Derin HSYK!

Abdurrahman Dilipak

HSYK’da yaşananlar, GATA’da yaşananlardan farklı değil.. Tartışılan konular, jüristokrasi tartışmasından daha derin, daha tehlikeli ve daha öte bir şey..

Geçen gün Taraf’tan Alper Görmüş, HSYK üyesi Ali Suat Ertosun hakkında gizli kalmış ilginç detayları yazdı.. Bu işler öyle anlaşılıyor ki, yeni değil.. Köklü, derin devlet kadar eski.. Yargıdaki yapılanma derin devletin en hassas yapılanmalarından biri..
“Mesela yine Vedat Ergin’in, kardeşiyle birlikte Uşak Cezaevi’ne nakilleriyle kendilerinin öldürülmesinin amaçlandığı, bu naklin sorumlusunun da zamanın Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü’nün Ali Suat Ertosun (Bugün HSYK üyesi.. Bir takım HSYK üyeleri suçlularla gizli, ortak toplantılar yapıyorlar, akıl alıp, akıl veriyorlar) olduğu yönündeki sözleri... (Bu nakli, Duyar’ın öldürülmesinin izlediğini unutmayalım.) Ve son olarak, “kendilerinin öldürülmesi girişimi”ne, altı mahkûmun ölümüyle sonuçlanan bir isyanla cevap veren Ergin kardeşlerin, isyan sırasında videoya kaydedilen ve olaylardan sekiz yıl sonra (2008) Fox TV’de yayımlanan görüntüleri: Görüntülerde önce Nuri Ergin, sağ elini havaya kaldırarak, “Bu devlet bana Mustafa Duyar’ı öldürttü. Ben öldürttüm. Şimdi canlı söylüyorum” diye bağırıyor. Ardından Vedat Ergin “Veli Abi’yi ara, Veli Küçük’ü ara. Beni sor. Başka da birşey söylemiyorum. Allah’a emanet olun” diyor.
Vedat Ergin’in sözünü ettiği olay Özdemir Sabancı suikastının sanığı Mustafa Duyar’la ilgili. Düşünebiliyor musunuz, devlet, tanınmış bir iş adamının katili ile ilgili tanıklık edecek birini öldürtüyor. En azından kendini devlet yerine koyan devletin içindeki birileri!
Mumcu suikastı gibi, Aksoy, Üçok suikastı gibi bunun da üstü örtüldü, unutuldu gitti.
Hasan Celal Güzel Radikal’deki köşe yazısında geçen gün, “Türkiye’de, 27 Mayıs’tan sonra hazırlanan ‘darbe anayasaları’ ile oligarşik ve millet iradesine karşı bir devlet yapılanması meydana getirilmiştir. Siz, seçimlerin yapılmasına, Meclis’in teşekkülüne ve hükûmetlerin kurulmasına bakıp da sakın yanılmayınız... Mahcur ve göstermelik Türk demokrasisi, seçimle gelenleri çok dar bir alana hapsetmiş; jakoben oligarşinin kurum ve kişilerini bunların üzerinde egemen kılmıştır” diyordu..
Güzel’e göre Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ve YÖK içindeki birtakım unsurlar jakoben oligarşinin yerleşmesini temin etmiştir. Yine Güzel’e göre, “Türkiye’deki antidemokratik yapılanmanın başlıca iki kaynağı vardır: Birincisi, TSK içindeki darbeci odaklar ve temayüller, ikincisi ise yargı içindeki jüristokratik eğilimler ve müdahalelerdir. ‘Hukukun üstünlüğü’ ilkesini bu çevreler ‘hukukçunun üstünlüğü ve hâkimiyeti’ olarak anlamaktadırlar.”
Derin güçlerin yargıdaki uzantıları TSK’dakinden daha az değildir ve bunlar “1 Numara” gibi gizli de değildir.. Çoğu deşifre olmuş kişilerdir ve zaten bu son olay kimin kim olduğunu göstermeye yetmiştir..
Geçen gün Ali Bayramoğlu, Hanefi Avcı’nın söylediklerine dikkat çekti yazısında. “Cem Ersever’in infaz kararını kimlerin verdiği, nasıl infaz edildiği, Ersever’le yakın ilişkisi bulunan bir itirafçının emniyet müdürlüğünde nasıl koruma altına alınarak infazdan kurtarıldığı, Ersever’in şehirlerde eylem yapmadan, örneğin belli yerlere bomba atmadan önce emniyetten o yerdeki istihbaratçıların geri çekilmesini talep etmesi, anlattıklarından aklımda en çok yer edenler olmuş... Cem Ersever böyle öldürüldü. Orgeneral Eşref Bitlis’in ölümü hâlâ bir muamma. Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın ölümü tartışmalı. Albay Rıdvan Özden ise birkaç suikast atlattıktan sonra 1995’te iki koruması ile birlikte öldürüldü. Dönemin Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu’nu Kıbrıs’ta ıska geçen kurşunu hiç saymayalım...” dedi. Ne oldu? Bu soruların cevabını kim, ne zaman, nasıl verecek?..
Yine geçen gün Zihni Çakır yazdı: “Kamuoyunun gündeminde olan; Ankara Emniyet Müdürlüğü KOM Şube Müdürlüğü’nün Girdap kod adlı operasyonu kapsamında Vatansever Kuvvetler Güçbirliği Derneği’ne yapılan operasyon neticesinde aranan ‘1 numara’ lakaplı şahsın; Bursa’da ikamet eden; lakabı ‘Atabey’, ‘Atapaşa’ olan, çevresinde insanlara kendisini istihbarat paşası olarak tanıtan, GSM numarası 0535 276 .. .. (numaranın tamamı bizde ve delil klasörlerinde mevcut) olan Mustafa Kemal Yaşamak olduğunu ihbar etmiştir. Adam 1997’de yakalanmış, kimliği değiştirilmiş ve serbest bırakılmış..”
Buyurun bu konudaki son bilgi: “6 Temmuz 2007 tarihinde yapılan bu ihbarın operasyon ve gözaltı süreci 2008 Aralık ayının son haftasında yaşanır. Yerel ve ulusal basına, “Ergenekon davasındaki duruşmalarda sanık ifadelerinde adı geçen Mustafa Kemal Yaşamazpaşa Bursa’da Osmangazi İlçesi Çirişhane Mahallesi’ndeki evinde gözaltına alındı. Polis şahsın bilgisayarlarına el koydu” şeklinde yansıyan operasyonda farklı olan tek şey “paşa”nın soyadıdır. İhbardaki Yaşamak olan soyad; Yaşamazpaşa olarak geçmektedir.”
Genel yaklaşım şu: Eski Hakkari milletvekili Esat Canan, faili meçhullerin arttığı dönemde olaylardan Köşk’ün de haberdar olması için yaşananları Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e anlatmış. Canan, Demirel’in, “Böyle bir şey olamaz. Devlet, vatandaşını ve bürokratını öldürmez. Bana ‘devlet suç işledi’ dedirtemezsiniz” şeklinde cevap verdiğini kaydetti. Ama devletin içinde birileri, komutanlarına karşı suikast planları yapabiliyor, hatta başbakanı öldürmek için tetikçi tutabiliyor, kendi arkadaşları aleyhine eşini kullanarak yalancı şahitler tutabiliyorlar, suikast planları, infazlar gerçekleştirebiliyorlar, hakimleri korkutmak için lojmanlarının bahçesine bomba attırabiliyorlar..
Kurmay Albay Mustafa Kahramanyol olayı, Hurşit Tolon gibi, Çevik Bir gibi paşaların bile nasıl karanlık tezgahların içinde yer aldıklarını gösteren ilginç örnekler değil mi?
Şimdi bugün iş, TSK’ya kadrolu ilahiyatçı subay alma noktasına geldi..
Bingöl’ün Genç ilçesi Yayla köyüne bağlı Eskiköy mezrasında 19 Temmuz 2008’de 4 kişinin öldüğü, 6 kişinin de yaralandığı olayda JİTEM şüphesi güçleniyormuş. Ama biz hala, düne kadar JİTEM diye bir yapının varolup olmadığını tartışmadık mı?
Yargı kendi içindeki derin kadroları gizleyerek saygınlığını koruyamaz. GATA’nın başına gelen yüksek yargının da başına gelir. Alay konusu olurlar.. Bu beladan kurtulmak için ancak, içerideki yanlış adamların ayıklanması gerekir. Bu kurumu istismar etmelerine imkan ve fırsat verilmemesi gerekir.. Bu adamlar, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Sayıştay, Yargıtay her yerde varlar. Sayıları az da değil.. Yargıçlık ya da savcılık bunların 2. işleri gibi sanki.. Parti, ideoloji, mezhep ve suç ortaklığı onları birbirine bağlasa da, aralarında bu işe artık vicdanları daha fazla el vermeyecek, bu direnişin kendilerini kurtaramayacak olduğunu görenler de yok değil..
Belki birileri saygınlığını kaybetmekten, hain damgası yiyip, çeteciler bu işten galib çıkarsa infaz edilmekten ya da hakkındaki tehdit ve şantaj dosyalarının servis edilmesinden, hedef seçilmesinden korktukları için susuyorlardır.. Ama bu işin artık suyunun çıktığı ve geri dönüşün mümkün olmadığı kritik eşiğin aşıldığının da görülmesi gerekir.. Gelişmeleri hep birlikte göreceğiz.. TSK’nın bile direnemediği bir konuda HSYK’nın daha fazla direneceğini hiç sanmıyorum..
Selam ve dua ile.

VAKİT