Devrim Güneşi Okmeydanı Dağları’ndan mı Doğuyor?

KENAN ALPAY

Türkiye’de gerilim ve kutuplaşma hiç olmadığı kadar artıyormuş. Ruhumuz, zihnimiz, yüreğimiz hiç böylesine paramparça olmamış şimdiye kadar. Üstelik Türkiye’nin siyasal ve toplumsal bünyesinin bu kadar yüksek ateşi uzun süre kaldırabilmesine aklı başında hiçbir aydın-entelektüel ihtimal vermiyormuş.

Peki, ülkeyi kasıp kavuran bu kadar yüksek ateş kimin eseri? Kim, ne adına ruhumuzu, zihnimizi, yüreğimizi paramparça etmekte inat ediyor?

Gezi Olayları’ndan 17 Aralık operasyonuna, Soma faciası ve Okmeydanı olaylarından Almanya/Köln ziyaretine değin süreci değerlendiren ‘tarafsız uzmanlara göre’ kesin cevap şöyle: Herkese kafa tutan ve Çankaya’ya tırmanmak için hemen her fırsatta gövde gösterisi yapmayı adet edinen Başbakan Erdoğan hem içeride hem de dışarıda ülkeyi ve toplumu parçalanmanın eşiğinde tutuyor. Başbakan Erdoğan’a karşı girişilecek ölümcül bir ameliyat bütün sorunların çözümü olarak öneriliyor.

Anıtkabir, Gezi Parkı ve Okmeydanı

Gerilimden rahatsız oluyormuş, kutuplaşmadan hiç hoşlanmıyormuş, özellikle de şiddetten nefret ediyormuş havalarıyla siyasal söylem geliştirenler için şimdilerde Okmeydanı yeni bir ümit kaynağı oldu.

Okmeydanı’na “Erdoğan’ı devirecek gelişmelerin fitilini ateşleyen mübarek belde” muamelesi yapmak pek bir revaçta. Bölgedeki Alevi tabanı örgütleyen sol-sosyalist örgütlerin provokasyonlarını ‘halk ayaklanması’ diye pazarlayan Erdoğan karşıtı muhalif cephenin bir zaman daha durumu idare etmesi belki mümkündür. Ancak Hükümeti yıpratmak için çatışmaya teşvik ettikleri ve destekledikleri Alevi-sol söylem ve örgütlenme tarzının ardına sığınmak zorunda kalmanın getirdiği ahlaki ve siyasi tükenişi gizlemek daha ne kadar mümkün olacaktır?

Kemalist-ulusalcı cephenin yedeğindeki sol-Alevi ve liberal-sol kesimlerin yeni siyasal-sosyal süreçteki en dikkat çekici yönleri toplumsal ve mekânsal olarak alabildiğine daralan-küçülen bir sıkışmışlığı işaret etmeleridir. Seküler-Batıcı iktidar sınıfları siyasal ve toplumsal alana tahakküm etme imkânlarını kaybettikçe statükoyu muhafaza adına çareyi her şeyden önce Türkiye toplumuna klasik gerilim-çatışma alanları dayatmakta buluyorlar.

Etnik (Kürt) kimliği çatışma ve statükoyu muhafaza için seferber edemedikleri durumda mezhebi (Alevi) kimliği en kullanışlı araç olarak hiç zorlanılmadan devreye sokuluyor. Çünkü Alevi kimliği ve tabanını kontrol eden Alevi örgütlenmeleri sadece askeri darbe süreçlerini temsil eden Kemalizmin hizmetine amade olmakla kalmıyorlar. Bundan başka Suriye’de Esed/Baascuntası adına yerli Şebbihalığa soyunmaktan Almanya gibi AB ülkelerinin ‘beşinci kol’ faaliyetlerini yürütmeye kadar her türlü kirli senaryoda rol almaya fazlasıyla heveskârlar.

Peki, Anıtkabir ve Gezi Parkı’ndan Okmeydanı’na uzanan direnç noktaları din dışı ve karşıtı siyasal mücadelenin sembolleri ve merkezleri olarak tahkim edip propagandaları bu mekânlar üzerinden yapmak neyin göstergesidir? Bu türden bir soruyu sormaya hiç kimsenin cüret etmesini istemiyorlar. Ama açıkça hukuk, demokrasi, adalet, özgürlük, despotizm karşıtlığı gibi taleplerin her geçen gün iğreti bir maske olmaktan başka bir anlamı olmadığı kanaati toplumda pekişiyor.

Umudunuz Şehir Gerillası mı?

Türkiye’yi veya İstanbul’u bu türden dar alanlar ve marjinal kesimler üzerinden tanımlamaya ve belirli bir istikamete oturtmaya çalışmak bir güç ve meşruiyet göstergesi sayılamaz herhalde. Tersine bu türden ‘kurtarılmış bölgelere kaçış’ en başka çok ciddi bir toplumsal destek ve siyasal meşruiyet krizi yaşandığını gösterir. Daha da önemlisi bu türden kurtarılmış ve kutsallaştırılmış mekânlara aşırı anlamlar yüklemek siyasal anlamda tükenişin, ahlaki anlamda yoksunluğun ilanıdır.

Hatırlarsanız Gezi Parkı’nda kimi sivri zekâlılar ‘komünal toplum’ inşa ve ilan etmişti. Okmeydanı’nda da değişen iktisadi ve siyasi şartlar mucibince artık kır gerillalarına değil şehir gerillalarına muhtaç olunduğu kesinleştirilmiş anlaşılan. Molotof kokteyli, pompalı tüfekler, el yapımı parça tesirli bombalar, sloganlar eşliğinde dalgalandırılan flama ve bayraklar, esnafa kepenk kapattıran devrimci planlama ve kararlar eşliğinde bütün bir toplumun devrim mücadelesine sarılacağını öngören teoriler havada uçuşuyor.

Halkın ve işçi sınıfının öncüleri Başbakan Erdoğan ve Hükümetine karşı devrimci şiddeti merkeze alan bir mücadeleyi yürürlüğe koydular. Ulusolcu ve liberal aydın sınıfı kadar Kemalist sermaye sınıfı ve Fethullah Gülen Cemaati de Gezi Ruhu ve Okmeydanı ayaklanmasına büyük ümitler bağlamış durumdalar. Hükümetin temsil ettiği polis veya koca şiddetinin karşısına Alevi-sol kimliğin temsil ettiği ‘devrimci şiddet’le çıkan yeni muhalif cephe gerilim ve kutuplaşmanın bu yolla giderilebileceğine kesin inanmışlar gibi gözüküyor.

Hiç şüpheniz olmasın ki; Anıtkabir’in Okmeydanı’na, Şehit Kubilay’ın Berkin Elvan’a dönüşümünün trajikomik hikâyesidir seyrettiğimiz. Devrimci mücadele mizansenleri, adalet arama ve kardeşçe bir arada yaşama özlemi müsamereleri, despotizmi yıkacak ilerici aydın skeçleridir işitip gördüklerimiz.

Telaşe etmeye, gerilmeye değmez. Tükeniş parçasını remix olarak dinlemeye alışık olmadığımız için rahatsız olsak da bir zaman sonra herkes alışır duruma.