Demokratik Özerklik Meselesine Nasıl Yaklaşmalıyız?

SERDAR BÜLENT YILMAZ

Demokratik Toplum Kongresinde tartışmaya açılan Demokratik Özerk Kürdistan Modeli Taslağı, hem Kürt sorununda bundan sonraki süreçte tartışmanın evresini ortaya koyması, hem de Türkiye’de siyasetin ve aydınların böyle bir tartışmaya ne kadar hazır olduğunu göstermesi bakımından calibi dikkattir.

Muhalefet ve ulusalcılar tartışmaya çok sert başlarken başbakanın bir süre sessiz kalması dahi eleştiri konusu yapıldı. Başbakan ise MGK muhtırası eşliğinde girdiği tartışmada bildik “tek-tek”çi devlet kutsallarını saymaktan öteye geçemedi. Giderek devletleşen AK Parti için bu tavır belki de devletleşme eğiliminin en zirve noktasıydı.

BDP’nin bir amacı da bu muydu bilinmez ancak, bu tartışmayla AK Partinin sağcı ve oldukça sevimsiz yüzünün karikatürize edilerek öne çıkarıldığı ve Kürtler açısından itibarının iyice zedelenmesine yol açıldığı söylenebilir.

Öte yandan hükümetin, MGK bildirisiyle tahkim ettiği tek dil, tek vatan, tek devlet, tek millet, tek bayrak şeklindeki kırmızıçizgilerinden sonra hala açılımın süreceğini söylemesi, seçim yatırımı ve umut istismarından başka ne olabilir?

Belki de muhtıra yayınlamak yerine, bu konuda nasıl bir model öngördüğünü ortaya koymalıydı. En azından eski cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in vetosuna takılan Kamu Yönetimi Reformunu tekrar tartışmaya açabilirdi. Ne de olsa o gün o yasayı hazırlayan hükümetin iki numaralı adamı bugün Sezer’in yerine cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturuyor.

Demokratik özerklik taslağı, silah bırakmış bir PKK için bir iktidar modelini öngörüyor. Katı ideolojik, Kemalizmi ve Türk egemenlik sistemini tersinden üreten, ulusçu, Stanilist ve de toplumcu anarşist bir model. Bu yönüyle Kürdistan sosyolojisini yeniden şekillendirecek toplum mühendisliği ve reorganizasyon projesi. Dolayısıyla Kürt halkının ortak iradesini yansıtmıyor. (Demokratik özerkliğin detaylı iki eleştirisi için Haksöz dergisi Ocak 2011 sayısındaki yazımızla, Fırat Toprak’ın www.islahhaber.com sitesindeki ilgili yazısına bakılabilir.)

Elbette bunun böyle olması tartışılması önünde bir engel değil. Kaldı ki eğer tartışmaya açılmış tek bir model önerisi varsa onu tartışırsınız. Alternatif modeller sunamayanların, bir de mevcut modelin tartışılmasına karşı çıkması ahlaki değil. Gerek hükümet çevreleri, gerekse de diğer kesimlerin tartışmaya karşı çıkmak yerine kendi modellerini üretip tartışmaya açmaları daha doğru değil midir?

Söz konusu durum İslami kesim için de geçerli. Şimdilerde, bizim mahallede demokratik özerklik konusunda iki yaklaşım göze çarpıyor; ya hiç analize girmeden sırf BDP çevresinden geldiği için red (bunun ayrıca birçok alt metni var), ya da alternatif sunulamıyorsa müesses nizamla anılmamak için kabul. Oysa bu kolaycı yaklaşımlar yerine kendi modelimizi üretmeliyiz.

Bir “model” üretmeğe çalışmak niçin önemlidir? Çünkü bu toplum artık bizim soyut yaklaşımlarımızın ötesinde somut önerilerimizi bilmek istiyor. Bizler bir model üretmedikçe, salt başkalarının modellerini tartışmak zorunda kalacak, verili gündemin angajmanından kurtulamayacağız. Toplum da bizden giderek uzaklaşacak.

Doğrusu, gelişmeleri uzaktan seyretmek bize sadece zaman kaybettiriyor. Tartışmaya taraf olmayarak “temiz” kaldığını düşünmek bizi gelişmelerin nesnesi kılıyor. Oysa Türkiye toplumu bugün İslami kesimin Kürt sorunuyla ilgili önerilerini, modellerini tartışıyor olmalıydı.

Bugünden yarına bir proje üretmek zor olsa da, usulümüzün parametreleri tartışılabilir, adalet, ehliyet, hakkaniyet, eşitlik, şura, (hakiki anlamıyla) millet,  kavim gibi kavramların oluşturacağı bir çerçeve içinde model tartışmasına girilebilir, oradan somut öneriler üretilebilir hatta sonrasında bu bir modele dönüştürülebilir. Bu çalışmaların iki yüzü olacaktır:

Birincisi; toplumsal şahitliğimiz gereği bir zulmü ortadan kaldıracak talepler ve öneriler geliştirme,

İkincisi; topluma İslam’ın temel ilkelerinden mülhem bütünlüklü bir İslami çözüm modeli sunabilme.

Artık vakit kaybetmeden “İslam çözer!” noktasından “İslam şu modelle çözer!” aşamasına geçmemiz gerekir. Yoksa ne inandırıcılığımız ne de tutarlılığımız kalır.

Bu Makale Özgün Duruş Gazetesi 70.sayısında da yayınlanmıştır