Deprem bekliyorum!

Mehmet Baransu

Aslında bugün yazı yazmak içimden gelmiyor. Bilgisayarın karşısındayım, klavye önümde ama aklım bambaşka yerlerde. Ruhum bedenimin çok uzaklarda.

Bir ara Van’a gidiyorum...

Yıkıntılar arasında dolaşıyor, enkazın altında kalan sorumluluğumu arıyorum. Enkaz altında kalan sorumluluğumu ararken, bambaşka bir yere gidiyorum.

Bingöl’de önceki gün yaşanan katliama...

Çocuklarını kurtarmak için canlı bombanın üzerine atılan anne aklıma geliyor. Bombaların parçaladığı bedenleri düşünüyorum. O minik bedenler gözlerimin önüne geliyor. Gelmekle kalmayıp, gitmiyor da. Hayatı anlamadan, hayatlarını bir bombayla kararttığımız o minik bedenler.

Beni sorguluyorlar. “Suçumuz neydi?” diye hesaba çekiliyorum. Tetiği çekmediğim halde hesap veriyorum.

Aslında hesap bile veremiyorum. Minik bedenlere söyleyecek sözüm yok. Tıkanıp kalıyorum. Sözüm bitiyor... Gözlerimi gözlerinden kaçırmaya çalışıyorum. Boynumu büküp,” beni, bizi affedin” demekten başka bir söz bulamıyorum.

Dedim ya aklım da ruhum da bambaşka yerlerde. Klavye gözümde büyüyor. Yazılar, rakamlar, karşımdaki ekran, gözümde büyük bir ateş oluyor. Ve o ateş beni içine alıyor. İçinde ölümlerin, katliamların olduğu ateş beni yakmaya başlıyor.

Aklım da ruhum da ölümlerin kol gezdiği ülkeye gidiyor.

Bu ülkede yazı yazmak zor. Bu ülkede yaşamak zor.

Ateş dört bir yanı çevrelemiş. Ateş ruhlarımızı yakıp, kül etmiş. Geriye, ruhsuz, duygusuz, insanlığı unutmuş, katil ruhlu küller bırakmış.

Bu ülkede yas tutmak, üzülmek, duygulanmak da zor. Bir biri ardına gelen ölüm haberlerine üzülürken, biranda bu ölümleri unutup, başka ölümlere gidebiliyorsunuz. Enkaz sizi altına alıyor. Soğuk, bedeninize işliyor.

Van için üzüleyim derken, bu ülke size doğru düzgün üzülme imkânı bile vermiyor.

Bingöl’den gelen bir haberle tekrar sarsılıyorsunuz.

Duygular birbirine karışıyor, çarpışıyor. Bu ülkenin bir travma yaşadığını görüyorsunuz. Kısır bir döngü içinde dönüp durduğunuzu anlıyorsunuz. Ve asıl depremin ruhunuzda olduğunu fark ediyorsunuz.

Bu ülke dört bir yanıyla deprem ülkesi. Riskler bölgesi. Ama asıl depremin, asıl riskli bölgenin çok uzakta değil, yanı başınızda, içinizde olduğunu görüyorsunuz. Ve insanlığınızı fay hattının tam üzerine yaptığınızı anlıyorsunuz.

Binalarda çürük malzemeler kullanılmış, kolonlar kesilmiş... Bunların aslında bir önemi yok... Ruhumuz, insanlığımız, benliğimiz çürük malzemeyle yoğrulmuş ama bilenimiz, farkında olanımız yok. Tıpkı kestiğimiz kolonlar gibi insanlığımızı, vicdanımızı kesip atmışız.

Şiddet ve ölüm üzerine bir “benlik” inşa etmişiz. Öldürdükçe, kan içtikçe hayatta kalmaya çalışmışız.

Yaşamayı, yaşatmayı unutmuşuz.

Bu ülkenin 10 nokta bilmem kaç ölçeğinde bir depreme ihtiyacı var. Öyle bir deprem ki ruhlarımızı paramparça edecek bir deprem. Öyle bir deprem ki her tarafı yakıp, yıkacak bir deprem.

İçimizdeki şiddeti, içimizdeki o katil ruhu enkazın altında bir daha çıkmamak üzere toprağın en derinliklerine gömecek bir depreme ihtiyacımız var.

Yazıya başlarken de dediğim gibi bugün yazı yazmak içimden gelmedi. Ben ruhlarımızı paramparça edecek o 10 bilmem kaç üzerindeki depremi bekliyorum. İnsanlığımızı yeniden, sağlam temeller üzerine inşa edeceğimiz o depremi.

Umarım o deprem çok uzaklarda değildir ve umarım o deprem yarından çok önce bu ülkeye gelir.


mbaransu@gmail.com

TARAF