İki buçuk hafta kadar önce, bir yazım nedeniyle İsmet Berkan’la bir ‘müzakere’ yapmak durumunda kaldım.
Ben kaybettim: yazım çıkmadı.
Son aylarda İsmet’le hatırı sayılır sayıda ‘müzakere’ gerçekleştirdik. Müzakerelerde hep
aynı taraf kazanamaz ya Kıymetli Okur: bir karşı taraf kazanır, bir siz.
Ve fakat hakikat şu ki: müzakere gerçekleştirme zaruretim-iz artmıştı. Bir yemek yeme vaadimiz vardı. “Biz hani yemeğe çıkacaktık” dedik. Karşılıklı.
İşte iki buçuk hafta önce, bir öğle yemeği yedik İsmet’le. Ekonomik krizden söz ederken
“Bak, bir tasarruf tedbirim var sana” dedim.
“Romanının konusu ne?” dedi.
Şimdi İsmet benim yazılarımı okumak zorunda olduğuna göre (heyhat!) geri sayımlarımın, tüyme hazırlamalarımın da farkındaydı- pek tabii ki.
Böylesine efendice, neşeli ve düzgün gerçekleşti. Şimdi perşembe günkü Veda 1 Yazısı ve Bu Yazı ‘Söz söyletmem sözüm üstüne’ gayretiyle ince, uzun yazılmakta olan- (Halk arasında: Control Freak) zırvalanmasın/saçmalanmasın/uyduruklanılmasın arkamdan diye-
Şunu da açıklayayım Yegâne Okur: İsmet’i 20 küsur yıl önce, hayatta en yakınlarımdan birinin yakın arkadaşı olarak tanıdım. Dolayısıyla aramızda 20 küsur yılın hatırı/rahatlığı/konforu vardır.
Ve de bende Otorite hissinden ziyade, ahbaplık hisleri yarattığından çoğunlukla; ‘kıriiim kafasını/kırsın kafamı’ didişmeleriyle yürütmedik bu işi Allah’a şükür.
Ben yazılarını evinden fakslayan biriyim. Türk Baronları’nın beni kafalayabilmeye dair zırnık ümitleri kalmadığından, yazılarımın ‘neden olduğu’ bilumum Halkla İlişkiler, Baronlarla İlişkiler, Güçle İlişkiler, İşkillilerle İlişkileri yürütmek (maalesef ve suçluluk duyarak söylüyorum) İsmet’e kalıyor.
Yani İsmet’e karşı da mahçubum bir nevi.
Sizlere karşı da. Ama köşenin (özellikle son 2 yıldaki) ‘stilini’ eli artırmak üstüne kurduk. Elimden (daha doğrusu: içimden) başka türlüsü gelmiyor.
Ama yine de Maratoncu Disipliniyle dişimi sıktım: Bir çemberi tamamladım. (Bknz: Şubat’ta başlayıp 2 yıl önce, Şubat’ta.)
Bir de tabii Feci Asli Mevzumuz olan roman yazma mevzuu var. Ve harbiden masamın başına çöküp yeni bir roman yazma durumundayım.
Hem: Dış Güçler bekliyor fena halde.
Hem: İç Güçler- güçlerim.
Burda da yanıltıcı olmayayım kat’i surette:
birini (yani ‘ulvi’ roman yazma işini) köşe yazarlığına üstün görüyor, ya da yeğliyor değilim. Ve hatta tam tersi! Korkarım.
Tamam bu ‘işle’ tesadüfen taçlandırıldım (‘Som altından taç olsan’) ve fakat ne kadar severek, ama daha vahimi ne kadar kaptırarak yaptığımı işimi- eminim çakmışsındır Benim Kıymetli ve Sadık Okurum.
Ziyadesiyle kaptırıyorum kendimi. Sık sık çıkıp etrafla görüşmesem de (dövüşmesem de?)
siyasi bir cisme dönüşüyorum. Dönüştüm yani.
O düşman, bu karşı taraf, diğeri denyo, öbürü çekilmez, beriki tavşandışkısı-
Diyelim Bir Köşeci hakkında konuşurken “Gitse ya o bu gasteden!” demişliğim var. İsmet’in ise “Sana kalırsa Perihan; herkes gitsin bu gasteden” demişliği ki; yerden göğe kadar haklı.
Bu ağır Radikal gastenin, bütün yazarlarını Hürriyet ya da Milliyet’e eklemlesek- farkı göremiyorum? Ya siz?
Yani bu denli ‘eleştirel’ bir bakış, kendi gastene, grubuna, ‘medyalamaya’- şuna buna: Bu denli ‘eleştirel’ olmak/olabilmek, bir çekip gitme pratiğini/becerisini/disiplinini de beraberinde getiriyor. Getirmeli bana kalırsa.
O nedenle sizi ‘yarı yolda’, ‘karda kışta’ bıraktığımı düşünmeyiniz. Benim köşeciliğimin böyle olması gerektiğine dair anlayış! Evet, bunu esirgemeyiniz benden: Giderayak haz’a hanımefendi kesilen köşecinizden Değerli Okur.
Bilmem daha fazla uzatmamın anlamı var mı? Evet bir romanla cebelleşmek üzre, sizlere veda ediyorum. Köşeciliği (dolayısıyla sizleri) özleyeceğimden, emin olunuz.
Bırakma kararımı bildirmemin ardından geçen iki buçuk haftada, hem orantısızca neşeliyim, hem de sizleri (already. already) özlemeye başladım bile. Sağlıcakla kalın. Dilerim, giderek iyiye giden bir Türkiye’de.
RADİKAL