İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın açıklamaları derin, dengeli ve sorumlu bir aklın devrede olduğunu gösteriyor. Sorunun tarafı olarak devlet, bütün kurumları ile ayağa kalkıyor ve sahnedeki yerini alıyor.
Bu açıklamanın bize gösterdiği iki nokta çok önemli. Birincisi devlet kurumları arasında bir koordinasyonun ve buna dayalı bir mutabakatın mevcudiyeti. Devlet kendi içinde müzakere etmiş ve bir politika üzerinde uzlaşmış. İşin en zor olan kısmı aşılmış. Yaklaşık üç yıldır bugüne kadar takip edilen "terörle mücadele" stratejisine yönelik özeleştirilerde bulunan komutanlar, devlet içindeki ağırlık merkezinin değiştiğini zaten göstermişti. MİT'in başında, devletin en birikimli, en geniş ufuklu Kürt sorunu uzmanının yer alması, mutabakatın içeriği hakkında da fikir veriyor. Siyasî iradeyi temsilen hükümet, devlet içindeki uzlaşmanın icra gücü olarak devreye giriyor.
İkinci önemli nokta, İçişleri Bakanı'nın özenle vurguladığı üzere "demokratik açılım"ın bir müzakere süreci olarak başlatılması. Beşir Atalay fikir sahibi herkesin, en başta da toplumu temsil eden siyasî partilerin bu sürece dahil edileceğini açıkladı. Kürt sorununu çözmeye yönelik adımlara "demokratik açılım" adının verilmesi, bu müzakereci perspektife uygun. Demokrasi halkın iradesini hakim kılan yönetim sistemi. Kalabalıkların iradesini egemen kılmak için bir yığın usul ve yönteme ihtiyaç var. Demokrasi bu yüzden öncelikli olarak bir usul ve üslûp meselesi. Varacağınız yerden önce oraya nasıl vardığınız önemli. İçişleri Bakanı, "daha fazla hak ve özgürlük"ün çözülemez sanılan sorunları çözdüğünü söylüyor. O zaman "demokratik açılım"ın içeriği de belli: Kürt sorunu için demokrasi standartlarının yükseltilmesi. Devlet, Kürt sorununu daha fazla hak ve özgürlükle çözmeye çalışıyor.
İçişleri Bakanı'nın basın toplantısı, çözüm yolunda umutla umutsuzluk arasında tereddüt geçirenlere bütünüyle pozitif bir motivasyon aşılamış olmalı. Cumhurbaşkanı'nın geliştirdiği inisiyatif bir dönüm noktası oldu.
Karşımızda duran tablo herkesi sorumlu ve dikkatli olmaya zorluyor. MHP liderinin "madem öyle, terör örgütünün belini kır, kökünü kazı" söyleminin MHP tabanında bile hiçbir karşılığı olmayacak. İçişleri Bakanı yeni bir başlangıçtan, geçmişe sünger çekmekten bahsediyor. "Terör örgütünü yok etme" formüllerinin, yeni "şehit cenazeleri" davetiyesi dışında hiçbir anlamı yok. Kürtler bu ülkede kendilerini eşit ve onurlu vatandaşlar olarak hissedecek. "Daha çok Türk olmak" Kürtler için "daha çok Kürt olmak" anlamına geliyor. Etnik kimliklerin ve "Küçük Türkiye milliyetçiliği"nin dar sınırlarının dışına çıkmak lâzım. "Daha çok Türk olmak" Kürtlerin Anayasa'da yer alma taleplerine meşruiyet kazandırmaktan başka bir anlam taşımıyor. İmparatorluk varisi bir toplum kendisini "bölücü ve ayrıştırıcı türden bir Türk milliyetçiliği"nin dar kalıplarına hapsedemez.
Hava artık bütünüyle olumlu. Önümüzde duran sorunun iki farklı veçhesi olduğunu unutmayalım. Demokrasi ve hukuk ile aşılacak Kürt sorunu ve devletin pratik aklı ile çözülecek bir PKK sorunu. Bütün taraflarda olgun ve sorumlu bir hava var. Şiddetin kendi kendini tükettiği yerdeyiz. Denemediğimizi deniyoruz. Demokrasi hem sorunu çözüyor hem de hepimizi olgunlaştırıyor, daha akıllı ve sorumlu kılıyor. Aysel Tuğluk'un özeleştirilerini, demokrasinin yükselttiği ve çoğullaştırdığı akıl ve sorumluluk duygusunun bir tezahürü olarak görmek lâzım. MHP'den biri çıksa ve dağda ölen PKK'lılar için "onlar da bizim vatandaşımızdı, devlete başkaldırmışlardı, ama öldükten sonra sadece yine bizim vatandaşlarımızın kayıp evlatları idiler" dese ne olur?
Kürt sorunu bir Türkiye sorunu. Bu sorun Türkiye'nin bugüne kadar canını yaktı. Ağır bedellere mal oldu. Ama çözersek Türkiye çok ağır bir yükten kurtulmakla kalmayacak, kanatlanıp uçacak. Kürt sorununu demokratik açılım ile çözebilen bir Türkiye'nin sırtını hiçbir güç yere getiremez.
İçişleri Bakanı, dün içeriğe dair bir şey söylemedi; ama çok şey söyledi. En önemlisi devletin doğru üslubu yakaladığını gösterdi.
ZAMAN