Yine sıcak bir tartışma. Yine Dersim'in hayaleti karşımızda. Aslında neredeyse bütün yakın tarihimiz, kendisiyle usulünce vedalaşılmadığı, cenazesi kurallara uygun olarak kaldırılmadığı için bir hayaletler ormanına dönüşmüş durumda. Olur olmaz yerlerde karşımıza çıkmalarının sebebi bu.
Çare: Tarihin bedenini, müsterih olarak uyuyacağı bir şekilde yeniden defnetmek. Yani sahte tarihi bir kenara bırakıp gerçeklerle yüzleşebilmek. Bu da bilinen sebeplerle sanıldığı kadar kolay olmuyor Türkiye'de. Ne var ki, yakın tarihin üzerine serilen bu perde kalkmadığı sürece de, hayaletlerin baskınlarına hazır olmamız gerekiyor.
Tıpkı geçen yıl da bir süre hararetle tartışıp sonra demlenmeye bıraktığımız Dersim faciası gibi. Facia? Sorun da kelimelerden başlıyor zaten. "Katliam" mı demeliydim? Yoksa Dersim semalarında Cumhuriyet'in kahhar gücünü simgeleyen uçağıyla keşifler yapıp ardından yanına aldığı 50'şer kiloluk bombaları büyük bir titizlikle hedefine yollayan Sabiha Gökçen'in dediği gibi bir 'medeniyet projesi' miydi Dersim askerî harekâtları?
Zamanın CHP zihniyeti Dersim'i Cumhuriyet'e bir direniş odağı olarak görmüş ve bir "irtica hareketi" olarak damgalamıştır. Her ne kadar şimdiki Tuncelililer kabul etmeyecekse de, Dersim'in asıl suçu, "mürteci" olmaktı. Ne garip! Zamanla irtica sadece Sünni Müslümanlıkla ilişkilendirildiği ve ideolojik bir projeye kulp olarak takıldığı için kelime anlamını yitirmiştir.
Dersim'de "irtica"
Adını açıkça koyalım: Dersim bölgesi, Cumhuriyet'in getirdiği bütün değişimlere direndiği için mürteci yaftasını yemişti CHP'den. Operasyonlar sırasında görüldü ki, Dersim sokaklarında hâlâ kırmızı fesler takılıyor, sarık ve şalvar giyiliyor, Seyyidler, şeyhler ve ağalar hâlâ hükümran. Ve harf inkılabının 10. yılında bile Latince bilenler yok denilecek kadar az. Nitekim operasyon sırasında uçaklardan Dersimlilere atılan bildiriler harf inkılabına aykırı bir davranış olmasına rağmen Arap elifbasıyla yazılmıştı. Seyyid Rıza'nın evinden çıkan kitaplara, bir başka deyişle suç unsurlarına bakıldığında irtica 'dehşet verici' yüzünü gösteriyordu: "Muhammediye" vardı içlerinde, "Enâm-ı Şerif" ve "Kur'ân-ı Kerim".
Dolayısıyla operasyonun iki hedefi vardı: 1) Bölgenin irticadan temizlenmesi ve aydınlatılması, 2) Cumhuriyet'in "şefkatli eli"nin bölgeye uzanması, yani merkezi otoritenin tesisi. Buna direndiler ama yenildiler. (Nitekim Niyazi Ahmet Banoğlu'nun 1937'de "Altan" dergisine yazdığı bir yazıda Dersim isyanı, bir başka irticaî kalkışma sayılan Menemen'le özdeşleştirilmektedir. Oysa şimdiki Dersimliler, bir zamanlar aynı acıdan mustarip oldukları Menemen'e ateş püskürüyorlar!)
Necip Fazıl'ın daha 1950'lerde dile getirdiği gibi Dersimlilerin yalnız yaşama hakları değil, dinî hakları da çiğnendi. Bölgeye o kadar çok okul yaptırıldı ki, bir sömürge yönetiminde imiş gibi Tunceli, 1940'ların sonunda Türkiye'de kişi başına en çok okul düşen il olarak kayıtlara girdi. Sonuç: Bugünkü Tunceli profili. Belki de Tuncelililere Seyyid Rıza ve Dersimli diğer "şehid edilen" şeyhlerin kimler olduğunu yeniden hatırlatmamız gerekecektir. ("Zaman Pazar"da çıkan 22 Kasım 2009 tarihli yazıma bkz.)
'İnönü mü Bayar mı yaptı?' tartışması
Başbakan Erdoğan ve CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu arasındaki tartışmada "Dersim'i kim bombalattı?" sorusu gündeme geldi. Başbakan "İnönü", Kılıçdaroğlu ise en azından İnönü'yü kurtarırım ümidiyle "Bayar" dedi. CHP'nin kurmayları da İnönü'yü koruma çemberine almaya çalıştılar.
Benim tespitim şu: Asıl büyük operasyon ve bombardıman İsmet Paşa zamanında ve 1937 yazında gerçekleşti. Hareketin başındaki Seyyid Rıza da bu sırada ele geçirildi ve geriye tarama ve "temizleme" işlemi kaldı. Nitekim İnönü de hatıralarında asıl büyük işin kendi iktidarı zamanında bitirildiğini, 20 Eylül 1937'de görevden ayrıldıktan sonra bölgede fazla önemli hadiseler olmadığını söylemiştir. (İsmet İnönü, "Hatıralar", Bilgi: 2009, s. 529)
Dersim harekâtının ikinci kısmı Celal Bayar'ın başbakanlığı zamanında, 1938 yazında gerçekleşmiştir. Bu dönemde de Kalan bölgesinde önemli olaylar yaşanmasına rağmen, bir yıl önce, İnönü devrinde Dersim direnişinin beli kırılmış, ordu 50-60 bine varan askerle bölgeye yüklenmiş ve büyük bir kuşatma çemberi atıldıktan sonra çember daraltılarak imha hedefine varılmıştır. Bu katliam, 1937 yılında "Karagöz" dergisinde çıkan bir karikatürde görsel yansımasını bulmuştur.
Hangisi olursa olsun, Dersim katliamı yaşanırken CHP iktidardaydı ve CHP zihniyetinin Dersim'e tam bir sömürgeci nazarıyla baktığı, zamanın gazete ve dergileri tarandığı zaman açıkça görülür. Bu yaklaşımın sanıyorum en çarpıcı sonucu, Dersimlilere yönelik anti-irtica propagandasının, içlerinden bir CHP genel başkanı çıkaracak kadar etkili olmasıdır.
Kaldı ki, İnönü'nün Meclis konuşması ortada. O bir yana, 17 Haziran 1937 günü, "Dersim olaylarıyla ilgili alınan tedbirleri yerinde tetkik etmek üzere" bizzat Tunceli'ye giderek isyan bölgesinde incelemelerde bulunması, harekât hakkında bilgi alması, direktifler vermesi onun bizzat işin başında olduğunun somut göstergeleri değil midir?
Seyyid Rıza nasıl ve ne zaman yakalandı?
İsyanın elebaşısı sayılan Seyyid Rıza'nın nasıl yakalandığı, gizemini bir ölçüde korumaktadır. İki rivayet vardır. Birincisi etrafındaki çember daralınca Erzincan jandarmasına giderek teslim olmuştur. Diğer rivayete göre komutanın "barış görüşmesi" çağrısına uyarak pazarlık yapmak için hükümet konağına gitmiş ve orada tutuklanmıştır. Yapılan yargılama sonucunda Seyyid Rıza ve oğlu ile diğer 5 kişi idam edilmiş, 33 sanık ise çeşitli cezalara çarptırılmıştır. (15 Kasım 1937) Hatta Seyyid Rıza'nın, evlat acısı yaşamamak için kendisinin önce idam edilmesini rica etmiş olmasına rağmen oğlu gözlerinin önünde idam edildikten sonra sehpaya çıkarılması bir başka trajedidir.
Seyyid Rıza'nın yakalandığı tarih, resmi kayıtlara, önümüzdeki referandumun tarihi olan 12 Eylül 1937 olarak geçmiştir. Nitekim 13 Eylül tarihli "Ulus" gazetesi, "12 Eylül-Pertek" mahreçli haberinde Seyyid Rıza'nın "bu sabah saat 2'de iki adamı ile beraber" teslim olduğunu yazmakta, 12 Eylül tarihli devletlû telgrafları havada uçuşmaktadır. Operasyonun başındaki General Abdullah Alpdoğan'ı tebrik edenler arasında İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve İsmet İnönü de vardır.
Seyyid Rıza ise İngiltere Dışişleri Bakanlığı'na yazdığı 30 Temmuz 1937 tarihli mektubunda Dersim'de yaşananları şöyle anlatıyordu:
"Üç aydan beri ülkemde tüyler ürpertici bir savaş sürüyor. Bombardıman uçaklarının, yangın bombalarının, boğucu gazların kullanılmasına rağmen ben ve yurttaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık. Direnişimiz karşısında Türk uçakları kasabaları bombalıyor, yakıyor ve savunmasız kadın ve çocukları öldürüyor. Böylece Türk hükümeti başarısızlığının intikamını bütün Kürdistan sakinlerinin canını zulmederek alıyor. Zindanlar yumuşak başlı Kürt halkıyla dolup taşıyor, aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor ya da Türkiye'nin tecrit edilmiş bölgelerine sürgün ediliyor."
Ne dersiniz, Seyyid Rıza'nın yakalandığı gün olan 12 Eylül referandumu Dersim faciası için de bir milat olamaz mı?
ZAMAN