Dera'daki süreci Şeyh Ahmed Sayâsne’nin tanıklığı üzerinden okumak

Taha Kılınç, katil Esed rejiminin derinleşen kuşatma ve saldırılarıyla yeniden gündeme gelen Dera’yı konu edindiği yazısında, Şeyh Ahmed Sayâsne’nin tanıklığı ışığında Dera’da intifada sürecinin başlangıç dönemini mercek altına alıyor.

Taha Kılınç’ın Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan yazısı (31 Temmuz 2021) şöyle:

BİR ŞAHİTLİK

“Arap dünyasının farklı yerlerinde rejim karşıtı gösteriler başladıktan hemen sonra, Derâ’dan birkaç çocuk, duvara şu sloganı yazdı: “İcâke’d-dûr yâ duktûr!” Yani “Doktor, senin de sıran geldi.” Kastettikleri Devlet Başkanı Beşşâr Esed’di. O günlerde Tunus ve Mısır cumhurbaşkanları görevlerinden ayrıldığı için, Esed’in de gitmesini umuyorlardı.

Muhâberât [istihbarat], duvar yazısıyla ilgili olarak bazı çocukları tutukladı. Çocukların hayatından endişe ediyorduk. Derâ’yı temsilen, buraların önemli insanlarından bir heyet Vali Âtıf Necîb’e gitti. Necîb, “Çocuklar bende değil. Suveydâ Valisi Suheyr Ramazan’a gidin” deyince, oraya yöneldiler. Vali Ramazan, Derâlıları gayet kaba karşıladı ve onlara şunu söyledi: “Çocuklarınızı unutun. Onlar gitti. Yeni çocuklar yapın. Yapamıyorsanız, benim adamlarım yapar!”

İnsanların onur ve şereflerine kasteden bu ağır cümleler, halkı galeyana getirdi. Suheyr Ramazan’ın yanından çıktıktan sonra, mutlaka bir şeyler yapmak gerektiği konusunda ittifak oluştu. Bana geldiler, “Bizimle misin?” diye sordular. Ben de “Evet, tabii ki sizinleyim” diye cevap verdim.

18 Mart 2011 Cuma günü, Derâ’daki ilk kapsamlı gösteriler, Hamza Abbâs Camii’nde başladı. İnsanlar cuma namazı çıkışında, sloganlarla rejimi protesto ettiler. Kalabalık içinde, ilk tekbir getiren ve rejim güçleri tarafından katledilen kişi Ali Mesâlime oldu. Rejim vurdukça, insanlar daha da bilendiler.

Halk üzerindeki tesirimi bilen Derâ Valisi Âtıf Necîb ve Suveydâ Valisi Suheyr Ramazan, bana adam göndererek, “Gösterileri durdurun” diye talepte bulundu. Ben de ilk önce halkın üzerine ateş açılmaması noktasında bir taahhüt vermeleri gerektiğini söyledim. Bir ilerleme sağlayamadık.

23 Mart 2011 Çarşamba gecesi, imamlık yaptığım Câmiu’l-Umerî’ye geceleyin askerler baskın düzenledi. Yatsıdan sonra, protestocu gençlerden bir kısmı benimle birlikte camideydi. Baskın sırasında İslâm’a ve Müslümanların iman ettiği mukaddesata küfürler yağdırdılar. “Secde edecekseniz Beşşâr’a edin” diyerek, cemaatin üzerine ateş açmaya başladılar. 10 kişi, caminin içinde öldürüldü.

25 Mart 2011 Cuma günü, Derâ’nın kuzeyindeki Sanameyn kasabasında 15 sivilin rejim tarafından katledildiği haberi gelince, Derâ halkı Hâfız Esed’in büstüne saldırarak, yerle yeksân etti. Bu artık, dönülmez bir yola girdiğimizin işareti oldu.

Beşşâr Esed’in yardımcısı Fâruk el Şara, Derâlı bir Sünnîdir. Hadiseler gittikçe büyürken, kendisiyle görüşmek için Şam’a gittim. Durumu anlattım. Faruk el Şara, “Problemi biliyorum, ama bunu ancak devletin en tepesiyle çözebilirsin. Ona git” dedi. Kastettiği Beşşâr Esed’di. Randevu aldım, 14 Nisan 2011 günü Esed’in kendisiyle bizzat görüştüm. Başkanlık Sarayı’ndaki görüşme tam 2,5 saat sürdü. Esed’e Derâ’da yaşananları bütün ayrıntılarıyla anlattım. “Ben bunları bilmiyordum, ilgileneceğim” dedi. Ama yine de bir şey değişmedi. Rejimin halkın üzerine ateş açma ve sıradan halkı gruplar halinde tutuklama uygulaması devam etti.

Câmiu’l-Umerî’deki son hutbemi 22 Nisan 2011 Cuma günü verdim. Üç gün sonra, 25 Nisan’da Derâ rejim tarafından tanklarla kuşatıldı. Aradıkları kişilerden biri de bendim. Mecburen saklandım. Benden intikam almak için, 30 Nisan günü oğlum Usâme’yi öldürdüler. Kısa süre sonra da bir ihbar üzerine beni buldular; sorgulamak üzere Şam’a götürdüler. Sorgu sırasında, diğer iki oğlumu da öldürecekleri tehdidiyle, kısa bir video çektirdiler bana. Her şeyin yoluna gireceğini vb. söylettiler. Sonra beni yeniden Derâ’ya götürüp 7 ay bir evde mecburi ikamete tabi tuttular. Arap Birliği’nden bir resmî heyetin beni ziyareti sonrasında, durumum biraz düzeldi. Sonrasında, muhalif savaşçılar beni kaldığım yerden alarak sınırdan geçirdiler ve Ürdün’ün başkenti Amman’a götürdüler.”

1977’den 2011’e kadar, Derâ’nın simgesi konumundaki tarihî Câmiu’l-Umerî’nin imam-hatipliğini yapan Şeyh Ahmed Sayâsne’nin, Suriye’deki hadiselerin başlangıcına dair tanıklığı böyle. Bölge halkının çok sevdiği Şeyh Sayâsne, bebekliğinde geçirdiği bir rahatsızlık sonucu gözlerini kaybetmiş. Âmâ haliyle sürdürdüğü imamet görevi sırasında, Derâ’da binlerce gencin siyasî ve dinî yönden şuurlanmasına vesile olmuş.

Derâ’da bugünlerde çatışmalar yeniden yoğunlaşmışken, Şeyh Ahmed Sayâsne’nin -Türkçe’de ilk kez bu sütunda yer bulan- anlatımıyla, “Her şey nasıl başlamıştı?” sorusunun cevabını yeniden hatırlayalım istedim. Zayıf hafızalarımız, telkinlere aşırı açık kulaklarımız ve sürekli maniple edilen gündemlerimiz arasında, buna ihtiyaç var diye düşündüm.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!