Devletin aklı tutulursa

Serdar Demirel

Ülke olarak irili ufaklı birçok sorunumuz var. Bunların bir kısmı her devletin yaşadığı sorunlar cinsinden. Bazısı her devlet için hayatî önemde sorunlar. Bazısı da hem hayatî hem de bize has çıkmazlardır.

Devlet aklı dediğin, sırtını tarihsel tecrübeye yaslayarak, toplumun kültürel derinliğine, coğrafyanın stratejik önemine paralel siyaset üretmesi gereken, sorunları ehem muhim tertibine göre çözen kurumsal akıldır.
Son yıllarda, biraz da çevrenin merkeze taşınmasının etkisiyle olsa gerek, devlet aklı rasyonel açılımlar yapmaya başladı. 21. yüzyıl dünyasında hakiki anlamda varolmak adına normalleşme sinyalleri verdi, önemli adımlar attı.
Ancak, bize ait en hayatî sorumuz olan “din-devlet” ilişkisinin nasıl olması gerektiği hususunda, Cumhuriyet’in ilk dönem büyük yanılgısından bir türlü vazgeçemiyor. Devlet erkini önemli ölçüde kontrol eden zinde güçler, adını “irtica” koydukları “İslâmî duyarlılığı”, hâlâ birinci tehdit görmeye devam ediyor.
PKK terörü bir haftada 40 can alırken, zinde güçlerin tehdit algısında bir milim oynama olmuyor. İrtica birinci, bölücülük ikinci tehdit...
PKK öncesi tehdit sıralaması nasıldı dersiniz? Hemen söyleyeyim; irtica birinci, komünizm ikinci...
Cumhuriyet kuruldu kurulalı devletin düşman tasavvurunda “irtica” birincilik kürsüsüne paslı iri bir mıhla mıhlanmış vaziyette...
Devlet-toplum arasındaki gerilimi besleyen bu durum, ikinci sırada tehdit görülen bölücülüğün de önemli sebeplerinden birisidir hakikatinde. Ve bölücü akılla uzlaştığı temel noktadır.
Maalesef bu meselede devlet tam bir akıl tutulması içindedir.
Bir defasında siyah Afrikalı birisi Türkiyeli olduğumu öğrenince yanıma sokulmuş, hoş bir mukaddimeden sonra Türkiye’deki başörtüsü zemininde yaşanan gerginliği sormuştu. Türkiye’yi anlamaya çalışan akademik çabayı sezince, ben de ona meseleyi yumuşatarak ve yapılan zulmü hafifleterek anlatmıştım.
İnanamadı. “Anlattıklarınızda bir abartı olmadığından emin misiniz?” dedi. Hâlbuki ben, yaşananları asgarisiyle anlatmıştım, zira ülkemi asla karalama pozisyonuna düşmek istemem. Bunun için de halk ve yasakçı laikçi zihniyet ayrımını özenle yapmıştım.
Türkiye’yi tanımayanlara, devletin ideolojik İslâm karşıtı katı duruşunu izah etmek oldukça zor. Bunu da defaatle yaşadığım için biliyorum.
Muhatabım bana, “Anlattıklarınızda bir abartı olmadığından emin misiniz?” derken anlattıklarımın doğruluğundan hayli kuşkulanmıştı. Hemen arkasından, “Osmanlı’nın bekâsı bir toplum yapısında bunların yaşanması rasyonel olamaz çünkü” demişti.
Elbette rasyonel değildi. Ama devlet aklı dedikleri o aygıt tutulmuşsa eğer, nice irrasyonel refleksler sökün edebilmektedir işte.
Başörtüsü meselesini, başörtüsü mağdurlarının perspektifinden anlatan İngilizce bilimsel bir makale yoktu. En azından ben bilmiyorum. Bu da yasakçı zihniyetin başörtüsünün devlete karşı bir huruç hareketinin sembolü olduğu iddiasını kolaylaştırmıştır.
Bir nebze de olsa meseleyi kendi analizlerimiz eşliğinde ve mağdurların penceresinden göstermek için, “Türkiye’de Başörtüsü Çıkmazının Kökenleri” başlıklı bir makale yazıp, yayımlamıştım.
Makaleyi okuyanlar devletin tarihî geçmişiyle, toplumun diniyle bu derece kopuk olmasını, ülkenin güvenliğiyle irtibatlandırmışlardı. Toplumuyla barışık olmayan bir devlet hem iç istikrarını hem de sınırlarını korumakta zaafiyet yaşar. Aklın ve tecrübenin temel kuralıdır bu.
Yabancılar bunu görüyor da, laikçi jakobenler bunu görmüyorlar mı? Vatan millet sloganı atıp da, vatan ve milleti zaafa düşürmek, yaman bir çelişki!
İslâm, bizim ve coğrafyamızın en büyük imkânıdır. İslâm olmadan kurulacak cümleler hep bölücü olacaktır. Bize ve bölgemize dair yapılacak İslâm’sız siyasi projeler, dün olduğu gibi gelecekte de devlet toplum gerginliğini körükleyecektir.
Devlet toplumla barışmak istiyorsa, toplumun değerlerine saygı duymak zorundadır. Devlet, ülke halklarını kardeşçesine bir arada görmek istiyorsa, toplumu bir arada tutan değerlerini zayıflatmaya yeltenmeyecektir. Devlet, Kürt halkına gidip; “PKK komünist bir örgüttür, din düşmanıdır” diye propaganda yaptı hep. Halka dağıttığı âyet ve hadis yazılı bildirilerde kardeşlik vurgusu yaptı.
Tamam da, iletişim çağında Türkiye’nin diğer kısmında din karşıtı bir siyaset izlendiğini Kürt halk görmüyor mu sanıyorsunuz? Bu çelişkiye bir son vermenin vakti geçmedi mi?
Kürt analarıyla Türk analarını algıda aynılaştıran din ve bunun en görünür uzantısı başörtüsünün dışlanması, ülke birliğinin de dışlanmasıdır. Görün bunu artık!

VAKİT