Demokratlar planın parçası mı?

Etyen Mahçupyan

Ergenekon ağının hedefi AKP iktidarını indirecek ve askerî vesayeti yeniden ihya edecek bir darbeyi gerçekleştirmekti.

Cumhuriyet rejiminin 'doğal' mantığını temsil ettiği sürece, söz konusu hedefin ortadan kalkmayacağını tahmin etmek zor değil. Ne var ki lider kadronun tutuklu olduğu ve darbe planının cinayetlere kadar uzanan stratejisinin deşifre edildiği bir ortamda, önceliklerin değişmesini de beklemek lazımdı. Nitekim 'Ulusal Medya 2010' planı post Ergenekon durumu, kayıpların telafi edildiği bir manipülasyon dönemi olarak tasarımlıyor. Amaç Ergenekon davasının itibarsızlaştırılması. Bunu sağlayacak 'bulgu' ise savcıların kasıtlı ve kötü niyetle davranmaları, böylece hukuksal sürecin gayrimeşru ilan edilebilmesi. Mahkemenin buna izin vermemesi, davayı sulandıracak adımlardan uzak durması gerektiği konusunda kamuoyunda geniş bir görüş birliği mevcut. 'Sulandırma' sadece mahkemenin veya savcılığın ne yaptığıyla değil, bizzat kendisine 'demokrat' diyen aktivizm türünün tutumuyla da bağlantılı. Şık'ın kitabı etrafında yaratılan tartışma ve itiraz gösterileri, söz konusu 'demokratların' bilerek veya bilmeyerek post Ergenekon planın parçası haline geldikleri kuşkusunu yaratıyor. Demokrat zemindeki bir itirazın temel kriteri herhalde meşruiyet ve tutarlılık olmalıdır. Sonuçta ilkelere dayanan bir karşı çıkışın, aynı ilkelerden hareket etmesi beklenir.

Ancak 'demokratların' son dönemdeki performansı bu yönde olmadı. Sırayla gidelim: Şık ve Şener'in gözaltına alınma nedenleri, yazdıkları kitabın Ergenekon adlı suç ağının amaçları doğrultusunda ve onlardan alınan bilgi ve belgeler üzerinden yazılmasıydı. 'Demokratlar' ise 'amaca yönelik ilişki içinde olma' meselesini görmezden geldiler ve kitap yazmanın suç olmaması gerektiğinden hareketle iki yazarın suçsuz olduğunu savundular. Kitap yazma ile suç arasındaki alanı irdelemekten kaçındılar. Olaya nesnel yaklaşmaktansa savcılığa niyet atfetmeyi tercih ettiler. Bazı 'demokratlar' post Ergenekon süreci salt bu 'niyet' üzerinden 'analiz' bile edebildi. Bu çarpıtmanın bir adım sonrası daha da vahimdi. Kitap yazmak nihayette bir düşünce özgürlüğü meselesi. Herkes kitap yazabilir ve yazdığı kitabın aynı özgürlük hakkına sahip olması gerekir. Yani kitabın yazılması ile yazarının mesleği arasında özgürlük açısından bir ilinti kurulamaz. Oysa 'demokratlar' Şık ve Şener olayında kitaptan değil, meslekten hareket ettiler. Bir anda olay 'basın özgürlüğüne' dönüştü ve malum 28 Şubat'çı gazetecilerin öncülüğünde yürüyüşler tertiplendi. Acaba niye? Bu kayma iyi niyetli, kendiliğinden ortaya çıkan bir durum muydu? Bana öyle gelmiyor: Düşünce özgürlüğü üzerinden itiraz, rejimi muhatap alıyor ve laik cemaatçiliğin ötesine geçerek ilkesel bir zemine oturuyor. Oysa basın özgürlüğü üzerinden itiraz, AKP'yi hedef alarak cemaatçi bir siyasi zeminde anlam kazanıyor. Görünen o ki 'demokratların' içgüdüsel eğilimleri, elden kaçmış olan siyaseti aktivizm üzerinden sağlamayı daha cazip kılmakta ve bu uğurda ilkelerden uzaklaşmaktan da pek gocunulmuyor.

Derken Zekeriya Beyaz'ın da kitabına el kondu ve söz konusu içgüdüsel eğilim daha da berraklaştı. Çünkü ortada ilkesel açıdan bakıldığında Şık olayıyla apaçık bir paralellik var. Ama tabii ki 'demokratlardan' hiç ses çıkmadı. Anlaşılan şu günlerde onlar kitapların özgür olmasından ziyade, 'bizimkilerin' kurtarılmasıyla ve 'bizimkilerin' gözünde iktidarın gayrimeşru kılınmasıyla ilgililer. Nihayet Şık'ın kitabının internet ortamında yayınlanmasına gelindi. Bu tabii ki olumlu bir gelişme ve genelde kitap yasağına karşı da ilkesel bir tavır. Ne var ki ortada gerçek anlamda bir kitap yasağı veya kitap toplatma uygulaması yok. Savcılık yazılmakta olan bir kitabın olası nüshalarını ele geçirmeye çalışıyor. Amaç bu farklı nüshalardaki içerik ve kenar notları farklılıklarından hareketle, kitabın yazılma sürecinin irdelenmesi. Dolayısıyla 'demokratların' bu aktivizmi laik cemaatçi asabiyeyi ayakta tutmak üzere işlevsel olsa da, yeterli bir muhakeme süzgecinden geçmemiş gözüküyor.

'Demokratların' performansına baktığınızda şu soruyu sormadan edemiyorsunuz: Bu insanlar gerçekten de meseleye bu denli yüzeysel mi bakıyorlar? Sözünü ettikleri ilkeleri fırsatçı bir biçimde kullanmakta olduklarını görmüyorlar mı? Görüyorlarsa bu durumu nasıl içlerine sindiriyorlar? 'Ergenekon davası sulanmasın' derken, kendi tutumlarıyla o davayı sulandırdıklarının farkında olmamaları mümkün mü? Yoksa bunu bilerek mi yapıyorlar?

ZAMAN