Ankara’daki bombalı saldırısı henüz gerçekleştirilmiş, 100’e yakın cenazenin üzerindeki kanlar kurumamış ve meydan etrafa saçılmış yüzlerce insanın iniltileriyle inlerken mitingi tertip eden kurumlardan biri olan DİSK’in Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, İMC TV’ye bağlanarak canlı yayında şöyle diyordu: “Doğrudan polis tarafından yapılan bir saldırıdır bu, çok açık.” Elbette bu saldırının failini ışık hızıyla açıklama teşebbüsünde Arzu Hanım yalnız değildi. Çünkü kan gölünün ortasında dahi propaganda yapmayı varlık sebebi bilen sol-sosyalist örgüt mantığı diğer bileşenleri de otomatik olarak harekete geçiriyordu.
Ankara’daki miting her ne kadar ‘sivil toplum’ kuruluşlarının ‘savaşa karşı barış’ buluşması olarak anılıyor olsa da temelde seçim sürecinde HDP’yi hatta ilan ettiği Devrimci Halk Savaşı’nda köşeye sıkışan PKK’yı koruyup kollayan bir buluşmaydı. Malumun ilanı olan bu durum vahşi saldırıya en küçük bir meşruiyet kazandırmaz fakat ortaya çıkan ölüm tarlası üzerinden en çok da HDP ve PKK’ya yakın çevrelerin neden çirkin bir fırsatçılık peşinde olduğunu gayet net olarak resmeder.
Demek “İktidarın Elleri Kanlı”
Sadece PKK ve HDP’ye müzahir yayın organlarında haber ve yorumlarla değil doğrudan doğruya HDP adına Selahattin Demirtaş’ın verdiği beyanatlar hiç de yabancısı olmadığımız bir mantık ve adresi işaretliyor aslında. Demirtaş’ın ilk elde ve hiçbir somut veriye dayanmaksızın ağır hakaretler eşliğinde AK Parti hükümetini kast ederek verdiği hüküm şuydu: “Katilsiniz! Eliniz kanlıdır, yüzünüzden, ağzınızdan, tırnağınıza kadar her yerinize kan sıçramıştır. En büyük terör destekçisi olduğunuz ortaya çıkmıştır. Ülkemizde en fazla terör uygulayan, yurt içinde ve yurt dışında terör anlayışını halka dayatan bir zihniyet olduğunuz ortaya çıkmıştır.”
Demirtaş’ın yaptığı bu tasvir duygusal bir patlama veya yaşanan büyük acının verdiği kontrolsüz cümleler sarf etmiyordu. En ince detayına kadar hesaplanmış bir kara propaganda metnini topluma mal etmek ve tarihe geçirmek peşinde olduklarından hiç şüpheniz olmasın. Demirtaş, “yurt dışında terör anlayışını halka dayatan” derken açıkça Suriye’de Esed/Baas rejimiyle PKK-PYD üzerinden kurdukları ortaklığa ve kader birliğine atıf yapıyordu. Tıpkı Reyhanlı saldırısı,Mersin ve Adana’da HDP binalarına yapılan saldırı, Diyarbakır mitingine yapılan saldırı ve Suruç bombalaması gibi bütün sabotajları AK Parti Hükümetine fatura etmek hususunda ittifak etmiş Esed/Baas dostları duruyor yine karşımızda.
Şaşırtıcı olmayan bir biçimde Ankara’daki bombalı katliam sonrasında Kandil’deki savaş tanrıları da aynı hedefi döğüyorlardı. Cemil Bayık, Duran Kalkan, Bese Hozat, Murat Karayılan da en az Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ kadar kesin bir inançla vahşetten kimin sorumlu olduğunu ilan ediyorlardı: “Katliamın sorumlusu kesinlikle AKP hükümetidir. Bu katliamın faili Erdoğan ve onun kontrgerilla ekibidir; Saray’ın Gladyosu’dur.”
Neymiş efendim “PKK’nın eylemsizlik kararı aldığı bir günde bu katliamın gerçekleştirilmesi çok manidar”mış! Pek bi ilkeli, pek bi hukuka riayetkâr ekolojik örgüt liderliği var karşımızda. Son derece basit, iğreti ama bir o kadar da nefret ve düşmanlık dolu bu ‘tespit’, PKK ve HDP kadrolarının cinayetten sabotaja değin işledikleri tüm suçları örtecek bir söylem olarak iş görüyor. Her zaman olduğu gibi PKK barış ve demokrasiyi tesis etmek üzere her türlü fedakârlığı üstlenmiş, bütün komploları boşa çıkarıp, halkımızın refah ve özgürlüğü için çalışırken bir kötülük odağı dikilmiş karşılarına: ‘Saray’daki Erdoğan’. PKK ve HDP kadrolarına ‘barış havarileri’ rolünü yakıştırmak/yapıştırmak üzere, masal tadında propaganda ve türkü tadında dogmatik sloganlarla örülmüş şehir efsaneleri böyle sürülüyor piyasaya.
Önceki yıllarda olanları bir kenara koyalım daha geçtiğimiz iki ay içerisinde sivillerin yanı sıra katledilen asker ve polislerin sayısı 150’ye yaklaşmışken şöyle bir cümleyi kurabilmek için insanın taş gibi kalbi, kösele gibi suratı olması gerekmez mi?: “Her gün ölüyoruz. Ölen biziz, asker de biziz, polis de biziz.” Beyefendiler, hanımefendiler herhalde hep kendi kendilerini öldürüyorlar. Hem gerilla oluyorlar hem de asker ve polis oluyorlar aynı zamanda.
İstihbarat’ı mı Arıyorsunuz?
İyi de aynı konuşma içinde sarf edilen “devlet, Ankara’nın göbeğinde büyük bir katliama imza atmıştır” derken ‘katil devlet’ bu katliamı hangi silahlı birimleriyle yapmıştır acaba? Bu ideolojik ve örgütsel yapı elemanları içinde sadece ahlak, hukuk, vicdan değil en başta tutarlılık aramak da beyhude.
Ülkenin hemen her bölgesinde silahlı saldırılar, sabotaj ve baskınlar, cinayet ve gasplara imza atmış bir örgütün siyasi kanadından “nerede bu istihbarat!?” diye feryad eder gibi rollerin kesilmesine ne demeli? PKK ve HDP’ye müzahir medya organlarında çokça seslendirilen “nerede bu istihbarat?!” sorusunun arka planına da bakmakta fayda var. “İstihbarat imkânları bu kadar güçlü bir devlette bu saldırının bilgisinin olmamasının imkanı var mı?” Ankara’da, Türkiye’nin başkentinde, devlet kurumlarının temerküz ettiği bir şehirde böyle bir saldırı nasıl olur da engellenemez?
Mütemadiyen tekrar eden “özellikle Türkiye metropolleri savaş sahamız olacak” tehditleri Bursa Uludağ’daki otel sahiplerinden veyaNemrut Dağı Turizm Rehberleri Derneği’nden sadır olmuyordu herhalde. 23 Mayıs 2007’de Ankara Ulus’ta Anafartalar çarşısındaki bombalı saldırıyı kim düzenlemişti? Ya 20 Eylül 2011’de Ankara Kızılay’daki Kumrular Caddesi bombalamasını? Aydın Kuşadası’ndaki,İstanbul Taksim’deki, Antalya Konyaaltı’ndakini? Peki, 27 Temmuz 2008’de İstanbul Güngören’de araç trafiğine kapalı Menderes Caddesi’nde 5’i çocuk 18 kişin ölümüne ve 150’den fazla insanın yaralanmasına yol açan bombalı saldırıları kim düzenlemişti? İstihbaratın ‘uykusu’ öteden beri derinmiş hani!
PKK’nın sivil mareşallerinden Zübeyir Aydar’ın saldırıları kınayıp lanetlediği, katliamı Kürt düşmanlığını yükseltmek isteyenlere hamlettiği günler üzerinden çok geçmedi. Karayılan'ın, "sivillere yönelik eylemlerde bulunmayacağız" sözleri de kayıtlara geçmişti. Demokratik-ekolojik özerklik iddiaları da Esed-Baas işbirlikçiliğiyle aynı hatta işletiliyor. Rojava Devrimi projesi üzerinden AB ve ABD’den sonra Rusya’yla da aynı cephede savaşabilecek kıvraklık PKK ve bileşenlerine fazlasıyla özgüven hatta gurur ve kibir kazandırmış anlaşılan. Mayınlanan şehirler, barikatlar kurulan mahalleler, basılan şantiyeler, sivil-asker-polis demeden katledilen insanları görmezden gelerek birilerine “katilsiniz, her yerinize kan sıçramıştır” diye bas bas bağırmak için insanın utanma duygusundan daha fazlasını yitirmiş olması icap ediyor demek ki.