Sadece Kemalistlerin değil içlerinde ulusolculardan liberallere değin hemen bütün seküler-laik kesimlerin en önemli argümanıdır modern Türkiye’yle İsrail’in orta doğudaki müstesna yeri. Bu klişe söyleme göre Türkiye ve İsrail, dinci ve gerici sembolleriyle bataklık olarak nitelenen orta doğuda ilerici, aydınlanmış, demokratik ve de model olma hakkı kazanmış şanslı iki ülke ve toplumdur.
‘Orta Doğu bataklığı’ Arap ve Müslüman coğrafyanın temsil ettiği bütün değerleri aşağılamanın, ondan nefret etmenin ve olabildiğince uzak durmanın kod adıdır. Bu kod uzun yıllar boyunca siyasetten diplomasiye, askeri anlaşmalardan eğitime kadar hemen her alanda Arap ve Müslüman unsurlara karşı ne kadar büyüklük kompleksi aşıladıysa İsrail ve Siyonist harekete karşı da bir o kadar aşağılık kompleksi, özenti ve işbirliği ruhu aşılamıştır.
Demokratik Siyonist İşgal
Filistin toprakları üzerindeki Siyonist İsrail işgali başından bugüne Kemalist Cumhuriyet perspektifi nasıl takdim etmişti: Türkleri arkadan vuran hain Araplar hassaten Filistinliler daha beterini hak ettiler aslında. 28 Şubat sürecinde bu kompleksli söylem Türkiye-İsrail Stratejik Ortaklık anlaşmasıyla hem teorik hem de pratik sahada zirve yapmış oldu. Ancak 3 Kasım 2002 seçimleriyle birlikte iktidara gelen AK Parti Hükümetleri döneminde Filistin’de Siyonist işgali derinleştiren her İsrail saldırganlığı için Türkiye’de mazeret ve meşruiyet üreten mekanizmalar zayıflama sürecine girdi.
İsrail saldırganlığını savunma işini daha çok İslamcı Hamas düşmanlığı, ulusal çıkarlar, ABD ve NATO’yu kızdırmamak, uluslararası toplumdan kopmamak gibi mazeretler üzerinden icra eden kurum ve aktörler artık eskisi kadar rahat değiller. İsrail’in işlediği her bir cinayet, giriştiği her bir katliam ve bu vesileyle ortalığa saçılan vahşet tabloları siyasal ve toplumsal hayatta derin yaralar açtıkça devlet sınıfları açısından İsrail adına, Filistin direnişi aleyhine konuşmak her geçen gün zorlaşır oldu.
İsrail merkezli dili, Siyonizme endekslenmiş söylem ve ilişki biçimini laik-Kemalist rejimin bekası olarak görenler, Hamas’ın ekarte edilmesini AK Parti hükümetinin düşürülmesinde bir aşama addedenler şu sıralar gönüllerinden geçeni yazamıyor ve yapamıyorlar. İsrail’in en barbarca saldırıları, en vahşi yıkımları neredeyse an be an canlı yayınlar aracılığıyla akarken ekranlara kadim İsrail dostları ‘ulusal çıkarlar türküsü’ söylemeye güç yetiremiyorlar çünkü fazlasıyla çaresizler.
Vahşeti şu sıralar savunamıyorlar, Filistin halkını küçük düşürecek söylem üretmeye cüret edemiyorlar ama İsrail’in işgalci, ırkçı, katliamcı kimliğine dair de esaslı bir söz söyleyemiyorlar. Evet, İsrail’in katliamları hala ‘operasyon’ olarak zikrediliyor ve kamuoyuna zayıf da olsa ‘kendini savunma’ hakkı olarak lanse ediliyor.
Neden İsrail’in gayrı meşru bir işgal varlığı olduğu yönünde yüksek sesle konuşulamıyor? Niçin İsrail işgal ve katliamlara teşvik eden Siyonizm adındaki resmi ideolojisiyle birlikte yargılanmıyor? Hangi gerekçeyle Filistin halkının işgal ve katliamlara karşı en meşru ve hayati hakkı olan silahlanma ve silahlı mücadele verme hakkı esirgeniyor, hor görülüyor?
İşin aslı, esası şudur: Türkiye’deki iktidar sınıfları açısından “demokratik İsrail, aydınlanmacı ve ilerlemeci Siyonizm” masalı halen revaçta olduğu içindir ki tıpkı ABD ve AB gibi İsrail’in var olma hakkına gölge düşürecek hiç bir soru ve sorgulamaya müsaade edilmemektedir. Kemalist, ulusolcu ve kimi liberal siyasi çevreler açısından İsrail işgalci apartheid rejimi değil, hep korkulan, uzak durulan ve nefret edilen orta doğu bataklığını kurutmaya ayarlanmış zaruri bir mekanizmadır.
İsrail’i Kınayamayan Siyaset
Gazze yakılıp yıkılıyor. Siyonist İsrail Moğolları aratmıyor. Ancak hiç de şaşırtıcı olmayan bir biçimde ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve BM, İsrail’in katliamlarına sahip çıkma ve Hamas’ı kınama yarışındalar. Fransa’da İsrail karşıtı protestolar yasaklanıyor, protesto edenler hakkında tutuklama kararları çıkarılıyor. Devletler İsrail’e angaje politik tutumlar almış olmasına rağmen yaygın ve kitlesel protestolar hiç eksik olmuyor.
İsrail karşıtlığının en güçlü olduğu ülkelerden birisi de hiç şüphesiz Türkiye’dir. Ancak bu noktada şunu sormak durumundayız: Türkiye’de sokaklara, meydanlara yansıyan protesto gösterileri mevcut potansiyelimizin çok altında değil mi? Kim ne derse desin Türkiye’deki İslami mücadelenin mevcut kazanımları gerek söylem düzeyinde gerekse eylem ve yardım kampanyaları düzeyinde daha nitelikli bir örneklik koymaya imkân veriyordu. Neden daha iyisini başaramadık?
Heavy Metal grubunun geçen hafta Kuruçeşme’de verdiği konsere 30 binden fazla insanın adeta sel gibi akıp coştuğu bir iklimde şu hususa dikkat etmeliyiz: Siyasal, sosyal, iktisadi vd. açılardan hemen her alanda ciddi avantajlarımızın olduğu bir vasatta daha güçlü eylem ve etkinlikler yapmaktan bizi alıkoyan nedir? Tembellik mi, rehavet mi, tüketim kültürü mü, bireycilik ve bencilleş mi yoksa sorumluluklarımızı bir taraftan Başbakan Erdoğan’ın omuzlarına atıp diğer taraftan sadece sözlü duayla iktifa etme zaafı mı?