'Militan hukuk' anlayışı, bırakınız doğru analiz yapmayı, doğru olguyu saptamayı bile imkânsızlaştırıyor.
AK Parti'nin kapatılması davasına ilişkin Yargıtay Başsavcısı'nın verdiği mütalaa açıklandı geçen hafta. Olayın dava ile ilgili boyutunu bir yana bırakıyorum. Mütalaada demokrasiye, liberal aydınlara ve dindarlara yönelik saldırılar kabul edilebilir gibi değil ama, önce mütalaada yapılan bazı çarpıcı yanlışların altını çizelim ve mütalaanın 4. sayfasına gidelim.
Osmanlı'nın son döneminde ve Kurtuluş Savaşı yıllarında 'şeriat yanlılarının ihanetleri'ni anlatan başsavcı devam ediyor; 'İrticanın kendi ulusuna ihanetleri Kurtuluş Savaşı dönemi ile de sınırlı değildir. Cumhuriyet kurulduktan sonra da Şeyh Sait'ler, Derviş Vahdeti'ler İngiliz altınlarının parıltısıyla ve şeriat devleti-hilafet çığlıklarıyla ayaklanmışlar, binlerce şehit kanı dökmüşlerdir'.
Haydi, 1925 yılının ilk aylarında cereyan eden Şeyh Said isyanını anladık diyelim, Derviş Vahdeti ne zaman başkaldırdı Türkiye Cumhuriyeti'ne? 1909 yılında idam edilen Derviş Vahdeti, cumhuriyet döneminde nasıl ayaklanmış olabilir? Çil çil İngiliz altınlarını buldunuz diyelim, Derviş Vahdeti'yi nereden getirttiniz? Ruhunu mu çağırdınız?
Başsavcı, galiba, hukuksal mütalaasındaki boşlukları tarihsel analizler ve örneklerle kapatmaya çalışıyor, ama daha vahim hatalara imza atıyor. Hukuki bir metin yazmak ciddi bir iştir, hele milyonlarca 'yurttaş'ın oy verdiği bir siyasi partinin kapatılmasını talep ediyorsanız yazdığınız bu metinle, çok daha dikkatli olmanız gerekir. Yok, mevcut bir davaya tarihî destekler bulmak kaygısıyla kulaktan dolma bilgileri kullanmaya kalkarsanız böyle gülünç duruma düşersiniz.
I. Dünya Savaşı'nın 'nihai amacı'nın ne olduğunu vazediyor, başsavcı. Bu keşfe tarihçiler ne diyorlar acaba? Bu sonuçlara başsavcının hangi tarihsel araştırmalar sonrasında ulaştığını merak ediyorlardır herhalde. 20. yüzyıl Osmanlı Devleti'nin 'teokratik' bir devlet olduğunu, kestirip atıyor başsavcı. Böyle hükümlere ulaşmadan insan en azından popüler tarihçimiz İlber Ortaylı'yı okumaz mı? Hadi okuyacak vakit yok diyelim, dinlememiş vatandaş kaldı mı Hoca'yı?
Başsavcıyı tarih analizleri ve hataları kesmiyor. 'Emperyalizm'den de söz ediyor; emperyalistler ile 'yerli işbirlikçileri'nin nasıl birlikte memlekete ihanet ettiklerini anlatıyor. Eksik tarihsel bilgilere yaslanarak günümüze yollamalar yapmaya çalışıyor. Demek istediği şu; eskiden 'emperyalistler'le 'yerli işbirlikçileri' nasıl 'ihanet' ettilerse, şimdi de AB ile AK Parti ve de yerli 'sözde aydınlar' aynı yoldalar. Bu mudur yani hukuki bir metin?
Dindarları ve aydınları suçlayan mütalaanın AK Parti davasıyla bir alakası yok. Bu, neredeyse tüm dindarlara ve liberal aydınlara bir saldırı... Hatta 'sivil toplum kuruluşu' kavramına bile şaibe yükleme çabası aşikâr. Çok partili rejime yönelik suçlamalar da cabası. 'İrtica 1946'da çok partili hayata geçmekle siyasi partilere sızlamaya başlamış'mış... Bu analizden çıkan sonuç net; başsavcı çok partili rejimi tehdit olarak görüyor. Demek ki amaç, siyasi partileri böyle teker teker kapatıp tek parti rejimi kurmak! Nasıl olsa elde hâlâ CHP var! Ciddi olursak; Başsavcı'nın Anayasa Mahkemesi'ne sunduğu metinler anayasada zikredilen cumhuriyetin temel niteliklerinden 'demokrasi'ye aykırı.
Bu ülkede savcılar böyle iddianameler ve mütalaalar hazırlayacaklarsa iyi bir tarih, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler eğitimi almaları şart. Yoksa hazırladıkları metinler ne hukuki ne entelektüel bir değer taşır. 'Emperyalizm', 'Büyük Ortadoğu Projesi, 'yerli işbirlikçiler' vs... Bu kavramlara dayanarak ancak Aydınlık ve Türk Solu gibi dergilere makale yazılabilir. Zaten, Yekta Güngör Özden ve Vural Savaş gibi 'önder hukukçular' da bu çevrelere çoktan demir atmadı mı?
Sonuç; Derviş Vahdeti'lerin yeri boş değil bugün. Yaşadığımız çağı anlayamayıp hâlâ tek partili 'ideolojik devlet' isteyenler oturuyor onun yerinde...
Zaman gazetesi