Düşünür ve aktivist Kojin Karatani'nin vurgulamasıyla “devlet”, “ulus” ve “sermâye” modern dünyânın bağımsız değişken yâhut sâbitelerini veriyor. Bu üçlü, ya da sacayağı, cümle modern ilişkileri, olaysal yâhut dönemsel olarak şekillendiriyor.
Mühim olan husus, bu üçlünün arasındaki ilişkilerin sanıldığı gibi tamamlayıcı olmamasıdır. Eğer modern dünyânın konjonktürel târihinde zaman zaman bir yatışmışlık yâhut denge durumları oluşuyorsa; bu, bahsi geçen kavramların içinde yatan akılların birbirine uygun olmasından değil, görece olarak yakınlaşmasından temelleniyor.
Meselâ “devlet” gerek kadim, gerek modern yapılarıyla “hikmet-i hükûmet” odağındaki akıl yürütmelerle tezâhür ediyor. Egemenlik kavramı bunun; yâni hikmet-i hükumet etmenin mümkün veya etkin olabildiği nüfus ve coğrafyaların sınırları içinde gerçekleşiyor. Her ne kadar devlet bu alanları büyütmek istese de, bir aşamada sınırlanıyor. Meselâ târihçi Braudel'in işâret ettiği kadim târihsel zamanlar îtibârıyla coğrafyanın belirleyiciliği tam da bu noktada anlam kazanıyor. Devlet aklı, sınırlanan ve sınırlandıran bir akla sâhip.
Ulus ise modern bir olgu olarak teb'anın yerini alan bir siyâsal-ekonomik toplum kavramlaştırmasıdır. Ulus da tıpkı devlet gibi sınırlı bir kavramdır. Ulusal akıl sınırlarını büyütmek isteyebilir. Ama unutmayalım ki her yayılmacı(irredantist) yâhut bütünlükçü (pan) hareketlerin de zihninde bir sınır vardır. Ulusun aklı, ulusal saflığın korunabileceği sınırlarla belirlenmiştir.
Devlet aklı ile ulusal akıl arasında derin bir gerilim vardır. Devletin egemenlik alanları ile ulusal egemenlik alanları çok defalar çakışmaz. Bu durumlarda ulusal akıl ile devlet aklı pek tabiidir ki çatışır. Bununla da kalmaz; devlet aklınca egemenliğin kayıtsız şartsız devlete âit olduğu yolundaki kadim bakış, ulusun doğuşuyla terk edilir ve egemenlik kayıtsız şartsız ulusa âit kılınır. "Ulus-devlet" yâhut “devlet-ulus” olarak bildiğimiz örüntüler, modern devlet aklı ile ulusal aklın kurucu yasa üzerinden sözleşmesini ifâde eder. Bu sözleşmenin metnini oluşturmak “babayasa” yapmaya benzemez. Çok çetin süreçlerden geçerek başarılır. Bu çetinlik husûsen devlet geleneklerinin çok kuvvetli olduğu yerlerde çok açık olarak görülür.
Şunu da kaydetmeliyiz ki ulusal akıl da kolay tesis edilebilecek bir akıl değildir. Bunu en başta sınıfsal değişken zora koşar. Ulus aslında, sınıfsal gerilimlerin yumuşadığı ve toplumsal ortalamalarda geniş, yaygın bir oydaşmanın sağlandığı aşamalarda ortaya çıkar. 19.Yüzyıl'da ulus taslakları ve ulusçuluklar vardı. Ama ulus, siyâsal “tanınma”, “temsiliyet” ve “katılımın” eşitlik değeri üzerinden büyük bir ölçeğe kavuşturulduğu 20.Yüzyıl'da hayâta geçirilebildi. Eğer Keynesgil paradigmanın yeniden-bölüşümcü etkisi olmasaydı ne ulus ne de ulus-devlet tasarımları başarılabilirdi.
Sermâyenin aklı ise kendi asimptotunda kendisini sonsuzlaştırıcı bir açılıma sâhip olduğu için aslında ne devlet ne de ulusal akıl ile temelde uzlaşmaz. Ama sermâyenin kendi diyalektiğinin gereği olarak dünyâ işbölümüne gitmesi kaçınılmaz olarak gündeme gelecektir. Bu aşamada ise sermâye çelişerek de olsa önce devlet daha sonra da ulus ile etkileşime girmek zorunda kalacaktır.
20. Yüzyıl'da sermâye, Keynesyen paradigma üzerinden “ulus” ve “devlet” ile konjonktürel bir oydaşma sağladı. Her konjonktürel durum geçicidir. Bu geçici durum içinde merkez kapital dünyâ kendisini ikmâl etti. Yarı-merkez dünyâ ise târihin dayatması (zorunluluğu) olarak gördükleri ulus-devlet yâhut devlet-ulus formuna geçişin ağır travmalarına gömüldü. Meselâ Afrika'da kabileler ulus, geleneksel iktidâr ilişkileri ise devlet olmaya soyundu. Sacayağının sermâye boyutu ise daima eksik kaldı. Süreçler akim kaldı ve despotik neticeler verdi.
Bugün devlet-ulus ve sermâye arasındaki çelişkiler iyiden iyiye bozulmuş durumda. Sermâye, devletin sosyal boyutunu tasfiye ediyor. Ulusal asfaltlar ise kamusal hayâtın kültürelleşmesine bağlı olarak patlıyor. Şöyle hülâsa edelim: Yeni dünyâ düzensizliği bu sacayağının bacaklarındaki dengesizliklerin ürünü. Fark ise şurada: Sermâyenin ulusal ve kurumsal yapıları dağılırken, 20. Yüzyılın tersine sermâye her zaman olduğundan daha fazla yarı-merkez dünyâya ulaşabiliyor. Burada yarı-merkez dünyânın sorunu bir taraftan sermâyenin merkez-kaç eğiliminden nemâlanmak ve eksik kalkınmasını tamamlamaya çalışmak, diğer taraftan da zaten çok eksik ve sorunlu ulusal ve kurumsal yapılarını revize etmek. Kurucu yasa yapımına giderken Türkiye'nin de içinde bulunduğu çok çatallı durum bu...
YENİ ŞAFAK