Başlıktaki üç kelime ile İslam sıkça yanyana getirilerek aralarındaki 'kabul-ret' ilişkisi tartışılmaktadır. Gerçi bunlara bir de laikliğin eklendiği oluyor; ama bana göre laiklik ile İslam'ın uzlaşması mümkün olmadığı için onu tartışma dışı bırakıyorum.
Ne zaman 'bizim kendimize özgü modernitemiz', 'İslam'a uyan demokrasi', 'Müslüman kalarak çağdaşlaşma', 'özümüze zarar vermeyen değişim ve yenilik' ten söz edersek ön şartımız ve vazgeçilmez kırmızı çizgimiz 'İslâmî meşruiyet' olacaktır, olmalıdır. İslâmî meşruiyetin kaynakları ise bellidir ve vahyin bağlayıcı rehberliği tartışılamazdır.
Bu günlerde bir kongre sebebiyle bu kavramlar ve tartışma yeniden gündeme geldiği için yaklaşık yirmi yıl önce bir röportaja verdiğim cevapların önemli bir kısmını bir daha hatırlatmakta fayda gördüm:
Kur'an'ın bütününde siyaset ne kadar yer kaplamaktadır?
Bence Kur'an-ı Kerim'de siyaseti kavram ve kurum olarak belirleyen ve çerçevesini bize veren (dokuz) anahtar kelime vardır. Bu kelimeler, tevhid, itaat, hilâfet, bey'at, şûra, emir bi'l-maruf nehiy ani'l-münker, velâyet mülk ve hükümdür. Bu dokuz kavramın açılımı yapıldığında hemen hemen İslâm'ın siyaset teorisi ortaya çıkarılmış olur. Kur'an-ı Kerim'de, bir kavram veya kurumun yahut da bir talimatın yer almasında hacim pek önemli değildir. Yani, Kur'an-ı Kerim'de bir emrin bir kez dahi yer alması yeterlidir. Bizim için o emrin bağlayıcılığı önemlidir. Şöyle de söyleyebiliriz: Bir emir 10 kere yer alır; ama ibaha için olur, tavsiye için olur, haberdar etmek için olur. Fakat bir kere geçen bir emir de vücûb için olursa her surette inananlar için bağlayıcıdır. Ve onlar bu emir ya da emirlere itaat etmek zorundalar. Dolayısıyla kemmiyet önemli değildir.
Şimdi bu kavramları açalım:
Tevhid: Allah'ın yaratıcı, ma'bûd, kâinata hâkim (kayyûm), hüküm koyucu ve hükmedici olarak bir, tek, eşsiz, ortaksız, benzersiz olduğu gerçeğidir. Diğer ilkeler bu tevhid ilkesinin açılımı sayılabilir.
Objektif bilgi ile Allah'ın verdiği sabit olan izin ve selâhiyet bulunmadıkça veya kullar meşru yollardan, sözleşmelerle razı olmadıkça hiçbir kimsenin diğeri üzerinde hakimlik, sahiplik, üstünlük, yöneticilik hakkı ve selâhiyeti yoktur. Bütün insanlar aynı unsurdan yaratılmışlardır, kulluk ve itâat yalnız Allah'adır.
İtâat: Allah'a, Hz.Muhammed (s.a.)'e ve Ülü'l-emre itaat edilmesi gerektiğine dair emirler Kur'an'da sıkça geçmektedir. Bu sıralama, aynı zamanda bir hiyerarşik sıralamadır. Aşağıdan yukarıya doğru bu hiyerarşiyi açmamız gerekirse: 'Mahlûk kim olursa olsun Hâlik'a isyan noktasında ona itaat edilemez.' Ya da Yaratan ile yaratılanın emirleri yan yana geldiğinde, tercih mutlak olarak Yaratan'ın emirleri doğrultusunda yapılmalıdır. Bu noktadan değerlendirdiğimizde, Ülü'l-emre itaatın şartı, onların emirlerinin Allah'ın emirleriyle mutabık olmasıdır. Resul'e itaat için de aynı şey geçerlidir. Fakat burada bir özellik vardır. Resul kavramının zımnında emri ve buyruklarının, tabii olarak Allah'ın emir ve buyruklarıyla mutabık ve muvafik olması zaruridir. Bu vasfın zımnen bulunmuş olması hasebiyle, ayrıca üzerinde durmamıza gerek kalmıyor. Çünkü dini açıklamada Peygamber'in hataya düşmesi ve günah işlemesi, örnek olacağı için, Allah tarafından engellenir. Şayet hata ve zelle olsa bu da yine ümmete bir örnek tatbikat olarak intikal etmez. Bu yüzden de Allah tarafından ikaz edilen beşer nev'i, Peygamberlerdir. Bu itaat kavramı bize İslâm'ın siyaset teorisinde, siyasetin aşkın referansını veriyor; İslâm'da siyasetin, siyaset mekanizmasında geçen din-devlet, din-toplum, devlet-toplum ve fert-toplum ilişkisi ve devlet kavramı içerisinde yer alan yasama, denetleme, yürütme, yargı gibi bütün ilişki ve fonksiyonların bir İlâhi referansa bağlı olduğunu ve Allah'a itâat mükellefiyeti içerisinde cereyan edeceğini gösteriyor. İtâat kavramı ile ileride açıklanacak hüküm ve mülk kavramları arasında bir içiçelik ilişkisi bulunduğuna da burada işaret etmek gerekir.
(Soma felaketine maruz kalanlar için içimiz sızlıyor, ölenlere Mevlâ'dan rahmet, kalanlara sabır diliyoruz.)
(Yazı devam edecek).
YENİ ŞAFAK