Demokrat olmadan demokrasi olmayacağı gibi derin adam olmadan da derin devlet olamaz. Öteden beri Kissinger Amerikalı Cumhuriyetçi kanadın akil adamı veya akıldanesi, teorisyeni ve stratejisti olarak bilinir.
11 Eylül rejimi sırasında da meşhur Siyonist tarihçi Bernard Lewis, oğul Bush’un akıl danıştığı kimselerden birisi olmuştur. Zira Bush’un uygulamak istediği teori bir yönüyle Bernard Lewis’e diğer yönüyle de Şimon Peres’e bakmaktadır. Bernard Lewis İsrail namına İslam aleminin bir daha bölünmesini ve 88 parçaya isal edilmesini arzulamıştır. Buna mukabil, küçük Bush BOP projesini de Şimon Peres’in Yeni Ortadoğu kitabından ilham alarak geliştirmiş ve projeye ABD’yi de ilave ederek yeni bir şekil vermiştir. BOP, Ortadoğu’yu ABD ve İsrail şemsiyesi altına alma projesidir. Can Dündar’ın aktardığına göre Öcalan bir defasında ABD’nin bölgedeki milli ve ulus devletleri kendi eyaleti haline getireceğini söylemiş. Şimon Peres ve oğul Bush’un tezi buydu. Bernard Lewis ise Apo’nun öteki tezine çalışmıştır. Yani İslam alemini ve milli devletleri bir kez daha bölmek. Veya Ralph Peters’in yeni haritasını fiiliyata geçirmek. Lakin bir de Malik Binnebi’nin bahsettiği tarihin metafiziği var. Kurgular İsrail ve ABD’ye çalışsa da tarih Türkiye’ye çalışıyor. Bundan dolayı Stratfor’un kurucusu Richard Friedman’ın haritası Ralph Peters’ın haritasının tam zıddıdır. Harita haritayı dövmekte veya tekzip etmektedir. Ulusalcıların da aklı karışıktır. Hem tek dünya devletinden hem de ulusal devletlerin bin parçaya ulaşması ihtimalinden söz ederler. Ulusalcıların hatası her çığlığı Türkiye’nin aleyhinde saymalarıdır. Neyse. Amerikalı Cumhuriyetçilerin teorisyeni Kissinger, Neoconların teorisyeni ise daha özelde koca Siyonist Bernard Lewis olmuştur.
¥
Demokratların teorisyenlerinden birisi de SSCB’nin yıkılmasında önemli bir görev ifa eden Zbigniew Brzezinski’dir. Demokratların derin adamıdır. Profesör Zbigniew Brzezinski, ABD Başkanı Barack Obama’nın sık sık görüşlerine başvurduğu bir isim. Seul’de gerçekleşen Obama-Erdoğan görüşmesinden evvel Sabah gazetesi kendisiyle bir konuşma gerçekleştirmiş. Satır aralarında ilginç mesajlar ve analizler var. Suriye meselesinin ABD’nin meselesi değil bölgenin bir meselesi olduğunu vurguluyor ve birinci derecede Türkiye ve Suudi Arabistan gibi ülkeleri ilgilendirdiğini söylüyor. Çevir kazı yanmasın hesabı ulusalcılar bunu da tersinden okuyarak ABD’nin cephe gerisinde kalarak Türkiye’yi cepheye sürdüğünü söylüyorlar. Türkiye, Batı müdahalesi istese müdahaleci oluyor istemese de vekilharç (proxy) oluyor. Demek ki bu aklı evvellere göre suçlamalardan azat olması için illa da Beşşar cephesinde yer alması gerekiyor. Peki kendileri Esat gibi bir diktatör ve caninin hamisi ve can simidi olmuyorlar mı? Halbuki, Suriye konusunda ABD’nin pozisyonu Türkiye’den ziyade Rusya ve ulusalcı anlayışa yakın. Zaten bundan dolayı Suriye yanlısı basın yayın organları Türkiye yalnız kaldı diye göbek atıyorlar. Brzezinski’nin diğer mühim analizlerinden birisi de İran’la çatışma çıkmayacağını söylemesidir. Lakin bu ihtimal diğer ihtimali yani ‘önleyici saldırı’ ihtimalini yine de bertaraf etmiyor. Zira önleyici saldırı meselesi sadece ABD’nin iradesine bağlı değil. Asıl etken ve faktör İsrail ve İran’ın tutumudur.
¥
Konuşmada benim dikkatimi çeken asıl husus İsrail’in geleceği ve bekasıyla ilgili analizi. Bu analizde şu var: ABD’nin bölgede etkisi azalır ve Ortadoğu’dan çekilmek zorunda kalırsa İsrail’in bekası İslam dünyasının insafına kalmış olur. Bunun için İsrail, gelecek trenindeki kompartımanını ve yerini alabilmek için Araplarla barışmalıdır. İsrail’in beka garantisi ABD değil, Araplarla barıştır. Bunu yapamazsa er geç zail olacaktır. Sonu gelecektir. ABD’ye dayanarak geleceğini garanti etmesi mümkün değil. İşte Sabah gazetesine konuyla ilgili söylediği bu satırlar: “Bence akılda tutulması gereken nokta İsrail ve Filistin’deki çoğunluğun bu sorunun barışçıl yollardan çözülmesinin istediğidir ve bu barışçıl çözüm tek yanlı, birinin benimsediği koşulları bir diğerine dayatmakla olamaz. Başkan Obama sürekli olarak kendisini bu sorunun çözümüne adadığını söylüyor. Uzun vadede Amerika’nın bölge ile bağlantıları kesildikçe bölge ülkeleri tarafından benimsenmeyen bir İsrail’in ayakta kalması da tehlikeli bir hal alacaktır. Bu yüzden bu sorunun çözülmesi İsrail’in kendi varlığı açısından da zorunludur...” Acaba İsrailli liderler Zbigniew Brzezinski’ye kulak veriyorlar mı? Yoksa kendilerini ABD’den de mi güçlü hissediyorlar? İsrail’in geleceğinin teminatı ne korku ne tehevvür ne de güçtür. Akıllı olmaktır. Lakin İsrail’in kolektif aklını gölgeleyen çok faktör var. Bundan dolayı da aklıyla değil refleksleriyle hareket ediyor. İsrail halkı bile bunu gördü ve İran aleyhindeki önleyici darbe karşısında hükümetlerini uyarıyor.
YENİ AKİT