Deizm yaygınlaşıyorsa bunda günümüz çocuk yetiştirme tarzının etkisi büyük!

Zafer Dergisi'nden Aslınur Bahar, psikiyatrist Mehmet Tüzün ile ateizm ve deizm üzerine verimli bir röportaj gerçekleştirmiş.

HAKSÖZ HABER

Muhafazakar-dindar çevrelerde endişe uyandıran "deizmin yaygınlaştığı" yönündeki söylemin kendisi bile bir tartışma konusu. Bu bağlamda Aslınur Bahar'ın Mehmet Tüzün ile gerçekleştirdiği röportaj verimli tartışmalara vesile olabilir. 

Tabi ki sorulara verilen cevapların eleştiriye açık olduğu da -hassaten deizmin bir ideoloji olup olmadığı konusu- atlanılmamalı. Netice olarak sorulara cevap bulmaya çalışan katılımcı kendi perspektifinden hareketle cevap üretmeye çalışıyor. 

Her halükarda profan yönelimlerin beğeni unsuru olarak pohpohlandığı bir zaman diliminde Mehmet Tüzün'ün Müslümanların önce kendi durdukları yerin farkında olmaları gerektiği yönündeki vurgusu oldukça değerli bir noktaya dikkat çekiyor.


Zafer Dergisi / Aslınur Bahar - Mehmet Tüzün

Deizm ve ateizm üzerine

Soru: Son zamanlarda, yaratıcıyı inkar eden ateizm ve “bir yaratıcı var, ama dinler uydurma” şeklinde özetlenebilecek deizm akımları çok fazla konuşulur oldu. Kamuoyu yoklamalarında ülkemiz nüfusunun en az %5’inin bu yönelimlerde olduğu ve bu oranın gençlerde giderek arttığı görülüyor. Bu da dindar kesimde bir tedirginlik oluşturuyor. “Sebebi nedir? Bu işin sonu nereye varacak? Ne yapmalıyız?” soruları Müslümanları hayli meşgul ediyor. Siz bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cevap: Bahsettiğiniz tarzda bir yönelimin olduğu gayet açık. Bunun sonucu dindar kesimde oluşan tedirginlik de ortada. Hatta bu gidişle, 10-20 yıl öncesinin ‘endişeli laik’ tanımına, ‘endişeli dindar’ tanımı da eklenecek gibi görünüyor. Ancak burada bazı temel noktaları atladığımızı düşünüyorum.

Öncelikle şunu hatırlamak lazım ki, ateizm eski bir terim ama, deizm tanımı son zamanlarda popülerleştiği için, sanki yeni ve modern bir akımmış gibi algılanıyor. Oysa ateistler gibi deistler de tarih boyunca vardı. Net bir isim kullanılmıyordu sadece. 

Örneğin 30-40 yıl öncesinde de “Allah var, kabul ediyorum ama, bu asırda Kur’an hükümleri uygulanmaz ki.” diyenler, ya da “İnkarcı değilim ama dini konular hiç ilgimi çekmiyor.” deyip inançtan uzak bir hayat yaşayanlar hayli çoktu. 

Şimdilerde ise bu tip insanlar, dini umursamayan, hatta reddeden o tavırlarını, bilimsel bir havaya sokan deizm tanımını pek sevdiler ve inkarlarına derinlikli bir ideoloji havası verdiği için de bolca kullanıyorlar. 

Şu da var ki, bu isimlendirmeler sayesinde, kendileri gibi düşünen kişilerle (içi boş da olsa) bir ‘izm’ etrafında buluşmak, birbirini manen desteklemek, bir tür şahs-ı manevi oluşturmak, onlara ciddi bir psikolojik güç verebiliyor. Ne de olsa ‘zaman cemaat zamanıdır.’

S: Yani deizmi bir ideolojiden ziyade zamanın modası olarak mı görüyorsunuz?

C:Büyük ölçüde öyle. Deist yaklaşımın, gerçek bir ideoloji olduğu söylenemez zaten. Faraza rastgele beş-on deist bir araya gelseler, ‘dinler yalan’ dışında hiçbir cümle etrafında fikir birliği sağlayamazlar. Zira deizm bir inşa değil, inkardır. Yani insanı, kainatı, hayatı ve ölümü anlamlandıran bir ideoloji değil, dinleri reddetmekten ibarettir. Bu reddedişin temel hareket noktası, şekli ve dozu da kişiye göre ciddi farklılıklar gösterir. O yüzden mesela ‘deizmin temelleri’ diye bir kitap yazamazsınız. Ama belli-belirsiz bir yaratıcıyı kabul edip kutsal kitapları da eleştirmeniz, deist olmanız için yeterlidir. Buna da ideoloji denilemez tabii ki. 

S: Peki son dönemdeki bu yaygınlaşmanın sebepleri neler sizce?

C: Ateist ve deistlerin son yıllardaki artış sebeplerine dair birçok değerlendirme yapıldı. Tüm bu analizlerin belli bazı maddelere odaklandığını görüyoruz:

1-Dinimizi, yaratıcımızı, özellikle de peygamberimizi iyi anlatamadık.

2-İnancımızı hayata geçiremedik, güzel temsil edemedik.

3-Özellikle dindar siyasilerin hataları dine mal edildi.

4-Modern çağın ürettiği buhranlara çözüm üretemedik.

5-Medyadaki gizli-açık propaganda ve yönlendirmelere engel olamadık.

Bunların hepsi de doğru. Ama çok önemli bir noktanın bazen gözden kaçırıldığını düşünüyorum. Şöyle ki:

İman, bir vicdan işidir ve kişisel bir tercihtir. Kişi iman etmek isterse, buna dair delilleri kolayca bulabilir. Ama inkar etmek isterse, kendince buna dair deliller bulması da mümkündür. 

Burada 1979’da Nobel ödülü alan ilk Müslüman olan Pakistanlı fizikçi Muhammed Abdüsselam’ın bir sözünü aktarmak isterim: “Kainattaki düzen, inanmak isteyen bir kişi için, bir yaratıcının varlığına delildir ama, inanmak istemeyen bir kişi için de bir yaratıcının gereksizliğine delildir.” Önemli bir tespit bence. 

S: Peki bir insan neden dini inkar etmek ister? 

C: Ya gurur ve kibrinden dolayı bir otoriteyi kabul edip ona boyun eğmek istemediği için, ya da aklına esen günahı işleyip, kendince keyifli bir hayat yaşamak, bu esnada da vicdan azabı duymamak için. Bu iki sebep de temelde birbiriyle ilintili tabii.

İlk şıktan başlarsak: Bu eğilime sebep olan şöyle bir yaygın hata var: Günümüzde ailelerin çoğu, çocuklarını kontrol etmek ve eğitmek yerine, şartsızca destekleyip serbest bırakmak yönelimindeler. Bu da sonunda, içi boş bir özgüvene sahip, otoriteye itaat etmekten de hoşlanmayan bir nesil ortaya çıkardı. Anne-babasına saygı duymadan yetişen bir genç, ileride ne öğretmenine, ne yöneticisine ve hatta ne de peygamberine saygı duymaz ve kolayca da isyan ve inkar edebilir. Temel sorun burada. 

Yani günümüzün çocuk yetiştirme biçimi, isyankar bir nesli netice veriyor. Ve “Annemi, babamı yok saymıyorum, ama bana karışamazlar.” diyen gençlerin “Yaratıcıyı yok saymıyorum, ama bana karışamaz” demeleri, şaşılacak bir şey değil bence. 

İkinci şıkka gelirsek: Bahsettiğimiz temel üzerinde pratikte çoğunlukla şöyle bir süreç gerçekleşiyor: Günümüzde bir genç, modern hayatın sunduğu çekici ve aldatıcı günahlarla sürekli yüz yüze kalıyor. İnternetin de yaygınlaşması ile her türlü günahı kolayca işleme imkanı buluyor. Kimseye görünmeden evine içki ısmarlayabiliyor, hatta her türlü uyuşturucuya erişebiliyor, sanal veya gerçek cinselliği serbestçe yaşayabiliyor, bahis, kumar veya faiz işlerine girebiliyor. Neredeyse hiçbir engelle karşılaşmadan, tüm günahları tadarak ‘keyfinin istediği gibi’ yaşayabiliyor yani. 

Ve tabii ki her günahın kısa vadede lezzeti de var. Üstelik çoğu günah bir ölçüde bağımlılık da yapar. Böylece genç giderek öyle bir noktaya varıyor ki, günahlar hayatının ayrılmaz bir parçası haline geliyor.

Ama tabii ki bu arada vicdanı susmuyor, onu sürekli rahatsız ediyor. “Günaha daldın gittin. Bu gidişle Cehennem’i boylayacaksın.” diye uyarıyor. Bu şekilde sürekli vicdan azabı duyarak yaşamak ise mümkün değildir, insana acı verir. Bu iç çelişki yüzünden bazıları tövbe edip dönüyorlar ama, bir kısmı da dini tümden inkar etmek istiyorlar. İnkar edip vicdan azabından, o iç çelişkiden kurtulmayı, bohem hayatı (kendince) dibine kadar yaşamayı arzu ediyorlar. 

Ve eğer kişide “inkar etmeliyim” yönelimi ağır basarsa, kişi bunu destekleyecek delilleri internette bolca bulabiliyor da. Hani neredeyse ‘dinsizlik dini’ni yaymak amacıyla hazırlanmış bir sürü site var, bilirsiniz. Bazı ayetleri veya hadisleri bağlamından koparıp sonra da akıl dışı gösteren, her şeyin tesadüfen ve evrimle oluştuğunu (güya) bilimsel olarak anlatan tonlarca sayfa bulmak mümkün. 

Ama ilginçtir ki, tüm bu iddiaların cevapları da olduğu ve yine internette bulunabileceği halde, o cevaplar okunmuyor çoğunlukla. 

Diyaloglar genellikle şöyle:

-Ben ‘Sapiens’ kitabını okudum ve ateist oldum.

-Peki Tabiat Risalesi’ni okudun mu?

-Gerek görmüyorum.

veya

-İslam dini, mitolojik birikimlerden derlenmiş. Ünlü Sümerolog filanca bunu açıklamış. Yazılarını okuyunca deist olmaya karar verdim.

-Peki Bediüzzaman’ın eserlerini okudun mu? 

-Hayır, ihtiyaç duymadım.

ya da

-Ateist-deist sitelerde birçok ayet ve hadisin akıl dışı olduğu ispat edilmiş. Onları okusan sen de inkarcı olurdun.

-Hepsini okudum. Tümünün de cevabı var. Ararsan sen de bulursun. Mesela ‘Sorularla İslamiyet’ sitesini önerebilirim. Oraya da baksana.

-Boşver. Böyle mutluyum.

Hatta genç bu yaygın tavrın dışında davranıp, bazı İslami eserleri ve açıklamaları okusa dahi, gerçekten anlamak ve inanmak için değil, eleştirmek ve inkar etmek için okuduğundan dolayı istifade etmiyor da. 

S: Evet, bu dediğiniz Kur’an’da da vurgulanıyor. Birçok ayette Kur’an’dan fayda görmek için bazı şartların gerektiğine işaret edilmiş. Allah korkusu taşımak, samimiyetle yönelmek gibi. Hatta bir ayette “Kur’an, müminler için bir şifa ve rahmettir; zalimlerin ise sadece ziyanını artırır.” denilir.

C: Çok doğru. Yani bu kişilerin büyük çoğunluğu, aslında akıl ve mantık yürüterek, gerçekten doğruyu bulmak arzusuyla hareket edip de dinden çıkmıyorlar. İnkar edince hür ve mutlu olacaklarını, hayatı keyiflerince ‘dolu dolu’ yaşayacaklarını zannediyor ve ‘inkarı talep’ ediyorlar.

Ha, bunların bir kısmı tümden inkara gidip ateist oluyor; bazısı ise yaratıcıyı da inkar ederek tümden bir boşluğa düşmeyi göze alamayıp, “Bir yaratıcı var ama bize karışmaz. Dinler de yalan.” deyip deist oluyor. Az bir fark var tabii, ama öz aynı.

S: Peki böylelerini nasıl ikna edebiliriz?

C: Unutmamak gerekir ki, inanmak istemeyen bir kişiyi biz zorla imana getiremeyiz. “Sen sevdiğini hidayet edemezsin. Ancak Allah dileyeni ve dilediğini hidayet eder.” mealindeki ayeti unutmayalım. Bu arada, bu ayette de yer alan ve Kur’an’da sıklıkla geçen “yehdiy men yeşa” ifadesine ikili bir anlam verdiğimi fark etmişsinizdir. Zira Arapçada bu ibare iki anlam birden taşır. Hem “Allah dilediğini doğru yola iletir” hem de  “Allah dileyeni doğru yola iletir.” manası vardır. “Yudıllu men yeşa” ifadesi de öyledir: “Allah dileyeni ve dilediğini sapkınlığa sürükler.” 

Yani kalben inanmak istemeyen birisini, zorla ve somut bazı delillerle imana getiremeyiz. Bu değişime sebep olan günümüz modern yaşantısını değiştirecek güçte de değiliz şu an. Bu süreç bir süre daha devam edecek gibi görünüyor maalesef. 

Belki de rabbim günümüz gençlerinin bazı günahları yaşayıp, o yolda hayır olmadığını net biçimde gördükten sonra dine dönmelerini, böylece dinin kıymetini daha iyi hissetmelerini takdir etmiştir, bilemeyiz. İleride anlaşılır.

S: “Görelim Mevla neyler. Neylerse güzel eyler.” diyorsunuz yani. Tevekkül açısından size katılıyorum ama, bize düşen görevler de olmalı sanki. 

C: Tabii ki var. Bir kere, ilk başlarda aktardığım tespitleri iyice düşünmek ve onlara çözüm üretmeye çalışmak lazım. Ama en önemlisi şu ki, Risale-i Nur eserlerinde de sürekli vurgulandığı gibi, gerçek mutluluğun imanda olduğunu, inkarda ise zahiri ve kısacık bir lezzetle beraber, Cehennem azabına benzer elemler olduğunu, bu dünyada hakiki saadetin ancak ve ancak iman dairesinde yaşanabileceğini anlatmamız lazım. Ve hatta daha da önce, bunu bizzat kendimiz yaşayıp, halimizle göstermemiz lazım. Bu noktayı çok önemsiyorum. Karşısındakine “İman etmek, sıkıntı değil, huzur verir.” diyen bir kişi, daha kendisi sıkıntılarını çözememiş ise, anlatacakları boşa gidecektir muhtemelen.

S: Önce lisan-ı hal ile tebliğ etmek lazım yani. Peki sıra sözlü tebliğe geldiğinde, bir ateist veya deist ile tartışma ortamı oluştuğunda, nasıl davranılmalı?

C: En önemlisi şu: Asla ‘minder dışına’ çıkmamalıyız. Zira biz, bir inancı ve davası olan ve bunları izah ve ispat eden tarafız. Ateist ve deistler ise bir ideoloji inşa etmekten ziyade, bizim inancımızı red ve inkar etmekle uğraşıyorlar. Bu durumda sadece kendi davamıza odaklanıp, kendi doğrularımızı doğru biçimde anlatmakla yetinmemiz lazım. Onların fikirlerinin yanlış olduğunu ispat etmekle uğraşmak, sonuçsuz ve riskli bir çabadır. Hele hele ayrıntılara dair sordukları her soruya cevap yetiştirmeye çalışmak, boşuna bir gayrettir. Her fırsatta işin temeline dönmek lazım.

Yani, biz bu kainata bakınca kusursuz bir sanat görüyoruz. Bu da kusursuz bir sanatçıyı, yaratıcıyı gösteriyor. Bu yolla o yaratıcının varlığını ispat ve sıfatlarını da izah etmek, bizim temel uğraşımız olmalı. Ayrıca böyle bir yaratıcının tabii ki yarattıklarını başıboş bırakmayacağını, elçiler, kitaplar göndereceğini anlatmalıyız. Ve (dediğim gibi) gerçek mutluluğun, özgürlüğün ve lezzetin, ancak iman ile mümkün olduğunu da sık sık vurgulamalıyız.

S: Bu konularda önereceğiniz eserler var mı?

C: Tüm bu yöntem, izah ve ispatlar için Risale-i Nur eserlerinden daha iyisini bilmiyorum. Bu eserlerden faydalanarak yapılacak bir iman hizmeti, günümüzün en kıymetli cihadıdır bence. Burada aklıma gelmişken, internette bazı arkadaşların dini savunmak için çektikleri videolarında, bazı izah ve ispatların hemen ardından ateist ve deistleri aşağılayan, onlarla alay eden ifadelerini çok görüyorum. Eğer amaç onların damarına basıp daha da dinden uzaklaşmalarına sebep olmak ise, yöntem doğru. Ama insanları bu yöntemle dine ısındıramazsınız. Resulullah (asm) hangi müşrikle alay etmişti ki? Veya tüm putları teker teker ele alıp onların ilah olamayacaklarını mı anlatmıştı?

Bu dine hizmet, peygamberin yöntemiyle olur ancak. O sadece müsbet bir dille kendi doğrularını anlatmış, bıkmadan, durmadan anlatmış, ‘minder dışına’ çıkmamış, ötesini de Allah’a bırakmıştı. Bu dinin sahibi, bu dini mağlup etmez zaten. Paniğe gerek yok.

Röportaj Haberleri

“Suriye’ye geri dönüş tartışması, empati yoksunu ve yersiz”
Türkiyeli bir mücahid ile Suriye devrimi üzerine…
"Solun bir kısmı mezhepçilikten bir kısmı da İslam düşmanlığından Esed'i destekliyor"
Suriye'nin korku hapishaneleri: Sednaya, Tedmur ve Suriye’nin yeni hafızası
"Suriye devrimi Türkiye'nin de zaferidir!"