Son dalgada gözaltına alınanlara bakıldığında Ergenekon soruşturmasının zirvelere tırmandığı aşikâr. Soruşturmayı savcılık yönetiyor.
Ancak neredeyse herkes müdahil. CHP lideri Deniz Baykal kurmaylarını arkasına alıp savcıya ve hükümete adeta ültimatom veriyor, Genelkurmay Başkanı bütün kuvvet komutanlarını toplayıp altı saat süren bir toplantı yapıyor, ardından Başbakan'la 'gündem'i değerlendirmek üzere bir araya geliyor, kimi temsil ettikleri belli komutan eşleri gözaltına alınan emekli paşaların evlerini ziyaret ediyor, bir general İstanbul Emniyet Müdürü ile görüşüyor, davanın gideceği nihai yargı mercii olan Yargıtay Başkanlar Kurulu olağanüstü toplanıyor...
Neler oluyor? Ülke işgal mi ediliyor? Devletin içinde 'iç savaş' mı çıktı? Yok, ama varmış gibi; iki emekli paşanın gözaltına alınması TSK'ya karşı bir operasyonmuş gibi gösteriliyor, emekli başsavcının evinin aranması yargıya karşı bir hareketmiş gibi sunuluyor ve bazılarınca da böyle algılanıyor.
Hukuk devletinde mi yaşıyoruz, kurumsal derebeyliklerde mi? Hukuk dışına çıkan herkes 'kurumu'nun arkasına saklanabilecekse ne adalet, ne düzen ne de hak kalır. Devlet de devlet olmaktan çıkar 'suç şebekesi'ne dönüşür.
Devletin içindeki 'çete' ile devletin 'meşru kurumları'nın birbirine karıştırılmaması gerek. Çetecilerin böyle bir algı oluşturmak için azami gayret içinde olacaklarına kuşku yok. Mevcut şartlarda, meşru devleti temsil edenlerin en büyük hatası kendilerini 'çete'den ayrıştıramamak olur. Hukuki sürecin önünü kesecek her girişim bu kurumların meşruiyetlerini sorgulanır hale getirir.
Devletin, devlet adına da işlenmiş olsa suçla, devlet memuru da olsa suçlularla mücadeleyi şu veya bu nedenle askıya aldığı bir ülkede bırakın 'hukuk'u, orman kanunları bile geçerli olamaz.
Kendilerine 'devlet' diyenler bir karar vermek zorunda: ya varlıklarının temeli olan hukuka saygı gösterecekler, kimseyi dokunulmaz ilan etmeyecekler veya 'oyunun kurallarını' bir kez daha hiçe sayarak 'meşru olmayan güç'e dönüşecekler.
Her şeye rağmen, 'devletin tepesi'ndeki yoğun trafiğin şeffaf ve meşru bir devlet arayışına delalet ettiğini ümid edelim. Aksi, bu ülkenin kaldıramayacağı sonuçlar yaratır. Devletlularımız, bir kez de olsa kendini devlet yerine koyup toplumu maceralara sürüklemeye kalkışanlarla 'yüzleşmeyi' denemeli. Toplumun beklentisi bu yönde. Ancak 'derin'i veya 'görüneni' ile devletin genelde toplumsal talep ve beklentiler yönünde hareket etmediği de malumumuz.
Göreceğiz, bu ülkede bünyesini temizleyebilme iradesine sahip bir devletin mi, yoksa kendi kendini yok eden bir devletin mi var olduğunu yakında göreceğiz. Ergenekon soruşturması bir fırsat; ya bu fırsatı yenilenmek için kullanacaklar veya bastırıp fırsatla birlikte kendilerini de yok edecekler.
Yani top, ordusuyla ve yargısıyla devlet elitlerinde. Tercih onların, ama son söz de milletin ve siyasetin. Topla nasıl oynandığına göre millet ve siyaset bu oyuna müdahil olacak.
Çokça sergilenen eski bir oyunun tekrarı da mümkün. Kürtçe TV, Alevi açılımının devamı, Nazım Hikmet'ten özür, Kuzey Irak'la diyalog... Küçük küçük adımlarla büyük devrim anlamına gelen bu gelişmeleri bir yerlerde birileri harekete geçmek için bahane olarak kullanmaya kalkışabilir. Üstelik ABD'de Obama'nın henüz görevi devralmaması ve Gazze katliamı nedeniyle İsrail ile hükümet arasındaki ilişkilerin fena bozulması bazıları için son şans olarak da değerlendirilebilir. Ergenekon soruşturmasının yerinden oynattığı taşların üzerinde, kritik bir dönemeçteyiz.
ZAMAN