Kenan Alpay'ın yazısı:
Türkiye için af tartışmaları hiçbir zaman yeni ve şaşırtıcı olmadı. Ancak Almanya’da dahi Corona Virüs salgını dolayısıyla infaz yasasına yönelik alınacak tedbirler içerisinde ilk elde kimi hükümlülerin serbest bırakılması veya cezalarının ertelenmesi tartışılıyor. İtalya ve Brezilya’da cezaevleri isyanlarla karışmış durumda. AK Parti ve MHP tarafından hazırlanan infaz yasası taslağının da benzer bir gerekçeye, Covid-19 salgının cezaevlerinde kitlesel ölümlere sebebiyet verebileceği endişesine dayandığını hepimiz biliyoruz.
Covid-19 yüksek riski hatta yakın tehdidi, mezkûr infaz yasası tartışmalarını hızlandırmış olsa bile kapasitesi 230 bin olan cezaevlerinde 300 bin hükümlü ve tutuklunun bulunuyor oluşu önümüzde patlamaya hazır bir bomba olduğu gerçeğini hiçbir zaman göz ardı edemeyeceğimizi göstermektedir. Fakat bu demek değildir ki, infaz yasasının kriter ve hedefi cezaevlerini bu kapasite aşımından kurtararak, belirli bir oranda tahliye imkanı sağlayarak risk ve tehdit savuşturulabilir. Yanlış olan, dönemsel kaygıları öne çekip, risk ve tehdidi Covid-19’dan ibaret görmektir zaten. Kabul edelim ki yargı kurumu, ceza yasaları ve infaz kanunu Türkiye’nin en sancılı alanıdır, tartışması ve gerilimi hiç bitmeyen kriz zeminidir adeta.
Hedef Cezaevlerini İhtiyaç Kadar Boşaltmak Olmamalı
Peki, Meclis’in gündemine getirilecek yeni infaz kanunu tartışma ve gerilimleri azaltmaya, siyaset ve yargıyı daha güvenilir kılmaya, toplumsal barışa hizmet etmeye kuvvetli bir adaydır, diyebilir miyiz? İstisna edilen ve kabaca “kırmızı çizgi” ilan edilen suç(lu)lar gerçekten toplumsal hassasiyet ve taleplere göre mi belirleniyor yoksa klasik devlet refleksine göre mi belirleniyor? Maalesef devlet kendisine karşı işlenen suçları değil yine ve inatla fert ve topluma karşı işlenen suçların cezasını hafifletmek üzere çalışmalar yürütüyor.