Pendik’te Green Park Oteli’nde yapılan Milli Kurtuluş Konferansı’nı değerlendiren İran nüfuzuna mahsup bazı siteler konferansın Lübnan Hizbullah’ına karşı yapıldığını ileri sürdüler. Burada tavuk yumurta tartışmasına girmeye gerek yok. Lakin bu yorumu yapanlar, neden Hizbullah ve İran’ın Suriye rejimini desteklediğini sorgulamıyorlar. Ama onları tatmin için bir anekdot aktarayım. Konuşmacılardan birisi Hizbullah ile Suriye rejimi arasındaki mahrem bağlara işaret etmek isterken, Hasan Nasrullah için ‘Hasan Nasrşebbiha’ tabirini kullandı. Yine bu minvalde İran Devrim Muhafızları bir açıklama yaptı ve Türkiye ile Suriye arasında olaylarla alakalı olarak açılan mesafenin daha da genişlemesi halinde Suriye-Türkiye arasında tercih yapma durumunda kalacaklarını ve nihai kertede ‘direnişçi Suriye’yi destekleyeceklerini duyurmuştur. Yani Türkiye’yi uyarmıştır. Her gün İran ve dostlarının ve müttefiklerinin maskesi birer ikişer düşüyor. Devrim Muhafızları bu yönde bir açıklama yaparken Şam’da Beşşar Esat’ın cumhurbaşkanlığına seçilmesinin (elbette sureta seçim) yıldönümünde göndere Suriye bayrakları ile birlikte Hizbullah bayrakları çekilmiş. Halk ise buna karşı Türk bayraklarını çekiyor. Görüldüğü gibi halk düşmanı Suriye rejimi halkına karşı tamamen Hizbullah ve İran’ın eteklerine sarılmış durumda. Neden? İdeoljisi İslami olmasından dolayı mı yoksa mezhebi dayanışmadan dolayı mı? Suriye rejiminin İslami bir ideolojiye ve rejime sahip olmadığını herkes biliyor. Bu taktirde, ideolojik kategori düşerken ‘sebr ve taksimle (ihtimalleri hesaplayarak gerçek olmayanları düşürmek) geride sadece mezhebi kategori kalmaktadır. İslami olmayan bir rejim İran nazarında nasıl direnişçi olur? Burada bir yanlışlık yok mu? Geçmişte direniş için Filistinlilerin yolunu kapatan Suriye rejimi neden Hizbullah’ın yolunu açmaktadır? Mukavemet adı altında büyümesine ve İslami kesimlere açılmasına ve İslami sahada kontrolü ele geçirmesine imkan sağlamak için mi? Bu soruların cevabı herkesin vicdanında saklıdır. İran elbette ki istediği cepheyi seçmekte hürdür. Lakin baştan beri Suriye ile ilişkileri stratejik, Türkiye ile ilişkileri pragmatiktir. Esat rejiminin de Türkiye ile ilişkileri pragmatik, İran ile stratejiktir. Son olaylar yeniden bunun testi ve teyidi olmuştur.
¥
Bu iddianın belgelenmesi kolay. Şam’ı her gezen Nejad-Beşşar ve Nasrullah’ın üçlü ikonunu veya fotoğrafını görür. Güya bunlar direnişi sembolize etmektedirler. Peki, Türkiye gerçekten de bu üçgene dostsa neden bu karede Erdoğan veya Mavi Marmara gibi sembollere yer yok? Olamaz da ondan yok! Hatta dikkat ederseniz karede Halit Meşal’in veya Şeyh Ahmet Yasin’in fotoğrafına bile yer verildiğini göremezsiniz. Zira onlar, Sünnileri direnişçi saymaz. Sadece kullanır. Kendilerinin direnişçi olmaları da kendilerinden menkuldur. Zira direniş bir geleneğe yaslanmalıdır. Kudüs’ün ilk fatihi Hazreti Ömer ikincisi de Salahaddin Eyyübi’dir. Bu çizgiyle sadık ve barışık olmayan bu davayı kaçırmış ve kendisine mal etmiştir. İran Dışişleri Bakanı Salehi, Davudoğlu’nu karşılarken münhasıran Suriye, İran ve Türkiye’nin aynı ailenin üyeleri olduğunu söylemiştir! Neden burada üçlü bir sınırlama var? Diğer Müslüman ülkeler İslam dairesi içinde değil mi? Bazıları yine hep İran lehine tevilci bir tutumla bu açıklamaları bile iyiye yoruyorlar! Neden komşu ülkeler demedi de aksine aile üyelerinden bahsetti? Belli ki Türkiye’ye kompliman yapıyor. Ama tehlikeli bir kompliman. Şimdi ise aileden tart etmekle tehdit ediyorlar. Nejad karma eğitimi desteklerken, öbür taraftan kalkmış ‘Dostlarımızın Amerikalıların kucağına düşmelerini istemeyiz’ diye nutuk çekiyor.
¥
Türkiye İran istiskaline ve hakaretine tahammül etmek zorunda mıdır? Şii üçgenin veya dörtgenin tamamlayıcısı bir unsur mudur? Eğer böyle bir görüntü veriyorsa derhal bunu terk etmelidir. Bize Şii üçgen veya dörtgenden yar olmaz. Biz oların ailesinin asil bir üyesi ve parçası da değiliz. En fazla bizi kısa bir süre devşirme yapmak isterler. Arap Şiiler bile onlar nazarında birinci sınıf değildir. Kimse kimseyi de kandırmasın. Maalesef İran’ın Türkiye’de kamuoyu oluşturma çalışmaları geçmiş 30 yılla birlikte mesafe kesp etmiş ve meyvesini vermiştir. Bu sipere yatmış güruhlar Türkiye kendi çizgisine oturmaya kalkıştığında bir ağızdan tempo tutarak taşlamaya çalışıyorlar. Batı’ya göre, Türkiye İslam alemine uzandığında eksen kayması yaşar. İran rejimine göre de öyledir.
Evin gerçek sahibi gibi davranıyorlar. Artık Suriye olayları gösterdi ki ilişkilerimiz çatallaşmak zorunda. Zira onların cephesi halkın yanı ve çoğunluğun yeri değildir. İran rejimi 30 yıl önce yanlış bir ittifaka girmenin bugün bedelini ödüyor. Bunun suçunu da Türkiye’ye atmaya kalkışıyor. Devrim Muhafızlarının açıklamasında sanki Suriye’deki sorun halkıyla rejimi arasında değil de Türkiye ile Suriye rejimi arasındaymış gibi takdim ediliyor. Bu aba altından sopa göstermektir. Türkiye İran’a pabuç bırakamaz. Ve İran’ın Beşşar rejimini kurtarması mümkün olmadığı gibi 8 yıldan sonra yeni bir savaşı da göze alamaz. Girse bunu Bahreyn’de denerdi? Türkiye cesur olmalı ve kurusıkı açıklamaları geldiği adrese geri göndermelidir. Suriye’de Hama’nın 30 yıllık rövanşı alınıyor. Bu rövanşın dolaylı sonuçlarından birisi, kaderini Esat’lara bağlayan ve kayıtsız şartsız Esat hanedanlığını destekleyen İran’ın da muhatap olmasıdır. Bu, Türkiye’nin değil kendi suçudur. Denildiği gibi: Keser döner sap döner bir gün hesap döner. Şimdi hesap dönmüştür ve İran’ı da bir telaş almıştır. Yanlış hesap Bağdat’tan Şam’dan dönüyor. Kendi düşen ağlamaz.
YENİ AKİT