Demokrat aydınlar ve partiler

Mümtazer Türköne

Oral Çalışlar'ı bir insan ve bir aydın olarak ayrı ayrı seviyorum. Türkiye'nin sorunlarına, gündemlerine insanî endişelerle ve insanî olan her şeye karşı sorumluluk duyarak yaklaşıyor.

Kırıp dökmemeye, tersine onarmaya çalışıyor. İdeolojilerin, siyasî kutupların arasında tükettiği ve kendince önemli dersler çıkarttığı uzun bir hayatın birikimini sunuyor okuyucuya. Radikal'deki köşesinde yayımladığı "Demokrat aydınlarla AKP arasındaki ilişki" yazısı bu birikimin hülasalarından biri. Çalışlar bu yazı ile bir tartışma başlattı ve kendisi de bu yazıdaki tezlerini yeni bir yazı (AK Parti ve demokrasi ilişkisi) ile biraz daha geliştirdi.

Çalışlar, AK Parti ile "demokrat aydınlar" arasında biraz kekremsi hale gelen ilişkiyi sorguluyor. Tezi şu: "Türkiye "cemaatçi" topluluklardan oluşuyor. Herkes kendi cemaatine demokrasi istiyor, kendi cemaatinin egemen olduğu bir sistemde yaşamak istiyor..." Bu tez, "demokrat aydınlar" ile AK Parti arasındaki ilişkinin neden giderek sorunlu hale geldiğine dair. Acaba doğru mu?

Önce bu "demokrat aydın" nitelemesine bir açıklık getirmek lâzım. Kim bunlar? Aslında evrensel ölçülerde "liberal" olan kalem ehli. Hukukun üstünlüğü içinde özgürlükleri ve temel insan haklarını ortak payda olarak benimseyen aydınlar. "Demokrat" lafı, çoğu eski Marksist olan bu aydınlar için alışkanlık sonucu kullanılıyor. Çalışlar bu aydınların sayısının "topu-topu 40-50" kişi olduğunu söylerken hiç de azımsanmayacak bir sayı verdiğinin galiba farkında değil. Aydın dediğimiz kişi biraz da duygularını, eğilimlerini söze ve bir kalıba dökemeyen kitlelere tercüman olduğuna göre bu sayı oldukça fazla. Tereddüte yer vermemek için isim de verebiliriz. Tek başına pervasızca büyük bir yükü omuzlayan Ahmet Altan başta olmak üzere Altan kardeşlerle başlayıp Eser Karakaş, Şahin Alpay, Cengiz Çandar'la devam edecek uzun bir liste. Tabii Oral Çalışlar'ı da bu listeye eklemek lâzım.

Çalışlar, bu aydınların bürokratik-militarist statükoya karşı liberal değerleri eksen alarak verdikleri mücadelede yollarının AK Parti ile kesiştiğini ve bu aydınların özellikle AB sürecinde hükümetin giriştiği reformlara destek verdiklerini söylüyor. "AK Parti'nin statüko ile hesaplaşması ve demokratikleşme yolunda adımlar atmasını" doğrudan statükoya karşı savunmuş oluyorlar. Çalışlar şöyle devam ediyor: "Yoksa aydınlar AKP'nin demokratik bir gelenekten gelmediğini de biliyorlardı. Ancak bu partinin dayandığı geleneğin geçmiş darbelerden zarar görmesini, toplumun değişik çevrelerinde oluşan değişim isteğiyle örtüşen siyasetler savunmasını da bir imkân olarak gördüler." Ortak payda da "insan hakları, parlamenter rejimin askerî darbelere karşı savunulması, Avrupa Birliği yolunda kararlı adımlar atılması, düşünce ve örgütlenme özgürlüğüydü. Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu, azınlık hakları gibi konulardaki siyasetlerdi."

Çalışlar, bugün gelinen nokta için oldukça dikkatli bir dil kullanıyor. "AKP'nin devletleştirilmesi tehlikesi"nden bahsediyor. Kürt sorunu karşısında "istemeyen gider" üslûbunu, eleştirilerin sebebi olarak gösteriyor.

Çalışlar'ın, muhabbet sofralarında çok konuşulan bu konuyu köşesine taşımasını faydalı buldum. Aydınların en vazgeçilmez görevi eleştirmek. Yanlış giden şeyleri göstermek. Üstelik Çalışlar'ın yazısı başta AK Parti olmak üzere "partilerin demokratlığı" ile "aydınların demokratlığı" arasında kurulacak bir ilişki üzerinden bir demokrasi sorgulamasına da imkân sağlıyor.

Öncelikle "AK Parti demokrat değil" ve "herkes kendi cemaatine demokrasi istiyor" tezlerini sorgulamamız lâzım.

Bir parti, -sadece AK Parti değil, CHP ve MHP de dahil- nasıl kendisini var eden demokrasiden yana olamaz? Özgürlükleri her türlü iktidara karşı savunmak zorunda olan aydınlar, nasıl demokrasinin yani, halkın kararına teslim olurlar? "AK Parti demokrat değil diyen demokrat aydın" nitelemesinde bir sorun yok mu?

Bu sorulara ancak yarın cevap verebileceğiz.

ZAMAN