Kürt toplumu, yapılanların sorumlusu olarak Türkleri değil, “devlet”i görmüştür. Bunun nedeni, yaşanılanların milliyetçi reflekslerle okunmamasıdır. Kürtlerin bu yaklaşımı çok yerinde ve doğru bir yaklaşımdır zira bu, Kürtlerde, Türk karşıtı bir milliyetçiliğin/ırkçılığın gelişmesini engelleyen temel unsurdur. Ancak milliyetçiliğin Kürt gençlerinde giderek yerleşmesi, bu tablonun değişme eğilimine işaret etmektedir.
Genelleme yapmanın risklerini göze alarak ve de iki kesim içindeki istisnaları ayırarak söylersek; nasıl ki batılı toplum bütün ideolojik farklılığına rağmen devletçi ise, doğulu toplum da bütün ideolojik farklılığına rağmen devlet karşıtıdır. Her ne kadar sağcılık ve muhafazakarlığın negatif yanları sirayet etmiş olsa da Kürtler, genel olarak muhalif bir toplumdur ve bu nedenle de politiktir. Bunu, batılı toplum için söylemek pek mümkün değildir. Batılı toplumun politikliği, (istisnalar hariç) Kürt sorununun algılanış biçiminin belirlediği, PKK (algı itibariyle Kürt) karşıtı milliyetçi bir tepkisellikten başka bir şey değildir.
Kürtlerde devlet algısı tamamen realiteye dayalıdır. Mesela devlet ve/veya hükümet, somut olarak jandarmadır/askerdir. Kaymakamla komutan aynı şeydir. Devlet, öldüren bir aygıttır. Devlet, kendinden korkulması ve korunması gerekli bir nesnedir. Kürtlerdeki, bu devlet algısı, doğulu toplumu batılı toplumdan ayıran temel hususiyetlerdendir. Jandarma, bizzat devlet olduğundan, onun zulmüne uğrayanın başvuracağı bir devlet makamı yoktur. Eğer, karşıtına sığınarak var olmayı seçmemişse bir Kürdün, başvurabileceği tek yer, tek makam dağlardır.
Yine istisnaları ayrı tutarak söyleyecek olursak; batılı toplum için devlet bir tabudur, kutsaldır. Ebed müdded anlayışı devleti, ilelebet korunması gereken bir kutsala dönüştürür. Batılı toplumun gözünde devlet, Tanrısal bir lütuftur. Devletin otoritesini yalın bir şekilde ve yanında görmeye alışmış, kendini ancak bu şekilde güvende hissetmiştir. “Ya devlet başa ya kuzgun leşe”dir.
Aynı zamanda, batılı toplumun zihnini devlet söylemi inşa etmiştir. Batılı toplum, devlet aklının sosyalleşmiş biçimini temsil etmektedir. Bu nedenle her türlü meseleyi bu zihinsel kodlarla anlamaya çalışmakta ve her seferinde ayı sonuca ulaşmaktadır: Devlet haklıdır! Bu acımasız ve katı tasavvurun dışına çıkması, imkansız derecesinde zordur. Bu zorluğu aşmak için, adeta devletin dayandığı tüm ideolojik toplum mühendisliği aygıtlarının tersten işletilmesi gereklidir.
Devlete biçilen değer, doğulu toplum için de söz konusudur. Çünkü bu algı cumhuriyetin ürettiği bir algı değil, tarihsel bir algıdır. Buna karşın doğulu toplumda, söz konusu devletin zulmüne doğrudan ve sürekli maruz kalındığından, müesses nizam (laik milliyetçi TC) anlamında bir devlet karşıtlığı vardır. Doğulu toplumda devlete bakışı belirleyen ana faktör “korku”dur. Daha çok yaşlı nesilde devlete saygı gibi görünen şey aslında bilinçaltına atılmış devlet korkusudur.
Batılı toplum da devletin zulmüne maruz kalmıştır ancak o zulmün en yakıcı biçimi belli bir tarihsel dönemde kaldığından ve kurtuluş/kuruluş afyonunun yarattığı atmosferde gerçekleştiğinden, etkisi kısa sürmüştür. Bunda kuşkusuz, sürekli beslenen ve canlı tutulan vatanın tehlikede olduğu fikrine dayalı bölünme paranoyasının ürettiği sahiplenme duygusu da etkilidir. Batılı topluma, Osmanlının son döneminden başlatılan bir tarihsel perspektifle, sürekli dış güçlerin (Devlet söyleminde dış güçler; arkasında İngilizler ve Rusların olduğu ve topraklarımızda hak iddia eden Yunanlılar ve Ermeniler ile bizleri arkadan vuran kalleş Araplar!) vatanı parçalamak için kesintisiz bir uğraş verdikleri fikri işlenmektedir. Herkes Türklere tarihsel bir düşmanlık beslemektedir ve “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur”. Bu bağlamda Kürt sorunu olarak karşımıza çıkan hadiselerin arkasında işte bu olgunun olduğu düşüncesi batılı toplumun zihnine nakşedilmiştir. Kürtler artık, bu dış mihrakların oyununa gelen yıkıcı bir iç mihraktır.
Sonuçta iki toplum arasındaki devlet algısı ve mevcut devlete bakış tam anlamıyla bir uçurumdur. Devlet ile kurulan özdeşlik, batılı toplum algısında Kürtleri, devlet ile problemlerinden dolayı (kendileriyle olan değil), “suçlu taraf” kılmaktadır. Bu husus, Kürt sorununun değerlendirilişinde temel belirleyenlerden biridir.
Buna karşın, batının milliyetçi ve devletçi yaklaşımı doğuda tepkisel Kürt milliyetçiliğini tetiklemektedir. Bu olguyu en çok, batıda yaşayan Kürtlere karşı uygulanan ırkçı ve ayrımcı tavır ile linç hadiseleri beslemektedir. Kürtlerde gelişen milliyetçi tarih tasavvuru, yedi düvelin Kürtlere karşı olduğu fikrine dayanmakta ve “Kürd’ün Kürt’ten başka dostu yoktur” söylemini kurmaktadır. Kürtlerin hatırı sayılır bir kısmında, Kürt sorunu algısı artık doğal mecrasından taşmakta, hak arayışı giderek Kürt milliyetçiliğine dönüşmektedir. Bu marazi durum, ideolojik beslemelerle derinleşmekte ve kökleşmektedir. Yukarıda batılı toplum için ifade edilen fazlasıyla negatif tablo, son yıllardaki gelişmeler nedeniyle değişmektedir. Bu bağlamda Türklerdeki milliyetçiliğin dozajı azalırken, Kürtlerde artmaktadır. Aynı şey devlet konusunda da söz konusudur. Türk toplumunun devlete olan imanı sarsılırken Kürtlerde devletsi bir yapı olarak PKK iktidarına olan inanç güçlenmektedir.