Devrim...

ABDULLATİF GENÇ

Günleri aramızda döndüren, dilediğini aziz kılıp, dilediğini zillete düşüren, her şey için, bir ölçü (kader) takdir eden ve hiçbir şeyin ona rağmen olmadığı Âlemlerin Rabbine hamd olsun!

Tanıklık ettiğimiz bu sürecin, öncü şahsiyetleri, peygamberlerin bıraktığı mirasın hakkını veren önderlerine, onların çabalarına destek olan ve bu uğurda öldürülen, işkence edilen, zindanlara doldurulan kendi dönemlerinin şahitliğini yapanlara selam olsun, rahmet olsun.

Ve yine bugün Tunus'tan Mısır'a meydanları devrim kararlılığı ile dolduran kahramanlar başta olmak üzere, küresel intifada sürecinin, görünen ve görünmeyen tüm unsurlarına, (Londra'dan Washington'a, Toronto'dan San Francisco'ya, Boston'dan Çorum'a, Madrid'den Beyrut'a, İstanbul'dan Diyarbakır'a ve adını buraya sığdırmamıza imkân olmayan birçok ülkenin birçok şehrinde), insani ve(ya) İslami duyarlılıklarla meydanlara koşarak destek olanlara da selam olsun.

Bu bir devrim sürecidir kuşkusuz. Üstelik uzun süre önce başlamış olan bir devrim süreci… Sürecin en önemli dinamiği olan direniş ruhunun dramatik geçmişini anımsamaksızın, bugün olanların nereye oturduğunu anlamaya imkân yoktur.

İşgal altındaki Filistin topraklarında yaklaşık 23 yıl önce kurulan İslami direniş örgütü Hamas’ın mensupları, adeta içerisinden geldikleri İhvan geleneğinin, nehre bıraktığı, asrın Musalarıydı. Zulme ve zillete boyun eğmeyerek zalimlerin karşısına dikilen  Musalar, intifada sürecinde ellerindeki taşlarla birer Davut oluvermişti. Dünyanın en iyi donanımlı ve iyi eğitilmiş ordusunun karşısına taşlarla dikilmek, olayları kendi şartlarında izleyen konformist Müslümanlar için anlamsız görünebilirdi. Ancak "kelebek etkisi" metaforuyla izah edilen ve Rabbimizin hiçbir çabayı karşılıksız bırakmayacağı vaadiyle, sünnetullah çerçevesinde daha kolay kavrayabileceğimiz  direniş hareketliliği Cebeliya'da, yakılan intifada ateşinin, kısa süre içerisinde işgal altındaki toprakların, mülteci kampları dahil olmak üzere tamamına yayılması suretiyle ivme kazandı. Artık Filistin'de çocukların dahi aktörü olduğu bu süreç İsrail'e dünyayı dar edecek, ikinci intifadanın ardından da Siyonistler, Gazze'den çekilmeyi tek seçenek olarak görecekti. Siyonistlerin yeni planı demokrasi kisvesi altında yönetime getirilecek işbirlikçiler eliyle bu direnişi bastırmaktı. Ama oyun kuralına göre oynanmalı ve Hamas da seçimlere katılmaya ikna edilmeliydi.

Sonuç Siyonistlerin hüsranıyla sonuçlandı ve İslami Direniş örgütü Hamas oyların çoğunluğunu alarak, seçimleri açık farkla kazandı. Daha sonra bu seçim sonuçlarını anlamsızlaştırma çabalarını bertaraf eden Hamas, Gazze'den Siyonistlerin ardından işbirlikçileri de çekilmeye mecbur etti. Ve arkasından Siyonistler Gazze’nin çevresini duvarlarla çevirdiler. Böylece açık hava hapishanesine dönüştürülme süreci başladı.

Dünya uzunca bir süre Gazze'de yaşananlara gözlerini kapadı.

Ambargoların ve tecridin yol açtığı trajedi görmezden gelindi.

Ardından 2 yıl önce -Lübnan'da bir örneğini gördüğümüz- Siyonistlerin öldürmeyi ne kadar iyi bildiklerini dünyaya gösteren "dökme kuşun operasyonu" adıyla başlattıkları saldırı...

Hamas ise bu savaşa Furkan adını vermişti.

İnsanlık onurundan birazcık nasibi olan ve bir kalp taşıyan, fıtratına yabancılaşmamış olanları, diğerlerinden ayrıştıran bir furkan...

İşbirlikçilik zilletini içselleştirenlerle, sessizliğin ve tavırsızlığın zalimlere meyletmek anlamına geleceğinin bilincinde olanları ayırt eden bir furkan...

İslami direnişin, destansı Lübnan ve Gazze savunuları, devrim sürecinin, direniş ruhunu coşturan çok değerli dönemeçleri olduğu kadar, bölgedeki işbirlikçileri ifşa eden yönü de dikkate değerdir.

Diğer taraftan Türkiye'de 28 Şubat post-modern darbesi sonrası, ayakta kalabilen Müslümanlar, yeni sürecin hedef tahtasına yerleştirdiği İslami kimliğe yönelik baskılara karşı bir direniş başlattılar. Baskılara, işkencelere, gözaltına almalara, meydan dayaklarına aldırmadan, verilen bir var olma savaşıydı bu. Ardından kapitalist emperyalizmin, Amerika önderliğindeki Irak savaşı için, Türkiye'den karşılanması beklenen işbirlikçi desteğin, mecliste reddedilmesi için Türkiye geneline yayılan savaş karşıtı gösterilerde diğer muhaliflerle işbirliği kurularak yeni bir dil ve direniş bilinci oluşturuluyordu. Sokak eylemleri ile meydanlara dökülen antikapitalist ittifakın, tezkerenin meclisten geçmemesini sağlayan direnişleri, Amerika'ya direnmenin imkânsızlığı doğrultusundaki ezberleri de bozuyordu.

Bu yepyeni bir sürecin başlangıcıydı.    

Ve bu yeni süreçle birlikte, İslam dünyası başta olmak üzere, bir uçtan diğer uca tüm dünyada, derin bir heyecan uyanmış, kitleler harekete geçmişti.

Müslümanlar yenilgi psikolojisinden kurtulmuş, küresel muhalifler ümitlenmişti.

İlk devrilen, işbirlikçiliğin, reel politik gereği kaçınılmaz bir durum olduğu önyargısıydı. Bu İslam dünyasına ezberletilmiş bir çaresizlikti.

Tezkere süreciyle, paralellikten sapan Türkiye dış politikası, sapma açısıyla hızla emperyalist hedeflerden uzaklaşıyor ve böylece Ortadoğu halklarının gıpta ile baktığı ve buna rağmen hiçbir komplekse girmeksizin gururlandığı bir tabloyu oluşturuyordu.

Türkiye, elbette kapitalist batı sisteminden kopmamıştı. Ama bu kadarıyla dahi, dünyanın her köşesinde, işbirlikçiğin zilletini üzerimizden attığımızı  (Irak'ı bombalayan uçaklara İncirlik üssünden sağlanan lojistik desteği anımsatan şerhlere rağmen) hissettiren teveccühlerle karşılaşıyorduk. "One Münute" çıkışı ile BM genel kurulunda nükleer silah edinme pervasızlığına ve bu konudaki uluslararası anlaşmaları tanımama cüretine dünyanın göz yumduğu İsrail, Başbakan Erdoğan'ın açık hedefi oluyordu. Gazze’ye özgürlük filosuna İHH'nın önderlik edişi, Mavi Marmara baskını sonrası İsrail ile kopma noktasına gelen ilişkiler, Arap sokaklarında yankısını buluyor, Erdoğan ve Türkiye lehine tezahüratlarla meydanlar inletiliyordu. Kuşkusuz bu sevgi seli, halklarıyla aynı değerleri, aynı heyecanları, aynı gündemleri paylaşan yöneticilere olan özlem ve işbirlikçiliğe karşı duyulan derin öfkenin yansımasından başka bir şey değildi.

***

Sürecin bir başka dikkat çekici dönemeci ise enformasyon devrimidir. Wikileaks belgeleriyle birlikte andığımız bu süreç, Amerikan ordusundaki insani duyarlılık sahibi genç bir asker olan Bradley Manning'in görevli olarak gittiği Irak'ta parçası olduğu Amerikan ordusunun yaptığı zulümlerin belgelerini, wikileaks.org adlı internet sitesine sızdırması ve sitenin bu belgeleri yayınlamasıyla başlıyor, ardından Amerikan dışişleri bakanlığına ait, yurtdışında ki diplomatlar aracılığı ile iletilmiş kriptolar ele geçirilerek yayınlanıyordu. Diğer yandan Mısır intifadasından hemen önce El-Cezire televizyonu, Filistin Abbas yönetiminin İsrail'le yürüttüğü müzakerelere ait belgeleri yayınlıyor, hangi kirli pazarlıkların yapılıp, hangi teslimiyetçi tavırlarla müzakerelerin sürdürüldüğü, İsrail ile paralelleşen bir işbirliği ile İslami direniş gruplarının nasıl yok edilmek istendiği ortaya çıkıyordu.

(Enformasyon devriminin, Türkiye'deki Ergenekon  ve Balyoz  davalarındaki değeri de herkesin malumu.)

"Yaşasın Küresel İntifada" sloganına hayat veren direniş ruhu, bilgiye hegemonların denetimi dışında erişme kabiliyeti yakalayarak yepyeni bir ivme kazanıyordu.

Artık Ortadoğu başta olmak üzere tüm İslam âleminde kimse boynuna işbirlikçiliğin zilletini taşımak istemiyor.

Şimdi soru şu: Sıradaki diktatör kim?

Bu soruyu, bu zilleti daha fazla taşımak istemeyen halklar cevaplayacaktır.

Küresel muhalefet bilinciyle şekillenen, kolektif direniş ruhuna sahip milyonlar onları, doğudan batıya, yalnız bırakmayacaktır.

Son söz:

Bırakalım sosyologlar, uluslararası ilişki uzmanları, diplomatlar, stratejisyenler “Bu bir devrim midir değil midir?” tartışadursun. Romantik devrimciler “Bu bir devrim ise ideolojisi nedir?” diye sorgulayadursun. Politikacılar sahte ve çıkarcı yaklaşımlarla Mısır halkını kutlama yarışına girişsin. Ortadoğu’nun kralları ve despotları titresin. İsrail ateşli nöbetlere düşsün. Ramallah içi kan ağlarken gülümsemeye çalışsın. Meydanları stadyum tadında izleyenler, spor stüdyosu kıvamında yorumlar yapsın. "Endişeli modernler" endişelensin!

Bizler Rabbimize hamd ederek sevinmeye, katıksız sevinmeye devam edecek; küresel intifada bilincinin Tahrir kazanımını zafere sabredebilme azmiyle kutlayacağız elbette...