Prof. Dr. Mazhar Bağlı / Açık Görüş
Depremin metafiziği
1 Kasım 1755'te Portekiz'in başkenti Lizbon'da meydana gelen ve tarihe de Büyük Lizbon Depremi olarak geçen deprem, teolojik ve felsefi bir konu olan kötülük ve toedise tartışmasını yeniden alevlendirmiş ve konu aydınlanma felsefesinin şekillenmesine giden yolun önemli yapı taşlarından birisini oluşturmuştur. Zira o depremin olduğu gün Hıristiyanların her yıl kutladıkları Azizler Günü idi. Tahminlere göre bu deprem 8.5-9.0 şiddetinde ve yaklaşık olarak 5 dakika sürmüştür. Merkez üssü Lizbon'dan 200 km uzaklıkta, Atlantik Okyanusu'nda olan sarsıntı, tahminlere göre göre 100 bin civarında insanın hayatını kaybetmesine neden olmuş ve bu deprem tarihteki en büyük felaketlerden birisi olarak kayıtlara geçmiştir. Aynı zamanda sarsıntının neden olduğu yıkım ile birlikte asıl daha büyük felaketi getirenin tsunami olduğu düşünülmektedir. Deprem ile birlikte evlerde ve kiliselerde yakılan mumların devrilmesiyle birlikte büyük bir yangın da çıkmıştır. Bu felaketten sadece Lizbon değil civar bölge de etkilenmiş çok büyük bir afet yaşanmıştır.
Kötülük problemi
Özellikle depremin neredeyse tüm dini mekanları, kiliseleri yıkması, manastırdaki dini eğitim görenlerin ölmesi, kenar mahallelerdeki genelevlerin yıkılmaması ve mahkumların ölmemesi; antik dönemlerden kalma "dünyadaki kötülüklerin iyi bir Tanrı ile bağdaşması" sorununu tekrar gündeme taşımıştır. Antik dönemlerden beri varolagelen ve daha sonra da hem İslam dünyasında hem de Hıristiyan düşüncesinde tartışılan bir konu olmuştur. Platon, Augustinus, Gazali, Farabi, Leibniz, Descartes, Newton, Voltaire ve Adorno gibi pek çok düşünür bu konuyu tartışmış ve deyim yerindeyse konuyu getirip sağlam bir temele oturtamamışlardır.
Mücadele neden var?
Görece konuyu daha makul bir bağlama oturtan hiç kuşkusuz Gazali ve Leibniz olmuştur. İşin hikmet/hakikat ile olan metafizik bağlantısına işaret ederek; "Allah'ın merhametli (rahim) ve merhametlilerin en merhametlisi olmasının anlamı nedir? Hiçbir merhametli kimse yoktur ki, belaya uğrayan, acı çeken, işkence gören ve hasta olan birini görüp de ondan gücü yettiği takdirde bunları gidermekte acele etmesin, şu hâlde, Allah her talihsizliği giderebilir, tüm yoksulluğu ve acıyı tersine çevirebilir, her türlü hastalığı, sıkıntıları ve afetleri yok edebilir. Ne var ki, dünya hastalık, sıkıntı ve felaketlerle dolup taşmaktadır. O, bunların hepsini ortadan kaldırmaya güç yetirmekle beraber, kullarını bela ve felaketlerle mücadeleye terk eder." (Yaşar Türkben, Kötülük Problemi: Gazali-Swınburne Mukayesesi)
Leibniz ise konuyu şöyle özetler: Dünyadaki bunca kötülüğün kaynağı nedir? Eskiler kötülüğün Tanrı'dan bağımsız olarak var olduğunu düşünürlerdi ama bu onun her şeyin yaratıcısı olması gerçeği ile bağdaşmaz. En mükemmel sıfatlara sahip olan Tanrı ile bağdaşmaz ama bu dünyada inkar edilemeyecek kadar da büyük kötülükler vardır ve bunlar ancak bir eksikliğin sonucudurlar. Yani iyiliğin eksik olmasıdır.
Az önce de vurgulandığı gibi konu son derece tartışmalı ve çetrefillidir. Kimin hangi düşünceyi, niçin ve nasıl tercih ettiğinin hiçbir rasyonel gerekçesi yoktur. Dahası hiç kimseye de bu tercihlerden birisi de dayatılamaz. Bir başka ifade ile doğada meydana gelen her kıpırdamayı "doğa kanunu" olarak gören birisi ile "takdiri ilahi" olarak gören birisi arasında bilgisine "iman etme" açısından hiçbir fark yoktur. Ancak buna rağmen her deprem ve doğal afet sonrasında, halkın sahip olduğu inancı özellikle aşağılamaya ve kendi ilkel ideolojilerini de övmeye çok hevesli barbar bir kitle var.
Konu dönüp dolaşıp bilim ve din ikilemine getirilir ve bu binaları yapanların bilime değil, dine inandıkları için çürük yaptıkları sloganı ile bitirilir. Eğer inancınızı paranteze alıp bilime iman etseniz hemen o an binaların depreme dayanıklı hale geleceği kara propagandası yayılır. Durum giderek gayri nizami bir harbe dönüşüyor. Oysa bu ülkede kamuya egemen olan ideoloji bütün inançlardan son derece uzak ve hatta onları terbiye etmeye adamıştır kendisini. Milli Mimari Komitesinin kurucu babaları dine inananlar değildi, bilime inananlardı ve bugünkü kentleşmenin temelini oluşturan ulusalcı/milli mimarinin kurucularıydılar aynı zamanda.
Acı üzerinden fırsatçılık
Bugün yaşadığımız bu büyük felaketi siyasi bir zemine taşımak sahiden büyük bir alçaklıktır. Acılar üzerinden fırsatçılık yapmaktır. Oysa bütün dünyaya örnek olacak bir dayanışma ruhu ile yaraları sarmaya can atan bir kamuoyu var. Herkes kendi imkanları ve gücü nispetinde açılan yaralara merhem olmaya, dağlanan yüreklere ecza bulmaya çabalamaktadır.
Bu kadar büyük bir felaketin yaşanmasına neden olan ihmallerin hesabının sorulmasını talep etmekten bağımsız olarak belirtmek gerekir ki yaşanan bu büyük acıya katlanmayı motive edecek bir tesellide bulunmak için inanca atıfta bulunmayı tedbiri elden bırakmak olarak göstermek isteyen haysiyet ve şeref fukarası bazı halk karşıtı din düşmanlarının varlığı aslında var olan acıyı katmerleştirmektedir. Hindistan, Pakistan, Afganistan, İran ve Türkiye'den geçen deprem fay hattının sahip olduğu yıkıcılığı "siyasal İslam'a" bağlayan kişi, televizyon ekranlarından topluma nasıl böyle pervasızca kin kusabildi? Yükseköğretim Kurumu bu ifadeye "evet aynen öyle" diyen müsteşrik zihniyetli hakkında bir soruşturma açacak mı bunu da merak ediyorum...
Bilime tapan bu kindarlara başka bir bağlamda; Leibniz, Descartes, Marx, Newton, Voltaire, Adorno gibi Batılı düşünürler hakkında ne düşünüyorsunuz diye sorsanız gözlerinin içi gülecektir ama bu düşünürlerin tamamının yukarda deprem konusunda andığım Gazali'nin çok gerisinde bir metafizik teoriye sahip olduklarını bilmezler. Çünkü cahiller aynı zamanda.
Büyük Lizbon Depremi Avrupa'da başlamış olan Aydınlanmayı tetikleyen en önemli olaylardan birisi oldu. En büyük gayesi kendi yetkinliği ile tekamülü yaratmak olan Batılı düşünür için Aydınlanma büyük bir keşif oldu ama dünyanın diğer coğrafyalarında ve medeniyetlerinde zaten tabiatın yasalarını ve insanın varlığındaki hikmeti keşfetme konusunda büyük bir aydınlanma yaşanmıştı.
İşte bu geri kafalılara bugün dünyanın en büyük felaketlerinden birisinin yaşandığını, hayatın durma noktasına geldiğini anlatmak kolay değildir.
Art niyetli okumalar
İkinci depremden sonra bölgedeyim. Bu felaketi siyasete alet etmek, insanların dağlanan yürekleri ve yaşadıkları acı üzerinden ideolojik propaganda yapmak, bu afeti belli bir iktidara ya da döneme mal etmek sahiden art niyetli bir okumadır. Bu depremden sonra konuya ilişkin teolojik ve metafizik yaklaşımların nasıl devam edeceğini öngörmem hem doğru değil hem de sağlıklı olmaz. Ama benim konuştuklarımdan, enkazın başında kardeşinin naaşını bekleyen "kardeş" ile döktüğümüz gözyaşlarından ve buğulu gözlerle Fetih Suresi'ni okuyanların titrek sesinden edindiğim bilgi odur ki; bu deprem sosyolojik olarak eski toplumsal ve siyasal paradigmayı sıfırladı. Yeni bir vizyona ve yeni bir politikaya artık ihtiyaç vardır. Bunu inşa eden düşünce veya organizasyon artık bu coğrafyanın kurucu iradesi olacaktır. Çünkü ülkenin yarısı doğrudan geri kalanı da dolaylı olarak bu felaketten etkilendi.
Bundan dersler çıkarıp insanlarımızın sahip olduğu yüce değerleri bir paradigmaya dönüştürebilirsek, ki bu musibet bize bunu nasihat etmektedir, bir gelecek zaman aktörü olmanın yeni bir yolunu açmış oluruz.
Makbul vatandaş projesi
Aksi halde bütün enerjimizi muhayyel olan resmi ideolojiye uygun ve makbul vatandaş oluşturma projesine sarf edeceğiz. Yüzyıldır gelinen nokta kelimenin tam anlamıyla bir ulusalcılık deli gömleğine dönüştü. Her olumsuzluğu tarihe ve milletin inancına, her güzelliği de tarihsel olarak en azından bizimle rakip olan bir medeniyete mal edip ona yaltaklanmaya devam eden ve de idareci olmadıkları halde kendilerini hep idareci olarak gören bir yapıya mahkum olarak kalmaya devam edeceğiz.
Halkın suskunluğunu ve zerafetini, kendi kirli ideolojik ütopyaları için bir fırsatçılığa dönüştürenlerin bu sorunu sahiden çözeceğine mi inanalım? Lütfen bu kadar saf olmayalım...