Ersin Çelik / Yeni Şafak
‘Yelekli’ deyip geçmeyin, neler yaptılar neler…
Deprem bölgesinde ilk günden beri binlerce gönüllü sağa sola koşturuyor. Hani şu üzerlerinde çoğunlukla kırmızı, yeşil, sarı fosforlu yelekler olanlar… Başta AFAD ve Kızılay olmak üzere afet bölgesine yardıma koşan sivil toplum kuruluşlarının görünen ama bireysel olarak adları sanları anılmayan neferleri onlar.
Afet bölgelerinde öyle zor işlerin üstesinden geliyorlar ki anlatmakla bitmez. Zaten anlatılmasını pek istemiyorlar. Hemen hepsi genç, çoğu öğrenci. Ancak orta yaşın üzerinde olanlar da var. Artık 40’ına merdiven dayamış dostum gibi. Kendisi önemli bir şirkette yönetici. AFAD gönüllüsü. Depremin ikinci günü Kahramanmaraş’taymış. Ben de aynı gün oradaydım ama birbirimizden haberimiz olmadı. Sonradan öğrenince aradım uzun uzun konuştuk. Gözlemlerimizi aktardık. Şahitlikleri, tecrübesi çok kıymetli. Yazmak istediğimi söyledim, “Benim için hakikaten ibadet gibi bir şey. Bu yüzden de bilinmek istemiyorum” dedi. Kimliğini gizlemek şartıyla müsaade etti.
AFAD’a dört yıl önce gönüllü başvurusu yapmış. Online eğitime tabi tutulmuş ve afet sonrasında yapılması gerekenleri öğrenmiş. Pratik eğitimlere vakit bulamamış. İlk fırsatta gitmeye kararlı. Arama kurtarma eğitimi almak istiyor. Ben de istiyorum ve bir aksilik olmazsa prosedürleri tamamlayıp birlikte katılacağız.
AFAD gönüllüsü dostum, deprem günü “bugün size ihtiyaç var” mesajını alınca yola koyulmuş. “Çantam her zaman hazır. İçerisinde bir afet bölgesinde ihtiyaç duyulabilecek her şey var. Salı günü sabah çantamı alıp direkt Sabiha Gökçen Havaalanına gittim” dedi.
Gözlemlerini aktaracağımı söylemiştim işte onlardan ilki: “Çok büyük bir yığılma vardı. Koordinasyonsuzluk da söz konusuydu. Gönüllü izdihamı diyebiliriz… Nereye gideceğimizi bilmiyorduk. Altı saat bekledik. Gaziantep havalimanına yoğun uçuş varmış. Sabah 7’de kalkması gereken uçak 10’da kalktı. İndiğimizde Gaziantep Havalimanı apronunda uçak park edecek yer yoktu. Bizi, yani ‘niteliksiz gönüllüleri’ geriye bıraktılar. Profesyonel arama kurtarmacılara öncelik verildiğini inince anladım.”
Dostumun şöyle bir önerisi var: “Her bir gönüllünün nereye gideceği bir uygulama üzerinden belirlenebilirdi. Gönüllüler takımlaştırabilirdi. Hangi takımın hangi şehre, hangi saatteki uçakla gideceği çok kolay koordine edilebilirdi. Bu eksikliği çok net gördüm.”
Böyle bir yazılım sadece gönüllü koordinasyonunda değil; afet bölgesine sevk edilen arama kurtarma ekiplerinin, ağır iş makinalarının, gıda ve ihtiyaç malzemesi taşıyan tırların koordinasyonunda da birçok sorunu ortadan kaldırabilir. Birilerinin afet bölgelerine her türlü sevkiyatı koordine edecek çok kapsamlı bir yazılım üzerinde çalışma yaptığını ve kısa sürede mesafe kat ettiklerini biliyorum. Şimdilik detay vermeyeceğim.
AFAD gönüllüsü dostum ve Gaziantep’e birlikte uçtuğu gönüllülerden iki genç Kahramanmaraş’ta ihtiyaç olduğunu öğrenince hemen yola koyulmuşlar. Gider gitmez dört bloklu bir sitenin enkazında çalışmaya başlamışlar. Neler yaptıklarını anlatırken ‘bir AFAD gönüllüsü deprem bölgesinde ne işe yarar?’ sorusunun da yanıtını verdi: “Profesyonel arama kurtarmacılara yardım ettik. Cesetleri çıkarmak için battaniye istediler getirdik. Demir çubuk istediler, kalas istediler bulduk. Koordinasyona yardımcı olduk. İşi olmayanların enkazlardaki çalışma alanına girmesini önledik. Geri hizmet işleri yaptık.”
Kahramanmaraş’ta beş gün görev yapmış. Arabada dinlenmiş. Mazot yetersiz olduğu için ısınma imkânı olmamış. Biz gazeteciler için de geçerli bu şartlar. Afet bölgesinde görev yapanların ilk günlerde yatakta uyuma, ısınma ve beslenme beklentisi olmamalı.
Dostumun şu gözlem ve eleştirileri tam yerinde: “Gönüllü sistemine dahil olmuş ancak macera arayan, fiziki koşullara ayak uyduramayan, gördüğü manzaradan etkilenip dönmek isteyen bazı arkadaşlar operasyonu yordu. Sahadaki şartları kaldıramayan ve bir gün sonra geri dönen gönüllüler oldu. Koordinasyondan kopuk, bireysel hareketler üçüncü günden sonra yük oluyor. Bunu önlemek için de AFAD’ın ilçe ilçe yapılanmasındaki gönüllülerle mülakat yapması gerekiyor.”
Son olarak dostum depremin üçüncü günü kendilerine kurulan ‘mükellef’ bir kahvaltıdan bahsetti. Birebir aktarıyorum: “Özel yolcu salonuna (CIP) girme hakkım olduğu için giderken buradaki sandviçlerden çantama koyabildiğim kadarını koymuştum. Beni gören bir THY çalışanı vakumlu paketler hazırladı. Su börekleri ve kahvaltılıklar vardı. Taşıyabileceğim kadarını aldım yanıma. Çantamdaki sandviçleri arama kurtarmacılarla paylaştım. Vakumlu paketleri de çalıştığımız enkazın yakınındaki bir caminin tek katlı müştemilatına sığınan kadınlara verdim. İçeride çocuklar da vardı. Ertesi sabah baktım bir abla elinde tepsiyle geliyor. Benim getirdiğim börekler, kahvaltılıklar ve çay vardı. ‘Siz uzaklardan geldiniz. Güçten düşersiniz. Bunları yiyin kardeşim’ dedi. Bize sabah kahvaltı hazırlamışlar. Börekleri de ısıtmışlar. Şaşırdık kaldık. Ayıp olmasın diye birer lokma alıp tepsiyi kaldıkları yere götürdüm. Onlar bize biz de onlara kıyamadık.”
Gönüllülük işleri zor, meşakkatli ve tam bir memleket meselesi. Bu tanımı ben yapmadım, 2021’in Ağustos ayında Manavgat’taki yangınlar sönünce Bozkurt’ta yaşanan büyük sel felaketine koşan ve 18 gün boyunca evine gitmeyen Kübra’nın tanımıydı. ‘Afetten afete, şehirden şehre koşturan duygunun kaynağı neydi?’ diye sormuştum ve Kübra da Ahmet Şafak’ın ‘Memleket Meselesi’ şarkısının sözleriyle yanıtlamıştı: “ve bu kadar hüzünlüyken memleketim, başka bir aşkı koyamadım yüreğime.”
Öyle görünmüyor mu?