Demokrasi vurgusu: Bir kere daha

Ahmet Taşgetiren

Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, 14 Nisan'dan sonra ikinci iletişim toplantısını yaptı.

2 saat 45 dakikalık bir toplantı oldu bu.

Kamuoyundaki birçok soruya cevap verildi.

Ama, söze başlarken de bitirirken de tekrar tekrar vurgulanan husus, "TSK'nın demokrasiye bağlılığı, yasalara saygısı, açıklığı ve bu konuda kendine duyduğu güven" oldu.

Org. Başbuğ, bunun yanında, "Türkiye'nin büyüklüğü konusunda kimsenin şüphe duymaması"na özel vurgu yaptı. Bunu Obama'nın güvenlik danışmanı ve ABD Genelkurmay Başkanı ile yaptığı 4 saatlik  görüşme hakkında bilgi verirken ifade etti. Şu sözler Başbuğ'a ait:

"Türkiye illa kendisinden bir şey istenecek bir ülke midir? Hep öyle sunuluyor. Büyüklüğümüzün biz farkında değiliz. Gelenler, bir şey istemek için değil, 'Türkiye bu konuda ne düşünüyor, bu konunun çözümüne nasıl katkıda bulunur?' bununla ilgili bilgi almak için geliyor." 

Başbuğ, kendi sunumunda öncelikle "bulunan silahlar" konusuna temas etti. Bu konunun TSK'ya mal edilmesinden rahatsızlık duyduğu anlaşılıyor. "Silah ordunun namusudur" sözü etrafında yaptığı açıklamada, silahların TSK stoklarıyla alakası bulunmadığını, nereye ait olduğunun ise, savcılıklar tarafından ortaya çıkarılması gerektiğini bildirdi. Başbuğ'a göre mühimmat konusu daha sorunlu ve o alanlardaki sorunları çözmek için çaba sarfediliyor.

Başbuğ'un açıklamalarına göre Poyrazköy'deki arazi, 2. derecede askeri bölge ve bakanlıktan izin alınması halinde siviller girebilir, iskan söz konusu olabilir. Başbuğ'un bu cevabı, Dalan'ın "Giremedik" tarzındaki açıklamalarıyla farklılık arzediyor.

Başbuğ'un açıklamalarının önemli bir bölümü, Ergenekon davası ile ilgili oldu. Başbuğ, öncelikle davanın "Ergenekon" gibi özel bir isimle anılmasına karşı çıktı. Her fırsatta olduğu gibi bu konuda da "TSK'nın demokrasiye saygısı"na, "hukuka sonuna kadar güvenilmesi" ve "devam eden yargı süreci"ne sık sık vurgu yapmış olmasına rağmen, yargının bağımsızlığını, tarafsızlığını hatırlattı, soruşturmanın gizliliği, sanıkların suçu sabit görülünceye kadar suçsuz kabul edilmesi gerektiği konularında titizlik gösterilmediği, bu konuda özellikle medyanın tutumunun sorunlu olduğu görüşünü belirtti.

Bununla bağlantılı olarak, Ergenekon sanığı askeri zevatın GATA'ya sevkini değerlendirirken, öfkeli idi. Bu zevatın ne GATA'ya sevkinde, ne de tedavi sürecinde TSK'nın hiçbir etkisinin bulunmadığının altını çizdi. Bu iddiaları "yalan, iftira, ahlaksızlık" diye niteledi. 

Başbuğ'un konuşmasında medya eleştirisi de dikkat çekti. Mesela Poyrazköy'deki silahların bir TV kanalında 50 dakika süreyle ve aynı görüntüleri 10 defa tekrarlayarak gösterildiğini söyleyerek "Bu haber midir?" sorusunu sordu.

Başbuğ, medyaya düşen ses bantlarından da rahatsızdı.

Başbuğ, darbe günlükleri ve TSK bünyesinde bunun uzantıları var mı şeklindeki soruya "Bu kelimelerin burada telaffuz edilmesi bile bizi rahatsız eder" cümleleriyle cevapladı. Ellerinde Özden Örnek'le ilgili herhangi bir bilgi bulunmadığını söyledi. Ama Başbuğ, Hilmi Özkök'ün ifade vermesi ile ilgili soruyu cevaplandırırken, Savcılığın, 2. İddianamede darbe davasını tefrik ettiğini, dolayısıyla darbe konusunun soruşturulmakta olduğunun anlaşılması gerektiğini belirtti. 

Başbuğ'un değerlendirmesinde ilginç bir başka husus, "TSK'nın Ergenekon soruşturma sürecine destek verdiği" yolundaki medya değerlendirmelerine verdiği tepki oldu. "Türkiye bir hukuk devletiyse destek vermek veya vermemeyi düşünmek ayıp" sözü ona ait. "Yasalara göre bazı soruşturmalara müsaade etmeme hakkımız yok" sözü de ona ait. Başbuğ'un bu yaklaşımı, muhtemelen, askeri cenahtaki kaygıları telafi etmeye yönelik oldu.

Başbuğ, terörle mücadele değerlendirmelerinde "Terör örgütü ile arasına mesafe koyuncaya kadar DTP'ye yönelik ambargonun süreceğini" söyledi. Bunu ifade ederken, "Ne TBMM'yi ne de siyasi partileri protesto gibi bir durumumuz olmaz" notunu da düştü. Pervin Buldan'ın, "Seçimlerde Kürdistan'ın sınırı çizildi" sözüne nasıl baktığı şeklindeki bir soruya "Keşke o sözü burada tekrarlamasaydınız" karşılığını verdi. Başbuğ'a göre, dağdaki teröristi indirme konusunda daha, anlaşılabilir bir dil üretilmeli ve aileler, STK'lar, barolar devreye sokulmalı. Başbuğ, "1984 yılından beri terör örgütünün tasfiyesi için bu yıl önemli bir fırsat yakaladık, bu yıl sonuç almalıyız"  görüşünü seslendirdi.

Başbuğ, "cemaat" konusunun MGK'da, hükümetle ilişkilerde konu edilip edilmediği şeklindeki soruyu, sadece, Harp Akademileri'ndeki sözlerine atıfta bulunarak cevapladı. Sanki cevaplamaktan kaçındığı bir konu izlenimi verdi.

Başbuğ'un Cihan Haber Ajansı muhabirini dağda bırakan helikopterle ilgili konuyu bizzat kendisi açtı. O konudaki yayınlardan çok rahatsız olduğunu söyledi. Muhabirin dağda bırakıldığını, ancak o sırada sıcaklığın 13 derece olduğunu ve 300 kadar kişi bulunduğunu söyleyerek savundu. "Bize ulaşan bilgi bu, dedi. Başka bilgi varsa araştırırız, dedi. Biz teröristi bile helikopterle taşıyoruz, bir insanı dağda bırakmayız, bu Türk askerine yakışmaz" dedi. Ses tonu yüksekti, ama ortada, dağdan indirilen DHA muhabirine karşılık, dağda bırakılan ve akreditasyon ambargosu uygulanan bir yayın grubunun muhabiri vardı. Üstelik orada, helikopter sorumlusu subayla, dağda bırakılan muhabir arasında geçen sözler vardı. Başbuğ'un konuşmasında ben en sorunlu ifadeler olarak bu helikopter açıklamasını gördüm. 

Ben ayrıca, Başbuğ'un konuşmasında "Türkiye - Suriye ortak tatbikatına İsrail'in gösterdiği tepki bizi ilgilendirmez" cümlesini de not ettim.

Son söz: Sivil, demokratik bir sistem bünyesinde, bir genelkurmay başkanı bu kadar sık, bu kadar çeşitli konuda konuşmalı mı, sorusunu hep soracağız. Ama ben, Başbuğ'un kamuoyunda oluşan kanaatleri önemsemesini ve "ikna çabası" içinde olmasını, gene demokratik bir zihniyet açılımı olarak faydalı görüyorum. 

BUGÜN