Öyle anlaşılıyor ki, bu tartışma daha uzun bir süre devam edecek..
Önce “Yumurtayı hangi ucundan kıracağız” ona bir bakmamız gerek.. Politik açıdan mı bakacağız konuya, teolojik mi? Bu olaylara batı penceresinden mi, doğu penceresinden mi bakacağız, ya da konjonktürel bir bakış olabilir mi? 28 Şubat’ı konuşuyoruz bu günlerde.. 28 Şubat’lardan kurtulmak için anayasa değişikliğine geliyor laf dönüp dolaşıp. Burada da merkeziyetçilik, ademi merkeziyetçilik, özgürlükler, demokrasi ve hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, devletle dini kurumların ilişkisine geliyor söz.
İslami kesimin talepleri, Kürtlerin talepleri, demokratik talepler üç ana gündem maddesi özetle.
28 Şubat’ın yıldönümünde acılarla birlikte bir bilinç yenilenmesi söz konusu.
Her yerde 28 Şubat konuşuluyor bu günlerde.. Bu çok önemli.
Darbelere ve darbecilere karşı giderek büyüyen bir öfke söz konusu..
Aslında tartışılacak o kadar çok şey var ki. Geçtiğimiz günlerde Davutoğlu’nun bir sözü hayli tartışılmıştı..
Mutlak, değişmeyen bir hakikatin mi peşindeyiz, yoksa bir siyasetin meşrulaştırılması, medeniyetler arası çatışma ve önyargılardan beslenen fobilerin giderilmesi için bir takrib ve tedrici bir sürecin örgütlenmesinden mi söz ediyoruz?
“Her kafadan bir ses çıkıyor” gibi gözükse de, sanki insanlar kamplara ayrılmış, farklı vadilerde dolaşıyor, farklı korkular ve farklı umutlar dile getiriyormuş gibi gözükse de, farklı bir açıdan bakıldığında, aslında herkesin farklı farklı dillerde aynı şarkıyı söylemeye çalıştığı, ama sözlerini hatırlamakta güçlük çektiği, Babil sürgününden dönen insanların dillerinin karıştığında yaşadıkları bilişim kabızlığı gibi bir sorun yaşandığını görmek de mümkün..
Önyargılarımız, zihni haritamız, politik kaygılarımız, geçmişe dair şablonlarımız, geleceğe dair beklentilerimiz, bugün içinde bulunduğumuz şartlar, önyargılar, hepsi üst üste gelince işler karışıyor gibi sanki..
Keşke birbirimize cevap vermeden önce, birbirimizi anlamaya çalışsak.
Davutoğlu diyor ki : “Kur’an’ın en temel değeri insan onurudur. Demokrasinin de temelinde insan onuru yatar. İkisi birbiriyle çelişmez.” Politik, pragmatik bir yaklaşım sergiliyor Davutoğlu. Hoyhoylarla at eğitmeye çalışıyor. Biri gelip kalpağını havaya atıp, tayları kaçırıyor sanki!..
Davutoğlu, ortak bir geçiş noktası, ortak bir dil, taraflar arasında “ortak bir kelime” bulmaya çalışıyor ve eksene “insan onuru”nu alıyor.. Bir tearüf girişimi, bir “fudul alanı/erdem”, “karşılıklı hürmete açık bir nokta” arayışından yola çıkarak, bir paralellik kurmaya çalışıyor.. Bir “hasene” noktası olarak “insan onuru”nu merkeze alıyor.
Hiç şüphe yok ki, İslam bir dindir. Kur’an-ı Kerim ise Allah’ın açıklanmış rızasıdır.. O Yaratıcın yaratılana vahyettiği yaşama biçimdir.. Bize kulluğu öğütler..
Demokrasi ise, Demos ve Kratos’tan mürekkep, halkların kendi iç işleri ve diğer halklarla ilişkilerini düzenleyen bir araçtır.. Servet, silah ve iktidarın kime verileceği ve bu gücün nasıl kullanılacağı ile ilgilidir.. Halklar çoğuldur, bu çoğulculuk, dini, mezhebi, siyasi, ideolojik, felsefi ve vicdani farklılıklar gösterebilir.. Farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşayacaksak, bu birlikteliğin dayanacağı iradenin şekillenmesinde demokrasi araç olacaktır.. Katılımcı, çoğulcu, şeffaf bir yapı oluşturulması gerekecektir.. Zaten bu noktadan sonra işler tekrar karışıyor. İşçi sınıfı mı, aydınlar mı, patronlar mı, bireyler mi, parlamento mu buna karar verecek.. Parlamento nasıl oluşacak, partiler, seçim sistemi, iktidarın yetkileri ve sınırları. Bu bitmeyecek bir tartışma alanıdır..
Bana kalırsa demokrasi ütopyası, mücerret anlamda vahiyle çelişmeyebilir.. Ama öyle bir din yorumu yaparsınız ya da demokrasi adına öyle şeyler söylersiniz ki, bunlar sıradan bir akıl ve vicdanla bile örtüşmeyebilir.. Ama ille de din ve demokrasi çatışacak da değil..
Hiyerarşik olarak din elbette üst bir yapıdır. Demokrasi seküler, insani bir şey.. Demokrasi dini hak ve hürriyetlerin korunup gelişmesi için pekala bir araç da olabilir. Mesela Virginia İnsan Hakları Belgesi’ndeki gibi “Devlete sadakatim, Tanrıma sadakatimin teminatıdır” da diyebilirsiniz..
Sanırım biraz sükûnete ihtiyacımız var.. Birbirimizi anlamaya ihtiyacımız var.
Geçen gün bir bakan da “Kaderlerine terketmeyeceğiz” dedi. Bu günlerde İstanbul sokaklarında bir afiş var. “Yoksulluk kaderimiz değildir” gibi.. Kaderden laiklerin anladığı ile bir inanmış kişinin anladığı aynı şey mi? Şeriat da öyle.
Gerçeği ararken önce birbirimizi dinlemeye, anlamaya çalışmamız gerek.. Yaratılış gayesi olan tearüfü hayatımızda gerçekleştirmemiz gerek.
Selam ve dua ile..
YENİ AKİT