alanını sosyal medya üzerinden paylaşıma açmasıdır. Sosyal medya, sunduğu eğlenceli kullanım anlayışı ile cezbetmekte, sınırsız fotoğraf ve video paylaşım imkânı ile görünürlük vaat etmekte, bireyin toplumsal anlamda kabul edilme isteğine nüfuz ederek mahremiyet hassasiyetini öldürmektedir. Mahremiyetin “sır tutmak” olduğunu söyleyen Simmel’e göre, artık sırlar sosyal medyada tutulmaktadır. Sırları söyleme ve gösterme anlayışı revaçtadır. Çünkü ifşa ettikçe genişleyen bir etkileşim alanına ulaşılmaktadır. Takipçi sayısının artması beğenilme ve haz duygusunu arttırmış, elde edilen popülerlik ve yaşanan sanal değer daha fazla paylaşım yapma ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.
“Şeffaflık Toplumu” adlı eserinde Byung Chul Han, şeffaflaşma ve mahremiyet karşıtlığı üzerinden, sosyal medyadaki mahremiyet dönüşümüne odaklanır. Ona göre şeffaflık özel alanın tümüyle elden çıkarılması, içi görülebilir hale getirilmesidir. Dijital toplum mahremiyeti şeffaflaştırmıştır. Şeffaflık mahremiyeti çıplaklaştırarak göstermekte, bu durum artarak devam etmektedir.
İnsan siması sosyal medyada “face” halinde teşhir edilmekte, teşhir edilen bu yüzün ana temasında güzelliği gösterme amacı yatmaktadır. Bu nedenle sosyal medyada paylaşılan insan yüzünde kötü, çirkin veya negatif bir durum bulunmaz. Tam tersine yüz daha fazla güzelleştirilerek mahremiyet alanına değer bir görünüm elde edilmeye çalışılır.
Han’a göre her bir birey, şeffaflık toplumunda mahremiyet alanının reklamını yapmaktadır. Bireyin mahremiyet alanı gösterim değeriyle ölçülerek (beğenme ve yorum) açık bir şekilde sergilenmektedir.
Mahremiyet, sosyal medyada gizlenmeye gerek duyulmadan aksine daha çok görme ve göstermeyle anlamlı hale gelmektedir. Bu anlamda görünmek ve var olmak olgusu, mahremiyetin yeni durumunu özetlemektedir.
Dindarlığın dijital görünümü
Dini kimliği çerçevesinde belli bir mahremiyet anlayışı olan dindar insanlardan, kendini göstermeye çalışan yeni bir dindarlık tipi ortaya çıktı. Dijital alanda sosyalleşme pratiklerini gerçekleştirirken dini araç olarak kullanan “dijital dindarlık” tipi.
Görme ve göstermeye dayalı dijital toplumda dindarlığın görünümü de şeffaflaştı. Dindarlık, dinin temel buyruklarını yaşamın her alanına yayma durumu olması gerekirken, bugün yaşanılandan çok gösterilen dindarlığa dönüştü. Yaşanılan dindarlıkta din hayatın merkezindedir. Dini içselleştiren birey bütün emirlerine uymaya çalışmaktadır. Gösterilen dindarlıkta ise birey istek ve amaçlarına ulaşmak amacıyla dini araç olarak kullanır. Birey toplum tarafından beğenilip, takdir edilmek, statü elde etmek için ya da kınamamak ve dışlanmamak adına dinin kurallarını yerine getirmekte, dindarlığını gösterme ihtiyacı duymaktadır.
Gösterilen dindarlığın dijital görünümü çok kolaydır. Sosyal medya kullanımında dindarlık özlü söz, fotoğraf veya video yolu ile kolayca gösterilir. Hızlı ve kolay gerçekleşmesi sayesinde dijitalleştirilen ibadetler sosyal medya üzerinden yayınlanır. İbadet sırasında atılan selfieler, dijital ibadetin boyutunu gösterir. Yaratıcı ile irtibatın en saf ve mahrem hali olması gereken anlar beğenilme arzusuna kurban edilir. Paylaşımlarda çocuklar kullanılır, özel dini zaman ve mekânlar seçilir. Örneğin, Müslümanlar için oldukça önem taşıyan Cuma gününde farz olan namazla birlikte sosyal medya paylaşımları da olmazsa olmaz eylemler arasındadır.
Anneler kız çocuklarını tesettürle, erkek çocuklarını namaz kılıyormuş gibi paylaşırlar ve dindarlıklarını evlatları üzerinden sevgi ve merhamete dayalı bir içerikle ifade ederler. Hayırlı evlat tanımı namaz, dua, secde, ayet ve hadislerle belirtilir. Bu paylaşımlarla dindarlık pratikleri sanallaştırılır. Hem din merkezli sermaye üretilip tedavüle sürülür, hem de dini görünüme aksesuarlar eklenmeye çalışılır. Bu arada bedensel, dini ve ailevi mahremiyetlerin dijital marketlerde tüketime sunulması herhangi bir kaygı oluşturmamaktadır.
Mahrem olan bedenin dijital görünümü
Tarih boyunca beden kimi zaman güzelleştirilen bir araç, kimi zaman ise nefsi terbiye etmek için sınırlandırılan bir olgu olmuştur. Antik çağda beden gücün sembolü olurken, Orta çağda ruh ile ilişkilendirilmiş, İslam’da ise “üzerimizde hakkı olan” korunması, iyi işlerde kullanılması ve temiz tutulması gereken bir emanet olarak görülmüştür.
Bedenin mahrem boyutu örtme, gizli tutma ve başkalarından sakınma anlamına gelir. Bedenin genel boyutu ise sosyalleşme ve sosyal kimlik edinme durumudur. Dijitalleşen toplumda ise mahrem olan beden seyirlik hale dönüşmüştür. Bireyin sosyal medyada var olabilmesi için mahremiyet hassasiyeti düşük olmalıdır. Bu yeni sosyalleşme pratiği, bedeni meta durumuna düşürmüştür.
Beden, özellikle yüz teşhir edilirken; yaşam tarzları yazılarla, nesnelerle ve sembollerle gösterilmek istenir. Bu kullanıcılar; “kendini ifade eden, gösteren, bilgili, değişimlere ayak uyduran ve yenilikçi” kimseler olduklarını göstermek isterler. Bu doğrultuda paylaşımlar sevgi, dürüstlük ve hayata karşı mücadele etme gibi duygusal ifadelerle yapılır. Yüz, güzel olma odaklı olarak makyaj ve filtre özelliği sayesinde güzelleştirilerek sunulur. Beden üzerinde yer alan ve kimliği gösteren giyim ve nesneler de tüketim kültürünün birer parçası yapılarak, mahremiyet alanı daha da saydam hale getirilir.
Mahremiyetin bu gösterimi, gerçekliğin kendisinden ziyade imajın gösterimidir. Toplumun yaşam alanının merkezinde yer alan imaj, marka ve kullanılan popüler ürünler bireyin hem benliğini hem de kimliğini etkilemektedir. Birey alışılmışın dışında farklı olmak ve popülerleşebilmek için imaj kimliğine bürünmektedir. Dışsal görüntünün değer kazandığı, imaj görüntülerden oluşan, görüntüler üzerinden gerçekleşen dijital ilişkiler yaşanmaktadır.
Kıyafet ve beden üzerinde bulunan nesneler bireyin kültürel yapısını, etnik kimliğini ve hangi dine mensup olduğunu göstermektedir. Özellikle kadınlar kimliklerini; tesettür, kıyafet ve kullandıkları nesnelerle birlikte yaptıkları paylaşımlarla takipçilerine sunmaktadırlar. Paylaşımlarda beden üzerinde yer alan nesneler gösterilirken modaya uygun, imaja dayalı bir görünüm sergilenmektedir. Moda; yenilik, değişim ve farklılıklar üzerinden kendini inşa etme anlamını taşımaktadır. Modaya uyumlu giyinen, yenilikçi ve değişime açık olunduğunun ifadesi paylaşımlar, mahrem alanları esnekleştirerek rahatça görülebilen bir alan haline getirir. Dindarlara ait paylaşımlara eşlik eden dini anlam, söz ve semboller ise mahremiyet yitimini meşrulaştırma gerekçesi olarak sunulmaya çalışılır. Örneğin, eşe karşı duyulan özel mahrem duygular oldukça popüler paylaşımlar arasındadır. Yaşanılan romantik duygular dini ifadelerle “helalleştirilerek” gösterime sokulur. Sanal alanın kullanım kültürü aileye ait özel mahrem durumları, mekân ötesi alanlarda tüketimin bir parçasına dönüştürür. Böylece yeni dini formlar ile dini kimlikler türer ve dindarlık romantik imaj kazanarak dijital alanda yer bulur.
Hâsılı kelam…
İleri teknolojinin hakîm olduğu dijital toplum modeli beraberinde, mikro ölçekli “dijital dindarlık” ve “dijital mahremiyet” kavramlarını da türetmiştir. Bu durum, toplumdaki bazı yapısal dönüşümlerin sonucudur. Yeni iletişim araçlarının artması ile mekân ve zaman bağlamında sınırların esnekleşmesi görünürlüğe sahip olma arzusunu ortaya çıkarmıştır.
Dijital etkileşimler sürekli kendini yenileyerek toplum üzerindeki etkisini arttırdı. “Sanal” kelimesi, insanların yaşadığı, ilişki kurduğu, buluştuğu ve iş yaptığı her ortamda kullanılmaya başladı. Sanal organizasyonlar, sanal kütüphaneler, sanal sınıflar, online dersler, telekonferans, online pazarlama gibi hayatımızın bir parçası olan çeşitli oluşumlar ortaya çıktı. Bilgi teknolojilerinin hızla gelişmesi ve bireylerin, organizasyonların ve toplumların bu teknolojiyi aynı hızla kabul etmesiyle beraber, kavram dünyamıza “sanal toplum” ibaresi de teşrif etti. Öyle ki bu sanal toplum, kıtaları aştı.
Sanal toplum her ne kadar bilgi teknolojilerinin bir sonucu gibi gözükse de ekonomik, politik, kültürel ve sosyal birçok faktörü etkileyen, dolayısıyla biz Müslümanları yakından ilgilendiren bir olgu. Hayatın her anını Allah’a has kılarak yaşamaya çalışanların, bu olgu karşısında; “Allah’ı görüyormuşçasına” hareket etmesi gerekiyor. Rabbimizin buyruklarını hatırlayarak bitirelim inşallah. (Nur/27-28-30-31)
“Ey iman edenler! Kendinizi tanıtıp izin almadan ve içinde oturanlara selâm vermeden kendi evlerinizden başka evlere girmeyin. Sizin için daha iyi olanı budur; umulur ki düşünüp anlarsınız.”
“Eğer o evlerde bir kimse bulamazsanız oralara girmeyin. Size “dönün” denirse hemen dönün; bu sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah bütün yaptıklarınızı bilmektedir.”
“Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Bu onlar için daha arındırıcıdır. Allah onların bütün yaptıklarından haberdardır.”
“Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Dışarıda kalanlardan başka ziynetlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar…”
Muhakkak ki Allah doğruyu söyler. O’na emanet olunuz.