Devlet ve toplum

Ahmet Altan

Bir yanda Avrupa’nın en hızlı büyüyen, ihracatını arttıran, dünyanın en büyük on altıncı ekonomisine sahip, gelişen bir toplum var.

Bir yanda, durduğu yerden kıpırdamak istemeyen, her türlü gelişmeyi engellemeye uğraşan, Kürtlere anadilde eğitimi yasaklayan, başörtülü kızları üniversiteye sokmayan, Alevilerin ibadethanesine ibadethane demeyen bir devlet var.

Bu ikisi yan yana duramaz.

Bu büyük hareketin ve kalkınmanın, devletin donmuş yapısı içine sığmasına imkân yok.

Devlet, toplumun gelişmesini engellemek ve bela çıkartıp, toplumu kaosa itmek için yıllarca uğraşmış.

Her türlü melanet çıkıyor devletin içinden.

Gazetenin tepesindeki üç büyük habere bir bakın.

Hrant Dink’i öldürtmek için Mafya’yla anlaşma yapan bir devlet görevlisi.

Gazetecileri yasadışı yollarla dinletip kasetlerini saklayan bir başka devlet görevlisi.

Ve, derin devlet tarafından öldürüldüğünden kuşkulanılan bir cumhurbaşkanı.

Sadece bir tek günde gazeteye yansıyan üç olay.

Bir de diğerlerini düşünün.

JİTEM’i, Susurluk’u, Ergenekon’u, Balyoz’u, Kafes’i düşünün.

Hepsi de bela peşinde.

Asıl görevi “sorunları çözmek” olan bir devlet, neden Türkiye’de sorun yaratan bir yapıya dönüşüyor?

Neden ülkenin ve toplumun kalkınıp gelişmesini sürekli bela çıkartarak engellemeye çalışıyor?

Çünkü bu devlet yapısı, bugünkü Türkiye’yi yönetemez.

Zenginleşen, gelişen, güçlenen bir Türkiye’nin dizginlerini elinde tutamaz.

Onun için devlet, “şikeci bir jokey” gibi sürekli olarak yarıştaki toplumun dizginlerini kasmaya, onu durdurmaya çabalıyor.

En çok korktukları şey halkın gelişmesi.

Ama hayat “şikeyle” yönetebileceğiniz bir at değil.

Bir yerden sonra susta atıyor, gizli suçlar, suikastlar, darbe hazırlıkları, cinayetler birer birer ortaya çıkıyor.

Siyasetçilerin ve medyanın bir kısmı hâlâ bu gerçeği saklayabilmek için kıvranıyor.

Saklayamazlar.

Bu toplum, bu devleti değiştirecek.

Şimdi asıl sorunumuz, devleti değiştirecek olan toplumun kendi değişimini, döküp saçmadan gerçekleştirmesi.

Toplum zenginleşip kalkınıyor, devletin dar kalıplarını kırıyor ama o devletin “toplumun zihnine yerleştirdiği” engelleri ve hastalıkları temizlemek o kadar kolay olmuyor.

Toplumun her kesimi, devlete ayrı ayrı, kendisine dokunduğu noktalarda karşı çıkıp değiştirmeye uğraşıyor.

Ama bu kesimler birbirlerine yardım etmiyor.

Tam aksine birbirlerine karşı devleti tutuyor.

Başörtüsü yasaklarından yakınan dindarlar içlerindeki “milliyetçi” damarı temizleyemedikleri için “anadilde eğitim” konusunda Kürtlere yardımcı olmuyor, Kürtler devletin vesayetini kıracak ortak bir demokratikleşme hareketinde “bu değişimde bizimle ilgili bir şey yok” deyip kenara çekiliyor, Aleviler Sünnilerden korktukları için yıllarca kendilerini kimliklerini saklamaya zorlayan Kemalist devletin baskılarını savunuyor, solcuların bir kısmı “sisteme muhalefet” etmekten vazgeçip “iktidara muhalefet” etmeyi öne alıyor.

Türkiye’nin doğal bir şekilde yaşaması gereken değişim, toplumun kendi iç çelişkileri yüzünden zorluklarla karşılaşıyor.

Bu “iç çelişkiler” değişimin sürecini uzatıyor yalnızca.

Yoksa, sonunda Kürtler anadilde eğitim yapacak, başörtülüler üniversiteye girecek, Alevilerin cemevleri ibadethane olarak kabul edilecek.

Bugünkü ekonomik yapısı, kalkınması, üretimi, ihracatı, gücüyle bu toplum, bu değişimleri hak ediyor çünkü.

Kendi gücüyle devleti geriletiyor.

Ama her biri devleti geriletirken sadece kendine bir yer açmaya uğraşıyor.

Bu mümkün değildir, bu devleti ve toplumun yapısını tümden değiştirmeden kimse tek başına özgür olamaz, bu gelişimden hak ettiği payı alamaz.

Sonunda bu toplum gerçeği kavrayacak.

Ona bu gerçeği, kendi gücü kavratacak.

Böyle bir güç ve zenginlik, kaçınılmaz olarak “ortak bir aklı” da yaratır çünkü.

TARAF