Kenan Alpay, son gelişmeler ışığında İran-ABD ilişkilerini mercek altına aldığı yazısında İran denilince bundan sadece anti-Siyonizm ve anti-Emperyalizm’i anlamak isteyenlerin ezberlerine dokunuyor.
İran ve ABD’nin başta Afganistan ve Irak olmak üzere birçok bölgede müslüman halkların maslahatının aleyhine giriştikleri aleni ilişkilere çok sayıda örnekler veren Kenan Alpay, yazının finalinde şu tespit ve değerlendirmelerde bulunuyor:
Afganistan ve Irak’ta yaşanan tecrübe İran’ın devrim ihracı siyasetinin çok açık ve net bir biçimde muhtemel faydalardan belli paylar almak şartıyla Amerikan emperyalizmiyle işbirliğine açık, despotik rejimlerin bekasına hizmet edebilecek bir İran profili çıkardı ortaya. Irak ve Suriye tecrübesi İran’ın Kudüs Orduları marifetiyle İslam coğrafyasına nasıl bir askeri ve siyasi model ihracı planladığını da Şii-Farisi inanç ve kültürü yaygınlaştırmak maksadıyla hangi çirkin ve kanlı ilişki ağlarının içine hevesle koştuğuna örnekler sunmaktadır…
Evet, İran’ın bölgeye yönelik bütün askeri-istihbari ve toplumsal operasyonlarını organize eden Kudüs Orduları Komutanı Kasım Süleymani, Amerika tarafından beraberindeki kurmay kadrosuyla birlikte Bağdat’ta katledildi. Ancak Amerika tarafından öldürülmüş olmak Süleymani ve kurmay kadrosunu ne kahraman ve şehid kılar ne de işledikleri cinayet ve yıkımları temize çıkarır. Irak ve Suriye’de Amerika kaç yüz ton bomba attı, kaç yüz bin mermi sıktı Müslüman halkın üzerine? Aynı süreçte Irak ve Suriye’de Kasım Süleymani komutasındaki İran orduları ve Şii militanlar kaç yüz ton bomba attı, kaç yüz bin mermi sıktı Müslüman halkın üzerine?
Amerika’nın işlediği cinayetleri biliyor ve çok rahat dökümü yapıyoruz haliyle. Ne var ki iş İran’ın kimi zaman kendi başına kimi zaman da Amerika veya Rusya’yla giriştiği cinayetlerin dökümüne gelince bir tutukluk, bastırma veya açıkça inkâra yönelenler beliriyor. Suriye ve Irak halkının yaşadığı acılara, kayıplara mesafe koymak veya İran’ın beka krizi (aslında yayılma histerisi) dolayısıyla işlediği kusurları mazur görmek bazıları için ne kadar da kolay olabiliyor. İran’a duyulan yakınlık ve sempati, Suriye ve Irak’ta onulmaz acılara, kayıp ve yıkımlara maruz kalan milyonlarca mazlum Müslümana duyulan yakınlığın rahatça önüne geçebiliyor, üstüne çıkabiliyordu.
Şunu iyice kafamıza kazıyalım: Felluce’de, Bağdat’ta, En Anbar’da, Diyala’da, Basra’da katledilen çocuklar, kadınlar, erkekler Kasım Süleymani’den veya Mehdi El Mühendis’ten daha az değerli, daha az sevgili değillerdi. İran ordularının Suriye’nin Hübel’i kılmak için seferber olduğu Beşşar Esed’in iktidarı uğruna kanını döktükleri, canını aldıkları, evini barkını yıktıkları Şamlı, Halepli, İdlibli çocukların, kadınların, erkeklerin hiç ama hiç birisi Kasım Süleymani’den daha değersiz ve önemsiz değillerdi.
Kudüs Orduları adından tamamen bağımsız olarak İsrail’le değil doğrudan Irak ve Suriye halkıyla savaşıyordu. Bu nasıl bir savaştır ki “Amerika’ya ölüm!” sloganlarının bedelini kan denizinde boğulan Müslüman halklar ödüyordu? Kimse bizden anti-emperyalist mücadele ve Amerika düşmanlığı altında maskelenen İran’ın işgal, katliam ve sömürü politikalarını mazur ve makul görmemizi beklemesin.