Ali Bulaç’ın kendi kişisel sitesinde yazmış olduğu makaleyi iktibas ediyoruz:
“Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı? Göğe, nasıl yükseltildi? Dağlara; nasıl oturtulup-kuruldu? Yere; nasıl yayılıp-döşendi?” (88/Gaşiye, 17-20)
17. ayette yüce Allah, insanın –ve elbette vahyin ilk muhataplarının- tabii çevresinde sıkça temas halinde oldukları deveye dikkat çekerek yaratıcı vasfı üzerinde düşünmeye davet etmektedir.
Devenin kendine özgü hususiyetleri vardır: Razi, her hayvan veya canlının Allah’ın varlığına delil oluşuna dikkat çeker. Her şey Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih eder, yüceltir (17/İsra, 44). Bu açıdan yaratılmış bütün cisimler eşittirler ancak her bir cisme verilmiş bulunan sıfatlar, hasletler ve fonksiyonlar farklıdır. Şu halde cisim olmaklıkta eşit olan varlıkların her birine ayrı sıfat verilmesi, bunu bir Veren’in olduğunu gösterir. Bu da "El Alim, El Kadir, El Hâkim ve hiçbir şeye ve kimseye muhtaç olmayan gani bir Yaratıcı (El Hâlık)"dan başkası değildir. Her bir şey ve canlı kendisine verilmiş bulunan sıfatı ve özelliğiyle iş ve işlev görür, bu sayede varlık âleminde ve tabiatta nizam ve intizam tesis edilir. Biri diğerinin sıfatına ve rolüne özenecek olsa hem bunu yapamaz hem gülünç duruma düşer. Toplum hayatı da öyledir, yaşına, kabiliyet ve mizacına göre her insanın, özellikle erkek ve kadının kendilerine göre farklı sıfat ve özellikleri vardır. Her biri kendi asli fonksiyonunu görecek olsa fıtrata uygun, sağlam bir düzen kurulur. Birbirlerinin rollerini oynamaya kalkıştıklarında beşeri hayat sağlam örf üzere olmaktan çıkar; kötü adet ve sapkın geleneklere mahkûm olur. Erkek ve dişi arasındaki varlık yapısıyla ilgili farkı ortadan kaldırıp mutlak olarak eşitleştirmeye çalıştığınızda, iki cins eşitlenmez, ana özelliklerini kaybederek “üçüncü cins”e dönüşür.
Deve kızdırıldığında, yerine göre öfkeli ve kinci bir hayvan olduğu hâlde kurban edileceği zaman akıl almaz biçimde uysallaşır. Ben şahid olmadım ama rahmetli babam, en kızgın anında bile devenin yüzüne sigara dumanı üfürüldüğünde sakinleştiğini söylerdi. Tavuk bile kesildiğinde çırpınırken, Allah'ın kendisinin bir işareti olmak üzere insana boyun eğdirdiği deve, kurban edilirken diğer hayvanlar gibi yatırılıp bağlanmadan, ayakta ve âyetteki ilgili kelimenin diğer bir anlamına göre bir ayağı bağlanmış hâlde durarak kendisini bıçağa teslim eder. Taberi’nin işaret ettiği üzere, çöl şartlarında hayli dayanıklı ve kuvvetli olduğu halde bir çocuk veya zayıf bir kimse bile deveyi yere çömeltip sırtına yük yükleyebilir veya ona binebilir.
Yüce Allah kendi varlığının harikulade bir nişanesi olarak deveye dikkat çekmiştir: Gaşiye suresinin 17-19. ayetlerin bağlamı içinde devenin gök, dağlar ve yeryüzünden önce zikredilmiş olması manidardır. İbn-i Kesir şöyle der: Çölde seyahat eden bir bedeviyi düşündüğümüzde bedevinin kendi varlığını ilk farkettiği durum deve üzerinde yolculuk yapmasıdır. Başını yukarıya kaldırdığında göğü; uygun bir coğrafi ortamda ise yana baktığında yüce dağları, tepeleri; aşağı baktığında yeryüzünü (arz) görür.
Kurtubi "develeri karanın gemileri"ne benzetir. Hayvanların etlerinden, sütlerinden, derilerinden istifade edilir. Türlerine göre yük aracı veya binek olarak kullanmak mümkün olduğu gibi bir zevk ve temaşa nesnesi olarak da kullanmak mümkün (16/Nahl, 5-7; 36/Yasin, 71-72). Söz konusu özelliklerin bir veya birkaçı hayvanlarda bulunurken, devede birden fazlası bulunmaktadır. Deve her hayvandan daha çok süt ve et verir, hiçbir hayvan onun kadar yük taşıyamaz, çölde 10 gün susuz kalabilir, sırtında sonraki günler için yemek stok eder. Belli kapasitede hafızası olması dolayısıyla yolunu şaşırması nadirdir. Devenin çölde doğru yolda yürümesi "hidayet", yolunu şaşırması "dalalet"tir. Fahreddin Razi, bir defasında çölde yollarını kaybettiklerinde salıverdikleri develer sayesinde yolu bulduklarını anlatır. Son vahyin dili Arapçanın sayısız kelime iştikakı ve kavram zenginliği deve ile bağlantılıdır. Hakikaten deve şanı yüce Allah’ın hem şiarlarından hem harikulade ayetlerindendir. Oryantalist resim bu yüzden küçültücü imaj inşa ederken "deve, çöl ve İslamiyet"i bir arada kullanmıştır. (Ayrıca bkz. 22/Hac, 36-38. ayetlerin açıklaması.)
İbn-i Kesir’in işaret ettiği üzere insan bakış açısından, çölde seyahat eden bedevi kendini deve üzerinde fark eder ve ayetin buyruğunu yerine getirip devenin yaratılışı üzerinde düşündükten sonra başını göğe kaldırır, muhteşem bir varlık düzeniyle karşılaşır. Deveyi bu özelliklerde yaratan yüce Allah göğü yükseltmiş bulunmaktadır. Dağlar kazık gibi oturtulmuş, yer (arz) insanların ve canlıların hayatlarını idame ettirmeleri için yayılıp döşenmiştir. Gezegenimiz yuvarlaktır ama beşerin çıplak görme alanı içinde düzdür. Deve, gök, dağlar, yeryüzü ve aralarında olan her şey hayranlık ve hayret vericidir. Göğün bu şekilde yükseltilmiş olmsı ilahi kudretin en büyük işaretlerinden biridir. (Bkz. 13/Ra’d, 2. ayetin açıklaması.)
Bilinç sahibi, aklını doğru kullanabilen insan, bütün bunlar üzerinde düşünür, kozmik düzenin ve tabiattaki varlıkların nasıl mutlak ilim, irade ve kudret sahibi Bir Varlık tarafından yaratılıp kendi istifadesine sunulduğunu anlar, kendisinin niçin yaratıldığı konusu üzerinde düşünür. Yüce Allah, yarattığı varlığı yaratıp bırakmış değildir, kozmik ve ekolojik düzenin sürmesini sağlayan sonsuz sayıda melek istihdam edilmektedir, varlığın bir sonu (eceli) vardır ve bütün bunların bu tarz yaratılmış olmasının bir sebeb-i hikmeti bulunmaktadır. Yaratan varlığı ve insanı bir daha ve sonsuz kere yaratabilir (79/Naziat, 27-28). İnsanı da başıboş bırakmış değildir. İnsana yaratılışın hikmetini, yaratılışın anlam ve amacını öğreten Allah’ın insanların içinden gönderdiği elçisi ve ona indirdiği kitaptır. İnsan hangi yüksek ve zengin donanıma sahip olursa olsun, kendi başına yaratılışın sırrını çözemez, vahyin ışığında aklını kullanması lazım. Yüce Allah tarih boyunca kitaplar-sahifeler indirdi, son vahyini de Hz. Muhammed Aleyhissalâtü vessalâma indirmiş bulunmaktadır. Tabiat donmuş seslerden, her biri bizi bir başka sırrın kapısına götüren şifre ve simgelerden müteşekkil ilahi bir kitaptır. Devenin bizi yönelttiği hikmete, başka diğer bütün hayvanlar, bitkiler ve ekolojik-kozmik düzen de yöneltme potansiyeline sahiptir.
Devenin yaratılışı üzerinde tefekkür eden bir insan, bir zebra veya bir papatya üzerinde de yeterince tefekkür etme başarısını gösterebildiğinde, benzer hikmete erişebilir. Bir tarihselci ise, salt bilimsel ve yerel/yöresel verilerden hareketle deveyi Arap çölüne özgü sıradan bir hayvan olarak görür, onun bu görme biçimi onun zihinsel hapishanesi olur; çünkü deve ile bir arada düşünemediğinde gökler, dağlar ve yer hakkında külli/bütüncül bir bakış açısına sahip olamaz.