Can Dündar’ın Mustafa filmi üzerine konuşmayan, yazmayan kalmadı.
‘İnsan Atatürk’ Mustafa, ‘resmî’ Atatürk’ü tehdit etmeye başlamışken sıra zaten çoktan resmî Atatürk’ün yaratıcısı ve koruyucusu devlete gelmişti. Sonunda onlar da konuştu. Hem de devletin Atatürk konusunda en yetkili kurumunun ağzıyla.
Mustafa ile ilgili sitesine çok ayrıntılı ve çok tartışma yaratacak bir açıklama koyan Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı 12 Eylül rejiminin 1983’te 2876 sayılı kanunla kurduğu Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’na bağlı olarak devletin Atatürk araştırmaları yapan resmî kurumu.
Merkezin internet sayfasının (www.atam.gov.tr) duyurular bölümüne konulan Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı imzalı yazının başlığı “Can Dündar’ın Penceresinden Gördüğü Mustafa Kemal Atatürk: ‘Mustafa’ Filmi Hakkında Bazı Tespitler.”
En baştan söyleyelim. Devlet Mustafa’dan hiç ama hiç hoşlanmamış. Ve alternatifini çekmeye hazırlanıyor. “Çalışmalar sürüyor” deniyor açıklamada.
Açıklamanın devamında ise Mustafa kare kare eleştirilmiş dense yeridir. Resmî Atatürk’ten bir adım bile geri atılmamış. “Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır” denmiş adeta. Ve tabiî ki sert eleştirilerden Can Dündar da nasibini almış.
Devletin Atatürk Araştırma Merkezi “İnsan Atatürk anlatıldı” iddiasına cevap vererek başlıyor değerlendirmesine. Devlete göre Atatürk’ün aynı zamanda bir insan olması onun hayatının sadece bir yönü. “Atatürk’ü bir yönünü ele alarak anlatmak mümkün değildir” deniyor yazıda ve şöyle devam ediliyor: “Film süresinin kısalığı mazeret gösterilmekle birlikte aynı konuda tam tersine yorumlar yapılacak örneklerin verilmemesi tercihin yönüne işaret etmektedir.”
Bence değerlendirmedeki en ilginç kısım ise bunun devamında geliyor. “Atatürk gökten yere indirildi iddiası” diye başlayan bölüm, devletin bu kurumunun da (tıpkı Hrant Dink’in yazısını yanlış anlayan Yargıtay dairesi gibi) mecazi anlatımdan habersiz olduğunu ortaya koyuyor. Yoksa bu “iddiaya” şöyle bir cevap verirler miydi?: “Türk kültüründe İslam öncesinde ve sonrasında ruhların ölmediği ancak ‘uçmağa vardığına’ inanılır. Milletine ve memleketine büyük hizmetler etmiş birinin ruhu kötü ruhlar gibi yerin altına uçmayacağına göre gökte farz edilmesi son derece tabii görülmelidir. Bununla birlikte Atatürk’ün yeri seviyesi son derece yüksek olan Türk milletinin kalbindedir.”
“Atatürk’ün sofrası ve içki meselesi” başlıklı bölüm bir itiraf ile başlıyor. “Evet, Atatürk içkiyi sevmektedir ve sofrasında içki içilmiştir.” Ama filmde bu “bilinçli bir biçimde abartılmış”. Bu “bilinçli abartmanın” faturası ise ağır bir ima ile Dündar’a çıkartılmış “Atatürk’ün aydın ve entelektüel yanına hiç değinilmeden içki, sigara, kadın düşkünü, korkak olduğu işlenmesi, filmi hazırlayanların tercihini ortaya koymaktadır.”
Devlete göre Atatürk’ün son zamanlarında yalnız olduğu da doğru değil. Buna delil ise son zamanlarında manevi kızları Ülkü ve Sabiha’nın yanında olması. Şu canhıraş savunmaya bakar mısınız?:
“Bir devlet başkanının üstelik de hasta ise isteyen herkes ile her saat ve dakika görüşmesini beklemek mümkün müdür? Yalnızlıktan kasıt Latife Hanım ile evliliğinden çocuğunun olmaması ise bu eksikliği manevi evlatlar edinerek giderdiği de bilinmektedir. Son dönemdeki görüntülerinde manevi çocukları Sabiha ve Ülkü ile yoğun şekilde ilgilendiği görülmektedir.”
“Atatürk’ün Kürtler’e özerklik vereceği” iddiası da tabii unutulmamış. Kuruma göre Dündar’ın “kaynağı net olmayan” bu iddiayla “günümüz siyasî tartışmalarına girmesi” de “ideolojik değilse, ancak izlenmeyi artırma gayreti”.
Devlet, Can Dündar’ın niyetini de pek halis bulmamış anlaşılan. “Korkusuz Atatürk” açıklanırken şöyle denmiş: “Filmde karargâhın penceresinden gördüğü bir toz bulutunu düşman sanarak Atatürk’ün korktuğu ima edilmiştir. Savaşı yöneten komutanın düşmanın burnunun ucuna kadar gelmesinden habersiz olup korkuya kapılmış göstermekte bir iyi niyet görmek mümkün müdür?”
Metinde ancak trajikomik denilebilecek öylesine resmî Atatürk savunmaları var ki akıllara durgunluk verici.
Bunun artık bir paranoyaya döndüğü yer ise filmde yer alan Atatürk ile İsmet İnönü arasındaki bana bile çok samimi gelen barışma notlaşmasıyla ilgili şu yorum: “Bununla birdenbire parlayıp en yakın dostunu görevden alan ve arkasından hemen normale dönen dengesiz biri yorumu yapılabilir.”
Pes dedirtecek kısımlardan biri de Atatürk’ün Makedonya’dan gelen hemşerileriyle Dolmabahçe’de eğlenirken gösteren filmdeki sahnenin (nedense) açıklanma çabası. Meğerki Atatürk’ün halaybaşı olması bile aslında vatani bir görevmiş, Sovyetlere karşı Balkan Paktı projesine destekmiş amaç.
Zaaf göstermeyen, korkmak bilmeyen bir Atatürk’ün eğlenmesini beklemek kimin haddineymiş.
Yazıda, kurumun zihin dünyasını ele veren bölümler de var.
Atatürk’ün filmde Hatay ile ilgili çeteci, maceraperest gösterilmesi “Atatürk, Türkiye’nin devlet olarak Fransa ile savaş durumuna gelmesi ihtimaline karşı gayriresmî çete olgusuna dahi başvurulabileceğini dile getirmiştir” diye savunulmuş. Nereden hatırlıyoruz bunu?
Atatürk’ün Büyük Taarruz planının Kartacalı Hanibal’den esinlendiğini söylediği filmdeki bölüm kuruma göre “Atatürk’ün yaptıklarını Batı kültür ve kaynaklarına dayandırma gayreti ve zorlaması.” Kardeşinin deniz kenarındaki mezarına çakalların saldırdığı bölümse “Türk kültür tarihinin hiçbir döneminde deniz kenarında mezar yapma âdeti yoktur” denerek yalanlanmış. Atatürk’ün “dinsiz” gösterildiği yerler ise o sözlerin alındığı Medeni Bilgiler kitabının yazarı Afet İnan’ın tercihlerine fatura edilmiş.
Ne diyelim devletin resmî Atatürk Araştırma Merkezi’nin çekeceğini duyurduğu Mustafa’ya alternatif “İnsan olmayan Atatürk” filmini sabırsızlıkla bekliyoruz.
TARAF