Develerin devrimi!

Ali Bulaç

Milyonların sokağa döküldüğü Mısır'da sıradan bir Mısırlı "bu develerin devrimi"dir demiş. Bu tuttu, şimdi Kahire ve giderek diğer başkentleri sallamakta olan kitlesel gösterilere "Develerin devrimi (Sevretü'l cimal)" adı veriliyor.

Oryantalist bakış açısından Araplar ve Müslümanlar (bunlara Türkler, İranlılar vd. Müslüman halklar da dahildir) devrim yap(a)maz. Yakın tarihte Fransızlar (1789) ve Ruslar (1917) 'devrim' yaşadı. Modern çağın tarihini Batılılar yazıyor, 1789'da burjuvazinin ve 1917'da Bolşeviklerin başını çektiği sosyo-politik olayların ve elbette derin altüst oluşların hangi ölçülerde "devrim" tanımına girdikleri belki ileride başka bir perspektiften yazılacaktır. Ancak 1979'da İran'da kelimenin gerçek manasında bir 'devrim' yaşandığında zerre miktarı kuşku yok. Milyonlar 78 yaşında bir Molla'nın rehberliğinde binlerce yıllık bir monarşiyi yıktı. Tahran gazetelerinin "Şah reft" diye manşet attığı gün, Rıza Pehlevi soluğu Kahire'de almıştı. İmam Ayetullah Humeyni modern dünyaya bambaşka bir dünyadan sesleniyordu. "Halka 'askerlere çiçek atın, kalplerine, yani vicdanlarına hitap edin" diyordu. Dünyanın 5. büyük ordusu ile halk arasında yaklaşık 17 ay süren çatışmada 60 bin kişi hayatını kaybetti, fakat ne ordu ne Şah'ın özel muhafız birliği Cavidan Kisra'yı ve tahtını koruyabildi.

"Deve" ile "devrim" arasında nasıl bir ilgi kurulur?

Deve, çöl hayvanıdır. Çok sabırlı, dayanıklı ve tahammülkardır. Vefalı ve uysal olduğu bilinir. Arap dilinin önemli bir bölümü deve merkezli pozisyonların iştikakına dayanır. Günlerce, haftalarca aç ve susuz kalabilir. Yolculuğu aylarca sürer. Bedeviler onun dilinden anlar ve sanki daima aralarında 'konuşur'lar. Deveyi çileden çıkaran yegane şey, haksızlığa uğramak, işkence görmek, horlanmak. Taşıyabildiği kadar yük yükleyebilirsiniz, dayanabildiği kadar yol aldırabilirsiniz, ama onu horlar ve eziyete maruz bırakırsanız, belli bir süre sabreder. Zulme devam ederseniz isyan eder. Devenin isyanı 'çıldırması'dır. Çıldırdığı anda kontrolden çıkar, gözü hiçbir şeyi görmez, etrafını, önüne çıkan her şeyi yakar yıkar.

Arif Mısırlı, yaşananlara "sevretü'l cimal" adını verdiğinde işte kendi bildik objeler dünyasından, asli kültüründen, tarihsel hafızasından hareket etmişti. Mısır ve Arap dünyasında yaşananları tercüme düşüncelerle açıklamaya çalışan Frankofonlar, Anglo Sakson ve Amerikano aydınlar öylesine küçümseyici, aşağılayıcı bir dille olup bitenleri anlatmaya çalışıyorlar ki, artık Batı'da bile ciddi entelektüel çevrelerde utanılır hale gelmeye yüz tutmuş oryantalizmi sadece tekrar ediyorlar.

Mısırlılar, Ümmü Gülsüm'ün şarkılarını söylüyor. "Deve" metaforuyla uyumlu olan "Lissabri hudut (Sabrın sınırı vardır)" en çok söyledikleri şarkı. Dünya Bülteni adına olayları Kahire'de izleyen Abdullah Aydın'ın verdiği habere göre, Ümmü Gülsüm'ün en çok söylenen diğer şarkısı "Özgürlüğümü ver, sana kollarımı açayım". Mısırlı gençler bir pankartlarında şunu yazıyor: "Mübarek, kontörün bitti."

Bundan sonra ne olacak?

Şu anda bir Mecelle kuralı takip ediliyor: "Def'i mazarrat celb-i menafiden evladır." Zararın giderilmesi, faydanın temininden önce gelir. Evveliyetle diktatörlükler gidecek. Arkasından fayda gelir.

Rahmetli babam derdi ki: "Çıldırmış bir deveyi sigara dumanı teskin eder. Sahibi bir fırsatını bulup da burnuna sigara dumanı üflerse deve sakinleşir, o zaman sahibi yularını ele geçirir, bağlar."

Bu bana milyonların burnuna birilerinin çoktan neler üfleyeceği hesabını yapmaya başladığını düşündürüyor: Batı, yıllardır hem rejimlerini destekliyor hem çeşitli 'sivil kuruluşlar' adı altında milyonlarca dolarlık faaliyet pompalıyor: Yoksullara duyarsız adaletsiz büyüme ideolojisi, modern tüketim, nihilizm, bedensel hazlara indirgenmiş özgürlükler, her şeyin kişisel tercihlere endekslenmesi, cinsel tercihler vs. türünden o kadar çok duman var ki, uyuşturucu etkisine sahip.

Ancak güzel günler yakındır. Feraset ve basiretin desteğinde adalet, hakiki özgürlük arayışı galip gelecektir.

ZAMAN