Anayasalar, bir arada yaşama iradesini beyan eden farklı toplumsal grupların (din, mezhep, etnisite-kavim, sınıf, zümre, kabile, geniş aile vs.) icap ve kabul, yani rızaya dayalı kendi aralarında akdettikleri sözleşme metinleridir. Karakteri itibarıyla evlenmeye karar veren bir erkek ile bir kadının aralarında akdettikleri nikâh, ticaret yapmak veya ortak yatırımda bulunmak üzere ortaklık kuranların yaptıkları ticari ve ekonomik sözleşmeler ne ise, esas itibarıyla toplumsal grupların da kendi aralarında akdettikleri sözleşme metni aynıdır.
Anayasalar toplumsal grupların aralarındaki ilişkilerin nasıl cereyan edeceği, büyük siyasi/idari organizasyonun (devlet) nasıl teşekkül edip çalışacağı; karşılıklı hak ve sorumlulukların ne olacağı, yurttaşların vecibe ve görevlerinin nasıl dağıtılacağını tanzim ederler. Osmanlılar "Kanun-u esasi", Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş aşamasında ise "Teşkilat-ı esasiye kanunu" denirdi. Zannımca her iki isimlendirme de sorunludur. Zira söz konusu isimlendirmelerde devletin temel kuruluşunu, örgütlenişini ve işleyişini düzenleyen kurallar mecmuası esas alınmaktadır ki, bizim sözünü ettiğimiz sözleşme metinlerinde öncelik toplumsal farklı grupların bir arada yaşamalarını sağlayacak olan kuralların hukuki zeminidir. Anayasa bir tür toplumsal nikah akdidir.
Faşizm ve komünizmde anayasaların teşekkülünde rol oynayan ana faktör "devlet ve devletin egemenlik hakları, devlet gücü ve devlet bürokrasisinin idare imkân ve avantajlarının korunması"dır. Anahtar terim "devlet"tir. Türkiye, 1950'de çok partili demokratik sisteme geçtiyse de, 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 darbecileri, birkaç bilim adamına yazdırdıkları anayasa metninde "devlet"i esas aldılar.
Batı'da "devlet"i temel alan anlayışa karşı geliştirilen alternatif yol, anayasaların yapılırken "birey"i esas almalarıdır. Bu yüzden liberal demokrasilerde anayasalar bireyin tercihlerini, bireyin özgürlüklerini ve bireyin çıkarlarını gözetmeyen hiçbir metne "demokratik anayasa" gözüyle bakılamaz. AK Parti de 2007'den bu yana anayasa değişikliğini gündeme getirdiği her aşamada liberal demokrasinin felsefi zemininden hareketle liberal bir anayasadan söz etmekte, liberal aydınlar ve hukukçular da liberal bir anayasa ortaya çıkmadıkça sorun çözücü metnin bulunmayacağını söylemektedirler. O halde "devlet merkezli" olanından sonra ikinci anayasa metninin "birey merkezli" olduğunu söyleyebiliriz.
"Devlet merkezli anayasa"yı hazırlayanlar askerî cuntanın arzusu doğrultusunda masa başına oturan bilim adamları ve hukukçular oluyor. Pekiyi "birey merkezli anayasaları" kim ve nasıl hazırlıyor? Konunun can alıcı sorusu budur!
"Birey" insan teki varlıktır, yani ferd-i vahid olan insandır. Ferd-i vahid olan insan "devlet" ve "toplum" gibi soyuttur. Dünyanın hiçbir yerinde bireyler insan teki varlıklar olarak bir araya gelip metin yazamazlar. Türkiye 72,5 milyon nüfusa sahipse, rüşd çağında olan 50 milyon insanın salt birey kimlikleriyle bir araya gelip tartışması, müzakere yapması ve ortak bir anlaşma zemini bulması mümkün değildir. Bu durumda yine birilerinin ortaya çıkıp bir metin yazması zarureti hasıl olmaktadır. Nitekim Batı'da da böyle oluyor. "Birey merkezli metni" yazanlar yine bilim adamları, akademisyenler ve hukukçular olmaktadır. Onlar da liberal filozof ve bilim adamlarından ilhamlarını alırlar, kitaplarda okuduklarını, liberal felsefe tarafından tanımı yapılmış, muhtevası belirlenmiş hak ve sorumlulukları, vecibe ve görevleri bir anayasa metni olarak ortaya dökerler. Kısaca onlar da masa başında metin yazarlar.
İşte benim temel itirazım burada başlıyor. Bana göre "devlet merkezli anayasa" ile "birey merkezli anayasa" metni arasında -içerik farklı olmakla beraber- usul yönünden fark yoktur. Her iki metinde de karşılıklı müzakere, tartışma söz konusu değildir.
Pekiyi "toplum merkezli anayasa" nedir ve nasıl olmalıdır? Bunu da çarşamba günü ele almaya çalışacağız.