Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Dersim’e gitmesi ve bir cemevini ziyaret etmesi, ‘Türk devlet kültürü’ için yenilikçi bir adım. Gül’ün mensubu olduğu siyasi geleneği göz önünde bulundurduğumuzda, bu yenilikçiliğin boyutu daha da belirginleşiyor. “Devlet Dersim’i gördü” diyebiliriz. “Devlet Dersim’e değdi” de diyebiliriz...
Dersim merkezi devlet otoritesi tarafından her zaman için bir isyan merkezi, hatta sürekli bastırılması gereken bir fesat yuvası olarak algılanmıştır. Merkezi devlet otoritesinin bir anlamda karşıt kutbunu oluşturmuştur.
Bu noktada şu soru gelebilir: “Neden Dersim diyorsunuz, aslı Tunceli değil mi?Oranın asıl ismi gerçekten de Tunceli değil. O yörenin insanları o bölgeye Dersim diyorlar ve kendilerini Dersimli olarak algılıyorlar. Bu ülkeyi ‘tek millet’in yaşadığı bir yer haline getirebileceklerini sananlar, bu amaçla yer isimlerini değiştirdiler, tenkil raporları yazıp askeri harekâtlar düzenlediler ve her tür farklılığı yok edebilmek amacıyla akıllarına gelen bütün yolları kullandılar.
Dersim yöresi, Cumhuriyet döneminin ağır baskılarını yaşamış bölgelerin başında geliyor. O yörenin insanlarının çoğunluğunun Kürt ve Alevi olması, bu olgunun temel nedeni. Dersim bir katliamlar diyarı. Yakın tarihi akla hayale sığmayan acılar ve eziyetlerle dolu. 1938 Dersim katliamı tam anlamıyla bir ‘toplumsal yok etme’ girişimi ve bir ‘zoraki asimilasyon’ örneğiydi. Katliamdan geriye kalan Dersimlilerin kendi köklerini bir daha anımsamasınlar, seslerini bir daha çıkarmasınlar diye ülkenin dört bir yanına dağıtılmış olmaları da, trajedinin ayrı bir boyutuydu.
Dersim katliamının ‘artık’larından birisi şair Cemal Süreya’dır. Bilecik’e nasıl sürgün edildiklerini anlattığı yaşam öyküsü, yaşanmış olan acı gerçeğin en sarsıcı özetlerinden birini oluşturur.
Dersim katliamının ardından, küçük çocuklar, değişik yörelerde kimisi asker ailelerine hizmet etmeleri için, kimisi Batıdaki çiftliklerinde marabalık yapmaları için teker teker dağıtılmışlardı. Birbirlerini kaybeden birçok yetim ve öksüz kardeşin yıllar sonra birbirleriyle karşılaşmalarının acıklı öyküleri, yeni yeni gün ışığa çıkıyor. Karanlık bir tarihle yeni yeni gerçek anlamda yüzleşmeye başlıyoruz.
Mahir Çayan’la birlikte 12 Mart 1971 askeri darbesinin ardından kıstırıldıkları evde öldürülen Hüseyin Cevahir, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden okul arkadaşımdı. Hüseyin, Dersim’in Mazgirt ilçesindendi. Dersim tarihine ilişkin ilk gerçekleri ondan dinlemiş ve “Ben bunları bugüne kadar nasıl duymamışım” diyerek hayrete kapılmıştım.
***
1960’lı yıllar bizim kuşağın gerçek tarihle, resmi olmayan sivil tarihle ilk karşılaşmasıydı. Eksik ve yetersiz bir karşılaşmaydı tabii bu. O dönemin sol literatürü, farklılıklar konusunda yeterince duyarlı değildi. Kürt sorunuyla Doğu mitingleri sayesinde yüz yüze gelmeye başlamıştık. Ancak bu karşılaşma da derinlemesine bir karşılaşma olmamıştı.
Çünkü, o güne kadar Kürt meselesi bir tabuydu ve ‘daha derinlerine’ gitmek tehlikeli görülüyordu. Daha rahat ortak olabileceğimiz konular öne çıkıyordu. Dersimlilerin hem Kürt hem Alevi olması, ‘çekingen’liği daha da artırıyordu...
Ne olursa olsun, artık gerçeklerle ucundan kenarından yüz yüze geliyoruz. Yeni bir tarihsel anlayışa yönelik ilk adımlar atılıyor.
***
Cumhurbaşkanı’nın Dersim gezisi önemli. Bu tür ‘göstergesel’ adımların geçmişle yüzleşmek ve yeni bir yurttaşlık anlayışı geliştirmek bağlamında oynadığı rol asla küçümsenemez.
Tabii burada durmamak gerekiyor. Yöre insanının kimlik talepleri konusunda vakit kaybedilmeden hızlı ve inandırıcı adımların atılması şart.
Dersimlilerin taleplerinin ilk sırasında Alevi inançlarına ilişkin kısıtlama ve yasakların kaldırılması yer alıyor. Çoğunluğun anadili olan Zazaca’nın devlet tarafından desteklenerek koruma altına alınması ise, ikinci önemli talebi oluşturuyor.
Devletin bu yörenin insanından yakın tarihte yapılanlar için özür dilemesi, bütün süreci (özellikle psikolojik açıdan) kolaylaştıracak ve hızlandıracaktır. Devlet-toplum ilişkisi açısından böylesine köklü bir paradigma değişimini içinde barındıran bir adımın beraberinde getireceği zorlukları küçümsemek de doğru olmaz.
Süreç elbette ki kolay olmayacak.
RADİKAL