Dert Çok Ama Deva Yok!

140journos'un hazırladığı belgeselde Deva Partisi'nin kuruluş süreci işleniyor. Yeni kurulan partinin tanıtım reklamları 7/24 televizyonlarda dönse bu  belgesel kadar tesirli olmayacağını ifade etmek isteriz.

Erkam Kuşcu / Haksöz Haber

140journos isimli YouTube kanalı tarafından dün gece saatlerinde gösterime koyulan “sakın kader deme” isimli kısa belgesel yapım Ali Babacan ve yeni siyasi oluşumu Deva Partisi’ni yakından inceliyor. İnceliyor naif bir ifade aslında şöyle söylemek lazım: Deva Partisi’nin tanıtım filmini yapmış 140journos. Tabi ki kendilerine has yeni medya üslubu ve post modern sinema diliyle gerçekleştirmişler bunu. 140journos ekibinin “yeni medya çok yeni bişi abi! daha fazla renk ve müzik koymamız lazım” diyerek yaptıkları Dogma95 anlamsızlığındaki işler bizim konumuz değil. Ancak bu tarzın özellikle abartılı “gençlik” söylemi üzerinden  Deva Partisi’nin oluşturmaya çalıştığı siyaset üslubuyla da paralellik taşıdığını belirtmek gerekiyor. Burada “gizli kapaklı işler” olduğunu söylemeye veyahut “kimlerin arkasında kimler var” gibi komplocu bir bakış açısıyla meseleyi ele almaya çalışmıyoruz. Sadece Ali Babacan ve onun kurmaya çalıştığı siyaset dilinin nerede karşılık bulduğunu görmek açısından bu belgeselin konumunun incelenmeye değer olduğunu düşünüyoruz.

Neyse içerik ile ilgili bir iki kelam etmek gerekirse… Öncelikle belgeselde yine bir adet yuvarlak cümleler kuran Ali Babacan var. Buna zaten artık alıştık ama bu sefer sınırlar biraz daha zorlanmış haklarını teslim etmek lazım. İkinci bir husus olarak çeşitli şekillerde vurgulanmaya çalışılan,  “katılımcılı-Avrupai siyasetin” ne olduğunun üzerinde dikkatle durmak gerekiyor herhalde. Şeffaflık, katılımcılık adına suya sabuna dokunmayan, tam olarak ne söylediği belli olmayan politik perspektifin neye gerçekten deva olacağını merak ediyoruz. Üçüncü ve belki de en can alıcı husus ise “karşıtına” sığınma meselesi. 2013 Gezi olaylarına genel başkan ve genel başkan yardımcılarının yaklaşım tarzlarında bu husus çok fazla hissediliyor. Özellikle Mustafa Yeneroğlu’nun ifadeleriyle,  “şu gençlerle bağdaş kurup oturulsaymış, Tayyib Bey onlara ben sizin abinizim deseymiş eğer Türkiye bugün bu hale gelmezmiş.” Pes! Erdoğan’ın yurt dışında olduğu bir süreçte hükümetten önemli isimlerin  eylemcilerle görüştüğünü ve göstericilerin garip isteklerini unutmuş herhalde Yeneroğlu. Gezi olaylarının geldiği noktanın mesuliyetini Erdoğan’a yüklemeye çalışmak çok adil bir yaklaşım olmasa gerek. O zaman ki hadiseleri hatırlamak yeterli olacaktır. En basitinden dönemin başbakanı olan Recep Tayyib Erdoğan’ın vefat etmiş annesine edilen küfürler, muhatapların çokta bağdaş kurulup oturulacak “gençler” olmadığının göstergesidir herhalde.  Mustafa Yeneroğlu’nun Ak Parti’ye açılan kapatma davasını ele alırken “Atatürkçülükle alakası olmayan” şeklindeki ifadesini de not etmek lazım. Burada da aynı müdaheneci tutuma şahit oluyoruz. Ak Parti’den ayrılan isimlerin kurdukları partilerin eleştirilerinin merkezindeki en temel husus haliyle otoriterleşme. Şimdi, otoriterleşmeden şikâyet ederken, Türkiye’deki esas tek adam otoriterliğine hiçbir söz söylememek hatta toz kondurmamak en hafif ifadesiyle tutarsızlıktır. Bu bağlamda Ali Babacan’ın Çankaya Köşkü’nün “kadim köklerine” yaptığı değinilerin ardından Anıtkabir’e çelenk bırakma görüntüleri eşliğinde “hedeflere” yönelik yaptığı vurguları da şaşkınlıkla izledik. Tutarsızlık sarmalının içerisinde olunca yapılan haklı eleştirilerin de içi boşalıyor ne yazık ki. O halde ne hedefi bu? Deva bunun neresinde…

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!