Derdest Belgeseli: “İçerideki 28 Şubat”
Erkam Kuşçu / Umran Dergisi (Kasım 2016)
Türkiye’deki adalet sistemi temelli “hukuksuzlukları”; darbe süreçleri, ekonomik krizler, toplumsal ve siyasal krizler eşiğinde değerlendirmek meselenin odak noktasını anlamamız açısından önemli veriler sunabilir. Farklı ideolojik görüşlere sahip kimselerin hukuksuz yargılama süreçleri sonucunda yaşadıkları mağduriyetler özellikle 12 Eylül Referandum sürecinde gündeme gelmişti. Ancak “öz yurdunda garip, öz vatanında parya” muamelesi gören Müslüman kimlikli insanların mağduriyetleri ne yazık ki gündeme getirilmedi veyahut görmezden gelindi. Böylesi bir vasatta son derece samimi bir belgesel-film çalışmasının geçtiğimiz ay gösterimi gerçekleştirildi. Yönetmenliğini Kevser Çakır Demir’in, metin yazarlığını Yılmaz Çakır’ın gerçekleştirdiği Derdest Belgeseli çeşitli davalardan hüküm sürmekte olan Müslüman tutsakların hikâyesini anlatıyor…
Belgesel, yönetmen Kevser Çakır Demir’in ikinci filmi, ilk filmi ise İkna Odaları belgeseliydi. Her iki belgesel de birçok mağduriyetin hiç anlatılmamış hikâyelerini içerisinde barındırıyor. Türkiye’de düne nazaran artık daha elverişli imkânlar olsa dahi bu tür projeleri gerçekleştirmenin zorlukları ortada iken ikisi de Türkiyeli Müslümanlar açısından “kanayan yaralar” olarak olduğu yerde duran bu iki mevzu ile ilgili gösterilen gayretin takdire şayan olduğu açık…
“Kapanan Dosyalar, Kapanmayan Yaralar”
“Gönlümü umuda çevirdim;
Anama gidin söyleyin
Oğlun kardelenlerin açtığı yere gitti
Özlemlerim, umudum, hasretim bende
Yüreğimi evde bıraktım, saklasın onu
İdam dediğin ne ki
Allah kısmet ederse çıkarım belki…” Atavi Osman Erdemir
Hukuksuz yargılama… Başlı başına absürt bir duruma işaret eden bu tamlama adaleti sağlamakla yükümlü olanların yapıp ettikleri haksızlıklardan dolayı ömürlerini ve ailelerini bedel olarak ödeyen insanların hikâyesinin başlangıcı aslında. Hapiste olmak, tutsaklık insan psikolojisi açısından izahı dahi zor bir durum olabilir. Hele ki haksız yere yani “hukuksuzluk” sonucunda böyle bir bedel ödemek… Birisi televizyon tamircisi birisi şoför veya öğrenci bu insanlardan bazılarının hayatının yarısı “içeride” geçti. Üstelik birçoğu tam olarak orada neden bulunduğunu bile bilmeden bu durumu yaşamak zorunda kaldı, kalıyor.
Hapsolmanın ne demek olduğunu ancak gerçekten hapsedildiğimizde anlayabiliriz herhalde. Nefes alamamak gibi bir şey olsa gerek çünkü sebebini ve ne zaman biteceğini bilemediğin bir mağduriyeti her an her saniye yaşamak bunu kendine ömür edinmek, anlatılması dahi güç bir şey. Bir de dışarıda olup içeridekinin yakını olmak durumu var. Oğlunu işkenceye, demir parmaklıkların ardına yollayan anneler, evlilik hazırlıkları yapan nişanlılar veyahut son isteği ölmeden önce oğlunu görmek olan babalar… Hapis hayatı bir bakıma onlar içinde devam ediyor. Yönetmen Kevser Ç. Demir, “28 Şubat döneminden içeride hala 600'ün üzerinde insan var. Bunların 300'ünden fazlası ağırlaştırılmış müebbet almış. Uzun süre yattıktan sonra yeni yeni çıkanlar da var. Bu insanların arasında tefsir dersi yaptıkları için içeri alınanlar, devleti yıkmak için örgüt kurmakla suçlananlar var. 28 Şubat döneminden mağduriyetler bir şekilde giderilmeye çalışılıyor ama içeride olanlar için bir şey yapılmıyor. Bugün darbecilerin yargılandığı bir dönemdeyiz ve buna rağmen içeride yatanlar halen yeniden yargılanmıyor.” diyerek bu yaralara çare olmak adına bu belgeselin yapıldığını ifade etmiş. İlk olması açısından çok önemli olan bu belgeselin farkındalığı arttırması ya da en azından dikkatleri bu konu üzerine çekmeye çalışması dahi çok önemli. Zira bu konuda en büyük sessizlik ne yazık ki Müslümanlara ait… Metin yazarı Yılmaz Çakır da röportajların toplandığı kitabın takdim yazısında şunları belirtmiş:
“Aslında bir yönüyle bu çalışma yıllardır beton duvarlar arasında adeta sükût suikastine uğratılmaya, sesleri bastırılmaya çalışılan Müslüman tutsakların unutulmadığına, unutulamayacağına dair de bir haykırıştır. Konusunu kirli, zalim uygulamalarıyla bu ülkenin hafızasına kazınmış bir hukuksuzluk cenderesinin devam edegelen mağduriyetleri oluşturmaktadır. 28 Şubat adı verilen post-modern darbe sürecinin hukuku, mantığı, haklarımızı, özgürlüklerimizi bir silindir gibi ezmesinin üzerinden geçen bunca yıldan sonra bile yaranın hala kanamaya devam ettiğini hatırlatmak üzere hazırlanmıştır.”
“Müslüman Tutsaklara Özgürlük”
Derdest Belgeseli yukarıda az da olsa değindiğimiz “dinmeyen acıları” elinden geldiği kadar dindirmeye gayret eden, Müslümanları duyarlılık göstermeye ve kardeşlerine sahip çıkmaya çağıran samimi bir çalışma olmuş. Belgeselin 38 dakikalık süresi ne yazık ki tam olarak derdini anlatmasına imkân tanımamış ama bundan sonrası için yapılacak çalışmalara kılavuzluk edecek olması bile yeterli. Belgeselin metin yazarlığını da yapan Yılmaz Çakar tarafından derlenen röportajlar da kitaplaştırılmış ve Ekin Yayınları tarafından basılmış. Bu eserde bu kimselerin yaşadıkları mağduriyetleri anlamamız açısından önümüze gerçekten derli toplu bir çalışma sunuyor. Tutsakların avukatları ve yakınları ile yapılan röportajlar yapılan zulmün nerelere vardığını görmemiz için gerçekten önemli. Ailelerin biraz trajik de olsa yargı sistemi ve ceza hukuku noktasında epeyce bilgili olduklarını görmek şaşırtıcı bir deneyim oluyor ama 22 yıldır oğlunu göremeyen Osman Erdemir’in babası Abdullah Erdemir, 23 yıldır hapis yatan Bülent Düğenci’nin eşi Buket Düğenci, yakalandığında 20 yaşında olan Ahmet Şat’ın ablası Zeynep Durmaz ve diğerleri için bu durum biraz zorunluluktan ileri geliyor. Senelerdir süregelen davalarda onlar ister istemez bu terimlere ve kavramlara oldukça aşina hale gelmişler.
Müslümanlar olarak sebepsiz yere içeride olan kardeşlerimiz için yapabileceğimiz şeylerin başında bu mevzuyu gündemleştirmek ve siyasilerin çözüm için harekete geçmesini sağlamaya çalışmaktır. Bu adımda Müslüman tutsakların özgürlüğü için yapılan her şey önemlidir. Hele ki televizyonun, sinemanın kullanım alanının bu kadar yaygınlaştığı bir zamanda bunu bir belgesel film ile gerçekleştirmek Müslümanlar için örnek oluşturması gereken bir husus zira bu konudaki eksikliğimiz de aşikâr. Bu tür çabaların yaygınlaştırılması ilklerin ne kadar erken gerçekleştirildiğiyle de yakından ilgili aslında. Bundan dolayı Müslümanlar olarak mağduriyetlerimizin giderilmesi noktasında medya, sinema alanlarında yapılan işlerin önemi çok daha önemli bir yerde duruyor. Derdest Belgeseli’nin sinematografik açıdan veyahut içerik ile ilgili hususlardan ziyade önemli ve değerli olmasını sağlayan da zaten bu. Çünkü Osman ağabeyin babası Abdullah amca hâlâ oğlunun o merdivenlerden çıkıp geleceği günü bekliyor:
“Son nefesimde Osman’ın yanımda olmasını istiyorum. Artık bu kadar yaşa geldim ben. 22 seneden beri peşindeyim. Bir gün acizlenmedim. …Osman namussuzluk yapmadı, hırsızlık yapmadı. Bizim ailemize bir leke getirmedi…”