23 Nisan'da Başbakanlık tarafından yayınlanan taziye mesajına MHP ve Aydınlık çevreleri dışında doğrudan karşı çıkan olmadı. Ama pek ses edemeseler de genişçe bir muhalif kesimin büyük bir hayal kırıklığı yaşadığı ortadaydı. Öyle ya tam da "diktatör" kampanyalarına hız verilen bir anda, tam da iktidarın uluslararası itibarının düşürülmeye çalışıldığı bir dönemde sırası mıydı bu çıkışın? Böyle bir çıkış her şeyi berbat edebilir, Erdoğan'la ilgili kafalar yine karışabilir, ortada kalmış pek çok insan yine "acaba"demeye başlayabilirdi.
Zaten Kürt açılımı yüzünden başları yeteri kadar beladaydı. Yıllarca "Kürtler de Kürtler" dedikten sonra, açılıma nasıl kulp takacaklarını şaşırmışken, şimdi bir de Ermeni açılımı çıkmıştı başlarına... Yıllardır savunuculuğunu yaptıkları bir davaydı bu da. Lanet olsun, bu defa nasıl kıvırtacaklardı?
Küçümseme denemeleri
Bu hayal kırıklığı çeşitli şekillerde çıktı ortaya. Muhalif gazetelerin pek çoğu olayı sıradan bir haber gibi küçük görmeye, önemsizleştirmeye çalıştı. Kimisi, iktidarın her meseleyi olduğu gibi Ermeni meselesini de araçsallaştırdığını, bunun siyasi bir yatırım olduğunu geveledi, kimisi, Ermenistan'daki ve ABD'deki aleyhte gösterilere sarıldı. Kimisi, mesajın amacını "Ermenistan'la ilişkilerin düzeltilmesine yönelik bir çıkış" düzeyine indirip, taziyenin bu konuda bir işe yaramayacağını söyledi gerine gerine.
CHP'li Faruk Loğoğlu'nun tepkisi ise sadece komikti: "Geç kalmış bir açıklama. Şimdiye kadar neden söylenmedi" diyordu, "Öyleyse sen ya da partin şimdiye kadar neyi beklediniz, neden daha önce söylemediniz; dilinizi tutan mı vardı" sorusuna ne cevap vereceğini bile düşünmeden...
Bir resmi görüşten bir başka resmi görüşe
Tabii, açıklamanın olumlu etkilerini nötralize etmek için en yaygın kullanılan argüman, açıklamanın içeriğini küçümsemek ve devlet soykırım sözcüğünü kullanmadıkça söylenenlerin bir şey ifade etmeyeceğini iddia etmek oldu.
Bense, devletin soykırımı kabul etmesini istemenin yıllardan beri süren büyük bir yanlış olduğunu; devlet adına yapılan bir açıklamada, söylenenden öte bir şey söylenemeyeceğini düşünüyorum.
Şu anda Başbakanlık'ın açıklamasıyla yapılan şeyin özü, cumhuriyetin başından bu yana geçerli olan resmi görüşün iptal edilmesidir. Devlet bu açıklamasıyla "olan biteni inkâr" olarak özetlenebilecek resmi görüşünü iptal etmiş ve yerine de başka bir resmi görüş koymamıştır. "Bu bir soykırımdır" deseydi, eski resmi görüş yerine yeni bir resmi görüş getirmiş olacaktı ve bu doğru olmayacaktı.
Neden?
Çünkü toplum içinde farklı görüşlerin bu kadar belirgin olduğu bir konuda, herkesin olan bir devletin doğrunun kendi tekelinde olduğunu iddia etmesi ve resmi bir tez dayatması demokratik bir tutum değildir. Nasıl resmi görüşün "inkâr" olması bazı vatandaşların düşüncelerini temsil ederken bazılarını rahatsız ediyorsa, resmi görüşün "kabul ve özür" olması da bazı vatandaşların duygularını temsil ederken bazılarını rencide eder. Onların kendilerini bir oldubitti karşısında hissetmelerine sebep olur.
Doğru olan, devletin gerçeği belirlemenin kendi tekelinde olduğu iddiasından vazgeçmesidir. Siyasi partilerin, STK'ların, tek tek kişilerin görüşleri olabilir ama devletin tarihi bir olay hakkında"resmi görüşü" olamaz.
Unutmayalım ki, resmi bir görüş beyan etmek, beraberinde farklı görüşleri suç saymayı ve yasaklamayı da getirir. Eğer devlet "bu bir soykırımdır" derse, bundan böyle "soykırım değildir" demeyi de yasaklaması gerekir ki, bugün Fransa gibi bir ülke bile bu "resmi görüş"tuzağına düşmüş ve vatandaşların düşünce özgürlüğünü yok ederek soykırım inkârını suç saymıştır.
Bu yüzden de, bu tip olaylarda devletin yapması gereken tek şey aradan çekilmek; bütün yasakların, bütün kırmızı çizgilerin ve tabuların ortadan kalkması ve iki toplumun tarihçileriyle, sosyologlarıyla, hukukçularıyla, sanatçılarıyla ve örgütlenmiş tüm kesimleriyle birlikte serbest bir hesaplaşma ve yüzleşme sürecine girmesini sağlamaktır.
Zaten yayınlanan açıklamanın en önemli yanı da budur; devletin böyle özgür bir tartışma zemininin güvencesini vermesidir.
Bugün