Hamza Türkmen’in konuşmasından notlar:
‘’Bir sosyal yapıda demokrasi ve şura, birlikte yaşamayla, birlikte iş yapmayla ilgili yönetme, kural koyma ve yargı alanlarında insanların katılımıyla ortak olarak veya çoğunluğa göre karar alma süreçlerini veya yöntemini ifade eder. Şura ve demokrasi temel belirleyen tek adam liderliğine yani monarşiye de, az sayıda ama imtiyazlı bir gurubun yönetimine yani oligarşiye de, ruhban din adamları sınıfının yönetimine yani teokrasiye dekarşıdır.
Bu çerçeve içinde en önemli ilk sosyal birim ailedir. Aile yönetimiyle ilgili iki usul veya yöntemde de benzer ifadeler vardır: “Bizim ailede demokrasi geçerlidir”; “Bizim ailede teşavur yani şura geçerlidir.” Buiki yöntem veya usulde de ailede karar verme süreci şekilsel olarak birbirine benzemekle beraber, değer ölçüsü olarak aralarında temel farklar vardır.
Demokrasi insanın merkeziliğini, yeterliliğini ve eşitliğini esas alır.
Şura, İslam’ın sabitelerini esas alır; yoruma açık konularda ortak akılla veya çoğunluğun görüşüyle içtihadi veya hikmetli çözümü destekler. Demokraside Parlemento ve Hükümet vardır; şura’da Ulu’l-emr Meclisi şartlara göre yönetim formunu belirler.
Demokraside her şeyi insan belirler. Yani Dekart ve Kant’ın öncülük ettiği cogito ve fenomen olan insan asıldır.
Şura’da insan Yaratıcının kuludur. İmtihan olacağı özgürlük alanları vardır. Onun dışındaki kaderi eşya ve biyoloji kanunlarına uymaktır. Ayrıca muhtaç olduğumuz açık vahyi esaslar ve Resullerin hikmetli örnekliği söz konusudur.
Şuranın son dönemlerde kapsayıcı bir tanım haline getirilememesi (fıkıh kitaplarında bir alt başlığı bile yoktur)¸ saltanat rejimlerinden kurtulma ve teokratik rejimleri aşma ve vesayet-diktatörlük rejimlerini tasfiye etme gayreti neticesinde, “demokrasi” birçok İslami çevre, oluşum ve hareketin; bazı fakih, kanaat önderi ve Müslüman siyasinin gündemine girmiş ve bu irtibat ağı bağlamında üç durum ortaya çıkmıştır:
1. Demokrasinin İslam’la bağdaşmayacağını açıklayanlar.
2. Bağdaşacağını açıklayanlar.
3. İslam’ın demokrasiyi gerektirdiğini söyleyenler.
İkinci ve üçüncü yaklaşıma sahip olanlar istişare ve şura’nın demokrasinin ham hali olduğunu iddia etmektedirler. Diğer bir iddia da şudur: Demokrasi, şuranın en geniş şekliyle kurumlaşmasıdır. Ayrıca son iki kademedekilerin önemli bir kısmı demokrasinin bir din ve ideoloji değil, bir yöntem olduğunu savunmakta, liberalizmle ilgili iddiaları gibi liberallere benzemektedirler.
1) Demokrasiyi İslam ve şura ile bağdaştırmaya çalışanların, bu bağdaştırmaya karşı olanları selefilikle suçlamaları genellemeci bir tutarsızlıktır. Bunlar A. Ya monarşiyi, oligarşiyi, teokrasiyi savunurlar.
Oysa beşeri bir sistem ve yöntem olarak demokrasinin imkânlı yanı da vardır; uzak durulması ve eleştirilmesi gereken ontolojik ve epistemik yanı da vardır.
Gannuşi demokrasinin ulusal alanı aşamayacağını belirtir.
Kur’an’da Arapça dışında Rabbimizin yeni anlamını ortaya çıkartarak kullandığı kelimelere “muarreb” kelimeler denir. Bu anlamda demokrasi kelimesinin bir kelime olarak şura’nın yerine kullanılabileceğini varsayanlar şunu unutuyorlar. Kur’an’da kullanılan muarreb bir kelime Rabbimizin tashih ve onayından geçmektedir. Demokrasi kavramı hakkında böyle bir imkanları yok. Ayrıca şura İslami sabiteler hakkında olmaz, ama demokrasi bütün değerleri insan merkezli olarak yeniden tanımlayabilir kibu da şirktir.
“Demokrasinin Sonu” başlıklı akademik tezlerin yapıldığı bir süreçte Parlementolardaki lobilerin gücü ve belirleyiciliği de unutulmamalıdır. Bu boyut insan hakları emperyalizmi gibi demokrasi demagojisini hatırlatmaktadır. Çünkü demokrasinin felsefik temelde evrensel bir sabitesi yoktur.
2) Bağdaştırma yaklaşımlarında Gannuşi İslam’ın demokrasiyi kapsayacağını söylemektedir. 16-18. Yüzyıl Bilim devriminin birikim temeli Müslümanlardan sağlanmıştı. O zaman diyor Gannuşi sanayii aletleri gibi demokrasi aygıtları da mirastır. Gannuşi’nin dediği gibi “Demokrasi aklın ortaya çıkardığı en uygun yönetim biçimi” mi, yoksa tüm Resullerin dininde yer alan şura vucubiyetinin bozulmuş bir formu mu olduğu kelami ve fıkhi- tarihi bir değerlendirmeyi gerektiriyor.
3) İslam’ın demokrasiyi gerektirdiği yaklaşımını bir seçenek değil bir zorunluluk olarak görenler bulunuyor. Oysa bu duru m reel-politik bir durum. “Şura demokraside içkin mi?” sorusu da İslami sosyalizm, Liberal İslam, post-İslamcılık gibi eklektik komplekse dayanıyor. Muflihunun felah şartları açıkken “İslami kurtuluş teolojisi” üretmeye çalışanlar da.
“Demokrasi bize ihtiyaç duyuyor bu nedenle de seviyesini yükseltmeliyiz” diyen Ahmed Raysuni de, “Demokrasi yönetimin ele geçirilmesinde bir araç” diyen Raşid Gannuşi de, Laiklik yerine demokrasi ve akılcılığı öneren Cabiri de İslami bütünlükten kopuk olmanın zaaflarını yaşıyorlar.
Şankiti Weals Halaq’a ve Taha Abdurrahman’a “siyasi ruhban” diyor. Oysa Hallaq, kuvvetler ayrılığı projesini dürüst bulmuyor, yönetmelik ve talimnamelerle kadükleştirildiğini belirtiyor; Abdurrahman ise şuraya yönelik çözümün kısa vadeli değil uzun erimli bir stratejiye dayanması gerekliliği üzerinde duruyor.
Taha Abdurrahman’ın vurgusu önemli. Müslüman kitlede ve önderlerinde Kur’an’da zikredilen şura’yı, şavir emrini ve ulu’l-emr meclisini veya meclislerini, önce bireysel karar süreçlerimizde istişare bilincine ermeden, ailemizde veya yakın çevrelerimizde müşavereyi ve teşavur’u hayata geçirmeden gerçekleştirmek “yapmadığınız şeyi niçin söylüyorsunuz” ilahi uyarısına muhatap olmak demektir..‘’