Pazartesi günkü yazımda Deprem Bölgesi’nden bazı müşahede ve tesbitleri aktarmaya çalışmıştım; kaldığımız yerden devam edelim..
Yazar ve mütercim dostum Cemâl Aydın, önceki yazım için, ‘iç yakan, ama, insanın içini karartmayan bir yazı olmuş.. ’ notunu geçti. Evet, Deprem Bölgesi’nde ‘iç yakıcı’ sahneler o kadar çok.. Ama, bütün bu sahnelere rağmen, samimî kanaatim, ‘iç karartmayan müthiş bir çalışma’nın bütün bölgede var olduğu yolunda..
AFAD, Askeriye, Anadolu’nun çeşitli yörelerinden gelen Belediye ekipleri ve bir çok İslâmî cemaatlerin ve de çeşitli STK’ların cansiperâne çabaları ve Anadolu’nun hemen her tarafından gönderilmiş yardım TIR’larının getirdiği yardımlardan ayrı olarak; dünyanın çeşitli köşelerinden gelen kurtarma ve yardım ekiplerinin çalışmalarıyla kimsenin, aç ve açıkta bırakılmamaya azâmî bir dikkatin gösterildiğine gönül huzuru içinde şahidlik ederim.
Ama, bu beyanım, her şeyin hatasız, noksansız olduğu mânâsında anlaşılmamalıdır.
Bu kadar yaygın, geniiiş bir coğrafyada, her yere ulaşmanın imkânsızlığını idrak ve sorumluluk sahibi herkes söyleyebilir, herhalde.. Bu bakımdan, bazı kimselerin ‘Aç ve açıktayım, yiyecek yok, barınacak yer yok..’ gibi beyanlarını internetlerden yaymaları, doğru ise, bu ancak, çok uzak bir köşede kalmış kimseler için istisnaî olarak doğru kabul edilebilir. Ya da, fitneci unsurlarca yayılan bir sosyal medya yalanıdır..
Elbette, ilk anda kurulan çadırların çok elverişli olmadığı, barındırılmaları hesab edilen yüzbinlerin, milyonların, yağmurdan, kar ve soğuktan korunmasında yetersiz kaldığı açıktır.
Ama, o ilk anda daha başka ne yapılabilirdi.. Kaldı ki, devlet, o ailelerin ilk andaki şok ve ağır travmayı atlatabilmek için, hemen, üniversite öğrencilerinin barınmasına tahsis olunan öğrenci yurtlarını, -öğrencilerin izne gönderilmeleri sûretiyle- depremzedelere ayrılmış ve 380 bin ailenin yerleşebilmesine imkan sağlanmış ve amma, Akşener ve diğer muhalefet liderleri, bu felâket görmüş ailelerin oralara yerleştirilmelerine bile karşı çıkmışlardı. Devlet ise, bu mekânlardan ayrı olarak, askerî tesislerin ve hattâ özel otellerin de bu felâketzedelere açılmasına ve bütün yeme-içme ve barınma masraflarının HAZİNE’den karşılanmasına karar vermişti..
Bundan ayrı olarak, bir çok yardım ekiplerinin ‘kendi başlarına buyruk’ hareket etmemesi için, belli bir merkezî karar mekanizmasının emri altında olması da, böyle kağıt üzerinde yazıldığı gibi rahat işlemiyor..
Evet, kağıt üzerinde asıl karar merkezinin AFAD olduğu biliniyor.. Ama, bir AFAD ekibinin başında olan bir öğretmen arkadaş, bir ‘askerî kurtarma ve yardım ekibi’nin başında bulunan bir binbaşı’ya nasıl emir verebileceğini ve bunun uygulanamayacak bir tablo ortaya çıkardığını dile getiriyordu.
Bundan ayrı olarak, çadırlar her tarafa dağıtılmış, yüzlerce çadırdan oluşan ‘çadırkent’ler kurulmuş.. ama, bazı kimseler, kendileri açısından doğru olan bir gerekçeyle, çadırların kurulduğu yerlerden ayrı olarak, yıkılan evlerinin yanı başında da bir çadır kurmak istiyorlarmış.. Çünkü, onlar, o yıkıntıların içinde, altınları, paraları ve kendileri için çok kıymetli başka eşyalara tekrar kavuşmak ümidi taşıyorlar. Ama, herkesin bu gibi çadır talepleri karşılan(a)mayınca, onlardan bazılarının sosyal medyaya yansıyan feryadlarında, ‘kendilerine hiç çadır verilmediği’ gibi iddialar bile havada uçuşuyor ve o zaman da, çok merhametli olanlar hariç, bu feryadlar, fitne çıkarmak isteyenlerce, kamuoyuna ‘acı gerçeğin sesi’ gibi servis edilmeye çalışılıyordu.
Özellikle Adıyaman’da bazı noksanlıkların veya yetersizliklerin daha bir yoğun olarak dillendirildiği görülüyor.. Bu konuya da değinelim.. Birileri, bu yetersizlikleri, Adıyaman’ın özellikle ihmal edildiği şeklinde dedikodulara yol açmadı değil..
Halbuki, meselâ Nurdağı’nda böyle dedikodulara yol açacak bir durum yok!!!.. Çünkü, modern ve 10-15 katlı apartmanların çoğunun yerle bir olduğu ve geriye ancak 200 kadar binanın kaldığı Nurdağı’nda enkaz kaldırılmış, ortalıkta neredeyse, kimse kalmamıştı.. Hattâ, orada kalanlardan niceleri de, artık çadırlardan çıkmış ve yüzlerce ‘konteyner’lerin kurulduğu mekânlardalar... Ama, meselâ yine oldukça modern binalarla donanmış bir görüntü veren Pazarcık, Gölbaşı, Elbistan gibi ilçelerde aynı rahatlık henüz tam olarak sağlanamamıştı.. Ayrıca, binlerce insana yemek hazırlandığı ‘seyyar ocak’lardaki yemekler orta sınıf seviyesindeki aileler için normal ise de, neler yaşandığını tam olarak kavrayamamış olan hele de 7-8 yaşın altındaki çocukların annelerine, ’Anne, yine mi aynı yemekler?..’ diye yakınmaların, o annelerin ızdırabını ve geçirmekte oldukları ruhî depremi anlatmaya yardımcı oluyordu..
*
Öte yandan, Malatya’da yıkılan ve yıkılması kararlaştırılan bina sayısı 3 700’ü geçiyor.. Ancak, ‘ büyük şehir’ statüsünde olan 850 binlik Malatya’da yıkıntılar birbirinden uzakta olduğu için ‘Malatya’da yıkıntının fazla olmadığı’ sanılıyor. Ama, dar bir alanda olan ve Malatya’ya nisbetle oldukça küçük Adıyaman’da, yıkılan bina sayısı 1000 civarında olduğu halde, yıkılan binalar birbirine çok yakın olduğu için ve o acı sahnelerle daha çok karşılaşıldığından ve bir çok binanın enkazının henüz de temizlenemediğinin sanılması hasebiyle, Adıyaman’da yıkıntının çok fazla olduğu ve de ‘kendilerine kasden ayrımcılık yapıldığı’ iddiasını yükseltmek isteyenlerin daha başka hedeflerinin olduğu da anlaşılıyor. Ama şahsen, şehirler arasında herhangi bir ayırım yapıldığı iddialarını doğrulayacak hiç bir durum görmedim. Ve mevcud şartlar altında, bu büyük felâketle boğuşmak azmi açısından, Hükûmet’in dünyadaki örneklere bakıldığında bile, başarısız sayılabilecek bir durumda olmadığını gönül huzuru içinde söylemek istiyorum.
Maraş’ta Üniversite yakınlarındaki Ali Özge Câmiinde kıldığımız Cuma Namazı öncesinde bazı tanıdık simâlarla konuşurken, bir öğretmenin söyledikleri ilgimi çekti. O şöyle diyordu:
‘Bu felâket, herkesin gerçek yüzünün ortaya çıkmasına bir fırsat oluşturdu. Bu felâketi kimlerin yağma ve hırsızlık için; kimlerin, daha bir açgözlük sergilemek ve fiyat arttırmak için, kimlerin, ellerini herhangi bir yardım için uzatmadıkları halde, bu faciayı bir fitne ateşi tutuşturmaya çalıştıkları ve müslüman insanların da sözlerinde ve inanaçlarında ne kadar samimî olduklarını göstermek fırsatı oluşturması açısından bir fırsat oldu.. Herkes kendi tıynetinde amel edecek bir imkâna kavuştu..’
Evet, bu gibi büyük faciaların, herkese, kendi tıynet ve iç dünyalarını sergileyebilmeleri için fırsatlar sundukları da bir gerçek..
Halkımız, bu büyük acının ve bu ağır yükün altından kalkacaktır; İnşaallah..
*
Star