Osman Özarslan'ın Açılım Kitap'tan çıkan "Dekalog" kitabını Halil İncekara, Haksöz Haber okuyucuları için değerlendirdi.
Kemalizm bizim için akidevi bir sorundur. Allah’tan başka ilah, İslam'dan gayrı bir din tanımamakla yükümlü kullarız. Ve tağutu reddetmekle emrolunduk.
Kemalizm bir dindir üstelik zorla dayatılan bir dindir. Biz nasıl dinimizi dayatmıyorsak kimse de bize din dayatmamalıdır.
Marksistleri de İslami muhalefete gerici damgası vurmalarından biliriz, Şeyh Said kıyamına yaklaşımından tanırız onları. Karl Marx’ın 19. yüzyılda Hindistan’da İngiliz sömürgeciliğini onayladığı da sır değildir.
Sadece Suriye meselesine bile bakarak Marksist, Kemalist çizgiyi tanıyabiliriz. Söz konusu zülüm olunca aynı zalim ortak paydasında nasıl buluştuklarını görebiliriz
İlk olarak Aralık-2013 yılında basılan, adını Museviliğin On Emrinden alan, Açılım Kitap tarafından okuyucuya sunulan kitap, on bölüm 388 sayfadan oluşuyor ve Osman Özarslan imzasını taşıyor.
-I- EPİLOG
Neredeyse her bölümle ilgili tarihsel ve güncel belgeler var kitap boyunca. Belge koymasının amacını, ne İşçi Partisi-Perinçek cevvalliği gibi bütün tarihin akışının tersine çevrilmesi beklenen bir infial, ne Uğur Dündar-Uğur Mumcu-Emin Çölaşan gibi belgeli gazetecilerin hasımlarını zelil etmeyi umduğu bir infilak zemini olmadığı, anlattığı meselelerin tarihsel arka planına, dönemin aktörlerinin zihinsel dünyalarına ilişkin aktarımlar yapmayı kolaylaştırmak olduğu şeklinde ifade ediyor.
Son olarak da Marksist bir yazarın kitabını neden İslami eğilimli bir yayınevinde bastırmış olduğuna dair bir açıklama yapıyor. Marksist ve solcu yayınevleri özellikle Marksizm eleştirisinden ötürü bu kitabı basmak istememişler. Ayrıca Dipnot Yayınevi kendi teknik imkanlarından dolayı 2014'e kadar bekleteceklerini belirtmiş, İletişim Yayınları ise Kemalizm tartışmasının belli bir düzeye ulaştığını düşündükleri için bu çalışmayı basamayacaklarını belirtmiş.
-II- SECULUM (Modern Bilginin Serüveni ya da Güzergah)
Kemalizm’in de imal edilmesine vesile olduğunu söylediği pozitivist aydınlanmacılığın temel kategorileri ile Kemalizm’in temel unsurlarının söylemlerini birlikte ele almak için öncelikle aydınlanmacı rasyonalitenin seyrini, onun temel uğraklarını, kısacası ortaçağın dinsel düşünme sistemini kuşatan teorik-ideolojik altyapıyı görmek gerektiğini düşünen yazar Seculum bölümünde bunu ifade ediyor. Sonuç itibarıyla aydınlanmanın tüm limitleri pozitivizme evrilmiş ve bilimin Bacon ve Comte’un çabalarıyla mitoloji ile harmanlanmış bir tür ilahiyat haline getirilmiştir. Protestanlığın kilise eleştirisi ise dini dünyevileştirmiş ve kapitalist üretim sürecini ibadet, metayı da tanrısal hikmet mertebesine yükseltmiştir der. Türkiye'de seküler pozitivizmin tam anlamı ile bir ilahiyat haline gelmesi -öncesinde izleri görünse de- ancak Kurtuluş Savaşı sonrasında, erken Cumhuriyet döneminde gerçekleşir. Olimpos dağının gölgesi, Ankara Kalesi'nin suretine yansımış gibidir. Ulusun kurtarıcısı Gazi öldüğünde ise sanki kıyamet kopar, bütün göksel evren çökmüş gibidir. Yakınlarından intihar edenler olur. Mustafa Kemal aslanların beklediği bir yolun sonundaki Artemis Tapınağı’na gömülür.
-III- KÜLT
Bu bölümde Mustafa Kemal'in dokunulmaz bir tabu olarak ulusun ölümlü tanrısı haline getirilmesi anlatılıyor. Erken Cumhuriyet döneminde yapılan heykeller, resimler, İstanbul'a karşı Ankara inşası yazarın malzemelerin oluşturuyor.
2009 yılında Can Dündar çektiği belgesel film Mustafa'nın ardından kıyamet kopmuştu Kemalist çevrelerde. Neden ? Çünkü Yüce Gazi Mustafa Kemal bizim gibi gündelik, sıradan, korkan bir insan, fani olarak gösterilemezdi. Devletin ve ulusun Tanrısal idolünü böyle gösteremezdiniz. Başka bir sebep de Can Dündar'ın belgeselinde Mustafa Kemal'in kadınlarla ilişkilerini gözler önüne sermiş olmasıdır.
Tüm resmi bayramlar, resmi törenlerde onun kültünü tesis/teyit etmek içindir. Rejimin ilk yıllarında karşılaşılan problemler, rejimin fay hatlarını çatırdatarak iktidar problemine dönüşüyor (TPCF, Şeyh Said, Serbest Fırka, Asteğmen Kubilay); sorun Mustafa Kemal'e bağlı devlet terörü ile çözüldükçe de onun manevi şahsiyeti kült haline gelmekteydi.
Resim ya da heykel ise tüm ülke sathına gönderilerek iktidarı bütün ülke çapında mayalanması beklentisi olarak ifade ediliyor. Tıpkı Kutsal Agustus ve diğer yarı tanrı imparatorların yaptıkları gibi.
Kitap Aralık 2013'te basıldığı ve o yıllarda yazıldığı için yazar; Kültün yeni rejime, AK Partinin muhafazakar beğenilerine uygun düzenlemelere uğradığını ifade ediyor haklı olarak ama bugün bu kazanımların nasıl berhava edildiğini üzülerek görüyoruz.
Mustafa Kemal'in ilahileşmesinin, bu sebeple de ulusun kutsallaştırılmasının bir başka önemli aracı da heykeller olmuştur. Bütçe kısıtlı heykeller epey masraflı olduğu halde kaçınılmamıştır -en stratejik noktalara öncelik verilerek-.
İlk heykel İstanbul Sarayburnu’na ikincisi Konya'ya dikilmiştir yani heykeller rejimle problemli şehirlere dikilerek hakimiyet belirtilmiştir.
1927 itibari ile bütün muhaliflerini tasfiye eden, rejimi işler hale getiren, Nutuk ile de tüm bunları tekrar eden Mustafa Kemal 1930'lardan itibaren mimari başta olmak üzere iktisattan eğitime kadar bütün alanlarda oluşturmaya çalıştığı yenilenme-modernizasyon girişimini ritüeller üzerinde de uygulamış ve bu alanın ıslahı için de Avrupa'dan uzmanlar getirtilmiştir. Okullarda ve resmi dairelerde bayrak ve bayrak törenleri, Atatürk köşeleri, ilkokullarda 1923 yılından beri okutulan andımız, resmi bayramlar, anma törenleri ve 10 Kasımlar Kemalist Cumhuriyetin ilk akla gelen ritüelleri arasındadır. Burada asıl mesele gürbüz sağlıklı gençlik ile ulusun liderinin bütünleşmesinin sağlanmasıdır ki bu da Türkiye'de en çok spor müsabakaları, 19 Mayıslar ve geçit törenleri aracılığı ile sağlanacaktır. Türkiye'de beden terbiyesi ve spor, kişi kültünün kitlesellik ayinlerine entegre olacak şekilde kurgulanmış ve bu ritüellerin militer yapısını besleyecek ve ondan da beslenecek bir ideolojik altyapı ile donatılmıştır.
-IV- ARTEMİS
Her fani gibi Mustafa Kemal zamanı gelip ölünce Kült için onun mitolojik fabrikasyonuna yakışır bir anıt mezar düşünülmeye başlanmıştır. Artemis bölümünde yazar Anıtkabir üzerinden ulus devletin inşasını, ulusun aslında nasıl doğal değil de tarihsel ve oluşturulmuş bir kategori olduğundan bahseder. Anıtkabir'in mimarisi Artemis tapınağının modernize edilmiş halidir der.
-V- SODOM
Bu bölümde Cumhuriyetin ilk yıllarında oluşturulan Ankara-İstanbul karşıtlığının Kemalist Cumhuriyet için kutsal-lanetli mekanları nasıl belirlediğini anlatmaya çalışır yazar. Bu bağlamda Merkez Bankası'nın İstanbul'a taşınması, Beşiktaş vapur iskelesine yakın bir yerde dönemin başbakanının kendisine bir çalışma ofisi kurması, başbakanlığın Ankara'da kurumsallaşan yapısını İstanbul ile bölüştürülmesi CHP ve ulusalcı kesimi derhal harekete geçirmiştir.
-VI- NİSA
Bu bölümde ise ulus inşası ve modernist ulus devlet projesi içerisinde kadın meselesinin nerede durduğuna ilişkin anlatıma yer verilmiştir.
Yazar konuyu üç noktadan ele alır. İlki vatan duygusunun yaratılmasında kadın bedeninin nasıl iş gördüğü, ikincisi kadın özgürleşmesi adı altında kadının kamusal görünürlüğü aracılığı ile kamusal alanın nasıl sınırlandığı ve sonuncusu Mustafa Kemal'in tanrılar katına yükseltilmesi ve yeniden fanilerin arasına katılmasında kadın bedenini nasıl kullanıldığıdır. M.Kemal; ata binen, mahmuz kuşanan, Atatürk'e Kemal diye hitap eden ve Gazi'nin tüm noksan sıfatlardan münezzeh sahabelerine, ensarlarına protokol uygulama gafletinde bulunan Latife'yi uygun bir eş olarak görmemiş ve boşanılmıştır.
Erken Cumhuriyet döneminde yöneticilerin etrafındaki kadınlar bir anlamda vitrin malı gibi tahayyül edilmektedirler. Bunun ötesinde fiili durumlar oluşturmaya çalıştıklarında, siyasal, toplumsal, sosyal hayatın dışına edilmişlerdir. Onlara biçilen tali rolleri kabul ettikleri oranda konumlarını koruyabilmiş, Cumhuriyetin ideal kadını rollerini oynayabilmişlerdir.
-VII- CAHİLİYE
Bu bölümde Kemalist Cumhuriyet oryantalizminin Cumhuriyet kurgusunda bilhassa onun epistomolojik çerçevesinde ne iş gördüğünü belirtmeye çalışan yazar, Kemalist cumhuriyetin Araplara ilişkin pis Arap temsiliyeti, epistemolojik ve ontolojik bir müdahaledir. Böylece ideal Müslüman-Arap temsiliyetini pis Arap'a dönüştürerek, bir yandan şapkalı fraklı Avrupa temsiliyetini makbul hale getirirken öte yandan da Türklerin Talas Savaşı'ndan itibaren başlayan Araplarla karşılaşmasının ürünü olan kültür (Arap-İslam) ve devlet geleneği(Selçuklu-Anadolu Selçuklu-Osmanlı)nin birikimi olan epistemolojiye ve bu tarihin alışkanlığı-gündeliği olan ontolojiye müdahale etmektedir.
-VIII- MORPHEUS
Erken Cumhuriyetle uygulanan afyon politikaları üzerinden ulus devletin ayrıcalıklarına değinen yazar 1930'lu yıllarda Türkiye'nin iş dünyasına damgasını vuran Aferizm'i ele alarak ulusun sahibi olan eski ‘kahramanlar’ın uluslararası tekellerin yerel iç takipçilerine nasıl dönüştüklerinden bahseder.
Ulus devletin asıl sahibi olan Kuvayi Milliyeciler ulus devlet içindeki nüfuzları aracılığıyla yabancı sermayedarlara, Türkiye'nin nimetlerinden yararlanabilme ayrıcalığını tanırlarken kendileri de kolay yoldan zengin olabilme ayrıcalığını tadına bakmışlardır.
-IX- HAVARİLER VE FANTEZİ
Kadro ve Ülkü dergileri deneyimleri üzerinden meşruiyet sistemi geliştirme çabaları ve rejimin kimi çatışmalarının ele alındığı bir bölümdür.
X- SPARTACUS
Marks’a rağmen Marksizm, bilme rağmen bilimcilik yapan Marksist devrimciler için bir polemik olarak tasarlanmıştır bu bölüm de. Polemik kitabın diğer bölümlerinde Kemalizm’i oluşturan yapıların Türkiye Marksizm’ine yapısal yansımaları üzerinden yürütülmüştür.
Bizce kitapta yerinde ve başarılı bir Kemalizm eleştirisi yapılmış ama aynı başarı Marksizm inancında sağlanamamış diyebiliriz.
Kitap her ne kadar Marksistleri eleştirse de Marksizme toz kondurmuyor, okuyucu yazarının sıkı bir Marksist olduğunu gözden kaçırmadan kitabı okumalı. Yazarın yaptığı şey bir din olan Marksizm eleştirisi değil olsa olsa Marksa rağmen Marksizm eleştirisi ve yazara göre Marksizmin tam mümini olmayan kişilerle tartışmak istenmesidir.
Kitabın ‘Cahiliye' bölümünde Seyyid Kutub'un Yoldaki İşaretler kitabına da değinen yazar, kitaptaki en önemli temanın Batı Medeniyetinin günümüz putperestliğinin ve cahiliyenin yeni versiyonu olduğu ve Kutub'a göre gerçek hakikat kaynağının Selefi İslam olduğunu ifade ediyor. Dekalog yazarı kendi bakış açısıyla Yoldaki İşaretleri böyle anlamış olabilir ama bu değerlendirme, tartışılması gereken ve izaha muhtaç bir yorum gibi görünüyor.