Devletten Apo’ya mektuplar -3

Yıldıray Oğur

Türkiye neden şiddetin tırmandığı yıllarda değil de 1 Eylül 1998’de ateşkes ilan etmesinden iki hafta sonra Öcalan için Suriye’yi tehdit etmeye başladı. Peki neden Suriye’den, Öcalan’ın Türkiye’ye iadesini değil de “Öcalan’ı barındırmamasını” istedi. Cevaplar işte bu mektupta...

Suriye’den çıkmayı Öcalan kendi istedi

Devlet-PKK görüşmeleri sonunda 1 Eylül 1998’de ilan edilen ateşkesten 18 ay sonra Abdullah Öcalan uzun bir kovalamacanın ardından Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye getirildi.

Şu ana kadar anlatılan “1998 ateşkes hikâyesinin” en çelişkili görünen tarafı bu.

Devlet “Değişiyorum, çözüm istiyorum, devletin bütünlüğü dışında her şeyi tartışabiliriz” vaadiyle ateşkes ilan ettirdiği Öcalan’ı 18 ay sonra yakalayıp bir adada yargılamaya başlamıştı.

4 Haziran 1999 tarihinde Hürriyet ’te bir yazı yazan Enis Berberoğlu’na göre devlet Öcalan’ı kandırmıştı. 1997’de Hollanda ve daha sonra cezaevlerinde yürütülen devlet- PKK temaslarını doğrulayan Berberoğlu’na göre bu temaslar aslında Öcalan’ı yakalamak için 1980 öncesinde solculara da oynanmış meşhur bir istihbarat oyunuydu.

Diplomatik zafer mi komplo mu?

Bu “Saf PKK’yı kandıran usta istihbaratçılar” hikâyesi dışında 18 ay içinde olan bitenle ilgili iki ayrı senaryo var. Bunlardan biri resmî, diğeri PKK kaynaklarında anlatılan Öcalan’ın yakalanış hikâyesi.

PKK’ya göre olan bitenin adı 9 Ekim Komplosu. PKK, daha çok uluslararası alandaki ‘komplonun’ üzerinde duruyor.

Büyük bir diplomatik zafer olarak anlatılan resmî hikâye ise en derli toplu olarak 2004 yılında Radikal ’de Murat Yetkin tarafından özellikle Demirel ve çevresi merkezli olarak yazıldı. (“137 Fırtınalı Gün” adlı yazı dizisi daha sonra kitaplaştı)

Yetkin’in hikâyesine göre 1 Eylül 1998’de PKK ateşkes ilan etmiş, silahlar susmuşken birdenbire her şeyi başlatan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun Cumhurbaşkanı Demirel’e verdiği “Terörle mücadelede elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Ancak PKK’nın başı Suriye’de oldukça yapabileceklerimizin bir sınırı var. Suriye konusunda çalışmalar yapıyoruz. Müsaade ederseniz bu raporu size sunmak istiyoruz” mesajıydı.

Suriye’den Öcalan’ı çıkartmaca

Ardından 15 Eylül’de, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, Suriye sınırındaki Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde bir sınır bölüğünü denetlemeye gider. Arkasında bayraklı vatandaşlar, muharebe üniforması içinde, kolları sıvayıp parmağıyla Suriye’yi işaret ederek: “Türkiye komşularıyla iyi ilişkiler içindedir. Bizim bu iyi niyetimizi Apo eşkıyasını koruyan Suriye istismar etmektedir. Şunu açık söylüyorum ki, artık Türk milleti iyi niyeti konusunda verdiği gayretin sonuna gelmiştir. Sabrımız taşmak üzeredir. Kimsenin toprağında gözümüz yoktur. Hiçbir ülkenin de bizim topraklarımız üzerinde emellerine izin vermeyiz. Bunu komşumuz Suriye’nin çok iyi anlaması lazımdır.”

Ve mesaj sırası 1 Ekim’de Meclis’i açan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’dedir. Murat Yetkin’in yazdığına göre Demirel’in danışmanlarına Suriye ile ilgili sert mesajlar sipariş etmiştir. Hatta yazılan cümleleri “daha sert” diyerek beğenmemiş, savaş iması içeren bir BM yasası hatırlatmasını ise “erken” diye geri çevirmiştir.

Meclis açılışında verilen mesaj büyük yankı yaratır. Demirel bununla da yetinmez; ani bir kararla üniversite tarafından kendisine verilen fahri doktora unvanını almak için Hatay’a yani Suriye sınırına gider. Orada yaptığı konuşmada da benzer mesajlar verir. Peki birdenbire ne olmuştu Ankara’ya?

19 yıl sonra neden Eylül 1998

Abdullah Öcalan’ın 19 yıldır Suriye’de olduğu bilinmektedir. Peki neden 1997’de, 1996’da, karakollar basılırken, şehir merkezlerinde patlamalar olurken değil de, 1998 yılının eylül ayında PKK ateşkes ilan etmiş, silahlar kısmen susmuşken Öcalan konusunda Suriye sıkıştırılmaktadır?

Ve neden bu iş bu kadar teatral ve koordineli olarak yapılmaktadır?

Bu meraka çare olsun diye o günlerde gazetelere Şemdin Sakık’ın Suriye-PKK ilişkisini anlattığı hiçbir yeni unsur içermeyen ifşaatları sızdırılır. Hürriyet ’in “ele geçirdiği çok gizli “İşte Sabrımızı Taşıran Rapor”da 19 yıldır bilinenlerden bir gram fazla yeni bir tehdit ya da unsur yoktur.

Öcalan PKK’nın tasfiyesinden bahsederken

Tam aksine 1998 eylül ayında Öcalan onlarca Türk gazetecinin MED TV ’de katıldığı bir telebasın toplantısıyla ateşkes ilan etmiş, ateşkesi duyururken “Türk askeri, bölgede olduğu gibi dursun, hükümranlığını tartışmıyoruz” gibi sözler söylemiş, 13 eylülde telefonla bağlandığı MED TV ’de çıtayı biraz daha yükseltip “Kimlik, ulusal demokratik hakları versinler, PKK’yı tümüyle lağvedeyim, başkanlık dahil tüm sıfatlarımı terk etmeye hazırım” demiştir.

Şifre: Suriye’de barındırma

Birbiri ardına gelen ve Suriye’yi tehdit eden sivil ve askerlerin talebi de dikkat çekicidir. Açıklamalarda ısrarla Hafız Esad rejiminden “Öcalan’ı Suriye’de barındırmaması” istenmektedir. O dönem yapılan tüm tehditkâr açıklamalar tarandığında, Ankara’nın Suriye’den Öcalan’ı Türkiye’ye iade etmesi gibi bir talebi olmadığı görülebilir. Esas vurgu “Suriye’de barındırma” üzerinedir.

Peki aslında ne olmuştu? 1 Eylül’de devletle anlaşıp ateşkes ilan eden Öcalan, 9 Ekim’de neden Suriye’den çıkarılmıştı? Yoksa bu iki gelişme arasında bir ilişki mi vardı?

Bu sayfada okuyacağınız mektup işte bu sorunun cevabını veriyor. Öcalan’ın 1999’da yakalanmasının ardından yazılan mektubun altında dönemin üst düzey MİT yetkililerinden birinin imzası bulunuyordu. Mektupta olan biteni komplo olarak nitelendiren PKK çevresine “Biz verdiğimiz sözleri yerine getirdik, komplo yok” mesajı verildi.

Öcalan çıkmak istiyor

Her şeyi başlatan, Öcalan’ın arabulucu avukat Selim Okçuoğlu ile arasında gerçekleşen bir telefon görüşmesiydi. Zabıtları da bulunan ve 1 Eylül’deki ateşkes ilanından önce gerçekleşen görüşmede Öcalan Kürt sorununu ve PKK’yı Ortadoğu’dan kurtarmak için Suriye’den çıkmak istediğini iletiyordu. Öcalan’ın istediği PKK’yı Türkiye’ye karşı kontrolünde tutmak isteyen Hafız Esad rejimine yönelik bir “askerî diplomasi” uygulanmasıydı.

PKK’yı tasfiye etmekten bahseden Öcalan uzun süredir “Silahlı mücadelenin sonuna gelindiği” yolunda açıklamalar yapıyor, PKK’yı önce sınır dışına çekmek daha sonra Türkiye kamuoyunda kötü bir şöhreti olan adını değiştirmeyi planlıyordu. (1998 ateşkesi günlerinde kararlaştırılan bu iki adım da daha sonra hayata geçirildi)

Bu fikir devletin “Kürt Sorunu’nu Ortadoğu’dan kurtarmak” düşüncesiyle de uyumluydu. Devlet PKK’yı sivilleştirmek, siyasi alana çekmek istiyordu. Ankara, Suriye’de kaldığı sürece PKK’nın silahsızlanamayacağını biliyordu. Eğer Öcalan Suriye’den çıkarılıp, Avrupa’ya giderse PKK şiddet kullanmaya, Öcalan saldırı emri vermeye devam edemezdi. Avrupa hukuku buna müsaade etmezdi.

Ve her şeyi bozan açıklama

Öcalan’ı Suriye’den çıkarmak için yapılan tüm açıklamalar ve hamleler bu anlaşma ve plan çerçevesinde yapıldı. Arabuluculuk yapan Mısır lideri Mübarek’e de Suriye’ye Öcalan’ı bırakması mesajı iletildi. “Adam vermeyen” bir gelenekten gelen Hafız Esad, Öcalan’ın da çıkmak istediğini öğrenince daha fazla direnmedi. Karar, Esad rejiminin derin isimlerinden Haddam tarafından Öcalan’a bildirildi.

Öcalan Brüksel’e gitmek istiyordu. Hatta devlet-PKK temaslarında Öcalan’ın Brüksel’de yapacağı açıklamalarda, örgüt bayrağı ve Türk bayrağını birlikte kullanabileceği bile konuşulmuştu. Ağustos Mektubu’nun son cümlesindeki sınırlar içinde her şeyin konuşulması serbestti: Devletin bütünlüğü ve hükümranlık hakları dışında her şey tartışılabilir.

9 Ekim’de Öcalan’ı Suriye’den Avrupa’ya taşıyacak uçak havalandı.

Havada Özgür Politika gazetesine konuşan Öcalan’ın bir sözü her şeyi altüst etti. Öcalan “Avrupa’ya devletleşmeye gidiyoruz” demişti. Bu tartışma dışı olan tek hükmün ihlali demekti. Ertesi gün Özgür Politika ’nın kapağını gören Ankara’da “Kandırılmışlık” hissi hâkim oldu.

Görüşmeler kesildi. Bu arada Öcalan daha sonra ağır bir şekilde suçlayacağı Rusya ve Avrupa’daki PKK kadrolarının boş vaatleri yüzünden oradan oraya gönderilmekteydi. Sadece PKK’nın dış temsilcilerinin değil, PKK’ya destek vaat eden Avrupalı ve Rus siyasetçilerin vaatleri de boş çıkmıştı.

İlk aramak istediği kişi

Komünist bir başbakan sayesinde İtalya’da kalan Öcalan tam ABD’den gelen bir heyeti kabul edecekken yeniden Rusya’ya gönderildi. PKK konusunda şiddet yanlısı Pentagon ve siyasi çözümü savunan Dışişleri Bakanlığı arasında kalan ABD yönetimi, doğrudan görüşme yapıp niyetini anlamak için Roma’daki Öcalan’a Türkiye’yi ve Kürtleri en iyi bilen iki ismi göndermişti: CIA’in Türkiye uzmanlarından Graham Fuller ile Kürt sorununda uzman olan ABD’nin Hırvatistan Büyükelçisi Peter Galbraith.

Öcalan her iki isimle de görüşmeden Rusya’ya dönmek zorunda kalır. Duma’nın “kalabilir” kararına rağmen, sorunu büyük bir krizde olan ülkesinin menfaatleri için bir pazarlık unsuru olarak kullanan kurt politikacı Primakov’un engellemesiyle Öcalan, uzun bir yolculuktan ve birkaç adrese daha uğradıktan sonra kendisini önce Kenya’da daha sonra İmralı’da bulur.

Yakalandıktan sonra ilk aramak istediği kişi devlet adına kendisiyle görüşen avukat Selim Okçuoğlu’dur....

Devletten Öcalan’a: Çıkmak istedin, çıkardık

1998 Ateşkesi üzerine dipnot

1- 1998 ateşkesinde PKK liderliğinin istekleri;

a) Basın açıklamasına gazetecilerin gelmesi ve açıklamanın engellenmemesi

b)Ülkede Gündem gazetesinin sansürsüz yayımlanması

2-PKK Liderliği Suriye’ye karşı askeri diplomasi önermiş. Bu öneri kimi güçlerce savaş sendromuna tabi tutulmuş ise de öneri gerçekleştirilmiştir.

3) 9 Ekim komplosu dayanaksız bir saptamadır. Esasen komplo denebilecekse, PKK liderinin ateşkesi bir taktik olarak değerlendirdiği telsiz mesajları ve Suriye çıkışı Devletleşiyoruz açıklamaları sayılabilir.

4) PKK Lideri kendi isteği ile İtalya’dan ayrılmış ve anlamsız, mantıksız bir şekilde Yunanistan’a dayatılmıştır.

5) PKK Liderini Kenya’ya götüren güçler;

a) İtalya’dan çıkaranlar

b)Amerikalılarla görüştürmeyenler

c) Yunanistan’a dayatanlardır. Ve bunlar PKK Liderinin çevresindeki güçler olmuşlardır.

TARAF