Doğrusu ya, gazetelerinde bangır bangır 'Haydi Kızlar Okula' kampanyaları düzenleyip sosyal sorumluluk projeleri tertip etmekte, 'duyarlı' profil vermek konusunda bayrak elde en ön saflarda koşmakta pek bir heveskar görünenlerin, kararın ardından en azından susacaklarını, gizli mutluluklarını gün boyunca içlerinde tutup, en kötü ihtimalle gidip evlerinde 'yuppiii kazandık' şeklinde havalara uçma, hızını alamayınca amuda kalkma ayinleri düzenleyeceklerini sanmıştım.
Yanılmışım, Anayasa Mahkemesi'nin 'başörtüsünü üniversiteden tecrit eden kararına' açıktan açığa tezahürat yapmaktan imtina etmeyenler de aynı kişiler, 'haydi kızlar okula' başlıklı trekking soslu fetih gezilerine çıkanlar: "Kadınlar okusun, cahil kalmasın" diye diye Doğu'ya 'kurtarma' seferleri düzenleyip, kızlar okula gitsin diye babaları ikna turlarına çıkanlar.
"Bu ne alkışlanası tutum, bu ne lahana turşusu" demeyin, aynı iyi yetişmiş, iyi eğitim almış, hayatlarına modernliğin ve kentliliğin temsilleriyle anlam katmış Batılı ve Batıcılar, halkın seçimleriyle yüzyüze geldiklerinde, şeytan görüp haçına sarılan Hristiyanlar gibi, laikliğin ve Cumhuriyet kazanımlarının kutsiyetine sığınıp, soluğu elit bürokrasinin "halk kovma" seanslarında alırlar. Sözümona batılılıklarının, Batı'nın demokrasi algısı hilafına sürmesi gereğinden kelli, laikliği dinin, demokrasiyi Cumhuriyet'in karşısına koymakta hiçbir beis görmezler. Sırf İslami kesim Avrupa'ya yöneldi diye, onlarla aynı kefede bulunmaktansa AB hedefinden bile cayar, ulusalcı olur çıkarlar.
Sonra da toplumla cebelleşmeyi kronikleştirmiş zevatın yapıp ettiklerini geç kalmış bir tarifle 'bu bir savaş ilanı..' adlandırmış insanlara etmediklerini bırakmazlar. Hayat tarzım diye diye kendileri gibi olmayanların hayatını cehenneme çevirmeye ahdetmiş tiplemeler, Anayasa Mahkemesi kararını 'İslamcıların niyetini açığa çıkarıcı' turnusola bile dönüştürmeyi başardı işte: "Hani demokrattınız, neden öfkeleniyorsunuz."
Doğrusu, demokrat olma yolunun; mukaddes mahkemenin kurallarını, ayrımcılıktan, eğitim hakkını engellemekten ibaret olsa bile sessizce sineye çekmekten geçtiğini ilk kez kendilerinden öğrendik. Aynı demokratlığın; sırf bazı eksik akılları, hastalıklı dimağları vehimler sardı diye, birebir yaşadığımız gerçeklik olan bir insan hakkı ihlallerine sonsuza dek tahammül etmek gerektiğini öngördüğünü de. En babasından demokratik hak diye bildiğimiz, tepki duymanın, sesini çıkarmanın da, seçkin literatüründe 'rejim düşmanlığı' anlamına geldiğini de…
Henüz daha 'işine gelen darbeyi onaylama, övme, sevme' ilkelliğinden kurtulamamışken; haksız bir karara itiraz edenlerin demokrasi algısını niyet tartısına bindirip bindirip indirmeyi demokrasi sayanları tebrik edelim; hiper demokrasi anlayışlarına bir alkış alalım; bürokratik ayrıcalıklarının devamı ve yetki-makamları bırakmak istememe dirençlerine şapka çıkaralım, "ben demokrasiye demokrasi demem, demokrasi beni kayırmayınca" mottolarına hayatta bol başarılar dileyelim, ama meseleyi de koyalım ve soralım:
"Ya Meclis seçimleri 20 yılda bir yapma kararı alırsa, onu da onaylayacak mıyız?" evhamının, hukukun temel prensiplerini alaşağı etmesi bir yana, kararın hemen ardından ekranlardan yüzümüze patlayan; "Başı açık okula göndermem, Kur'an kursuna gidecek, dinini, diyanetini öğrenecek" diyen babalar, "Yurtdışına gidemeyeceğime göre, artık okul ümidim bitti" diyen kızlar karşısında bir hükmü kalır mı? Faraziyeler, insanların hayatını kaydırmaya yeter delil teşkil eder mi?
Anayasa Mahkemesi'nin kararını "bir savaş ilanı" olarak tarif edenleri kendine demokrat olmakla suçluyor 'savaş kışkırtıcılığıyla' damgalıyorlar, tarihinin en büyük ayrımcılığını yapmış Anayasa Mahkemesi'ne ise "haklıdır", "hele halka karşı açılmış bir savaş mı bu, asla" diyesiler.
Pekala, farklılıklardan ve kontrastlardan ille de zıtlık, ille de düşmanlık, kin ve nefret doğmasını umanlar, ummak bir yana doğması için elinden geleni ardına koymayanlar; Türkiye'de yaşayan kadınların kahir ekseriyetinin yüzüne, "laiklik karşıtı-rejim düşmanı" suçunu yapıştırıp okul kapılarını kapatanlar, kurtarılmış kalelerine çıkıp, dindarlığından yahut muhafazakarlığından nefret ettiği kitleleri, "ne yaparsanız yapın, yönetim katına asla çıkamazsınız" sopasıyla kovalayanlar savaş ilan etmiş olmuyor da; birisi çıkıp "kral çıplak-yahu bu düpedüz savaş ilanı" dediğinde mi savaş kışkırtıcısı oluyor?
Bu ülkenin geleceğine dair umudu bitenlerin, adalet duygusu onulmaz yaralar alanların, hukuka da, hakkaniyete de, vicdana da inancı bitenlerin bunca katlana katlana çoğaldığı böylesi bir fikri sath-ı mailde, en azından susacaklarını sanmıştım, yanılmışım. Demokrasi tartısının başına geçmiş despotlar olarak, hala geleni geçeni denetliyorlar.
Kendi kimliğiyle üniversite eğitimi almaktan öte bir isteği bulunmayan örtülü kadınlara, devletten dini pratik icrasından öte bir talebi olmayan kesimlere bile bu kadar kolay suç isnat edilebiliyorsa, bu kadar rahat 'Cumhuriyet karşıtı' haline getirilip 'ötekileştirilebiliyorsa'; bu insanlara BOP'a ekli komplo teorilerinin aktörleri olmakla suçlanacak kadar kötücül bakılabiliyorsa, 'ne yaparsan yap din düşmanları seni asla kabullenmeyecek' diyen aşırı dini eğilimler, haklı çıktı demektir.
Gerisine belediye bakar artık.
Yeni Şafak gazetesi